“Yüksek faiz yüksek enflasyona neden olur” savının literatürde yeri yok. Ama tartışılıyor... Tartışıldıkça, uygulanması için Merkez Bankası başkanları değiştiriliyor. Uygulandıkça, art arda kur krizleri yaşanıyor
Güldem Atabay
Ekonomik krizle bitecek bir süreci tersine çevirmek için göreve getirilen Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın dört aydan kısa bir süre içinde bir Cuma gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararı ile görevden alınması ve yerine Prof. Şahap Kavcıoğlu’nun getirilmesi Türkiye ekonomisinde öngörülemeyen bir hasar sürecinin de kapısını açmış oldu. Ekonomik kriz barometresi olan TL’de oluşan değer kaybı ilk hafta itibarıyla yüzde 10’la sınırlanmış olsa da, yapılan görev değişikliğinin herhangi bir görev değişikliğinden çok daha derin anlamları var. Tabii ki sonuçları da olacak. Bir hafta dolmadan Türkiye’nin risk primi (CDS) 300 puanın altından 500 puana dayanarak Ekim 2020 seviyesine geri döndü. Tüm şirketlerin, bankaların ve kamunun dış borçlanmasında; zaten yüklü dış borçların gelen vadelerinde maliyetlerin artacağı anlamına geliyor. Türkiye’nin 10 yılık tahvil faizleri yüzde 14’ten yüzde 20’ye fırladı. Bu da beklenen enflasyonun uzun vadede yüksek kalacağı tahminlerini yansıtıyor. Üstelik Hazine’nin son iki yılda hızla yükselen faiz harcamalarının daha da artacağına işaret ediyor. Kısacası, yükselen borçlanma faizleri iç kaynak sorunu olarak bizleri bekliyor. Eski başkan Naci Ağbal’ın, görev tanımı çerçevesinde işini eksiksiz yapmasına rağmen, koltuğundan alınışının bir açıklaması olmayışı dertlerin bir diğer yüzü. Görev süreleri dört yıl olan merkez bankası başkanlarının değişim sıklığı büyük sıkıntı yaratıyor. Başkan değişimindeki bu hızlı trafik; belirsizlik, güvensizlik, öngörülemezlik ve dolayısıyla ekonomik kırılganlık yaratmakta. Para politikası değişimlerinin en az altı ay vade ile enflasyonda etkili olmaya başlaması ve başkanlık değişim hızı birleştiğinde herhangi bir para politikası oluşmasını engelliyor.
Yeni başkan da o görüşte
Yeni gelen başkanın literatürde yeri olmamasına rağmen Türkiye içinde tartışılan, tartışıldıkça da uygulanması için merkez bankası başkanı değiştirilen, uygulandıkça yeniden kur krizleri ile sonuçlanan faiz-enflasyon ilişkisine olan tescilli inancı bir başka sorun. 15 Nisan’da yapılacak faiz kararı toplantısı veya sonrakilerde Kavcıoğlu’nun kademeli olarak politika faizini 200-300 baz puan indirmesi şimdiden beklentiler içinde. Türkiye’nin uzun süredir taşıdığı yapısal sorunları yanında, 2018 kur krizinden bu yana büyüttüğü ekonomik kırılganlıkları var. Bunlardan en keskin olanı da ekonomide büyüme ve istihdam yaratmak, Türk lirasını dengede tutmak ve dolayısıyla enflasyonla mücadele etmek için gereken dış finansman ihtiyacının yüksek oluşu. Dış ticarete açık bir G20 ülkesi olarak Avrupa Birliği Türkiye’nin ihracat pazarının yaklaşık yüzde 50’sini oluştursa da, buradan gelen döviz Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Yerli üretim için ihtiyaç duyulan hammaddelerin önemli kısmı ithal ediliyor. Türkiye kriz yılları hariç kronik dış ticaret açığı veren bir ülke olmaktan kurtulmak için gerekli yapısal değişimleri uzun yıllardır hayata geçiremiyor. Diğer yandan enerji ithalatına bağımlılık, petrol fiyatlarının seyri, söz konusu dış ticaret açığı üzerinde çoğu zaman belirleyici oluyor. Yapısal dış ticaret açığı yanında reel sektörün 2008 küresel finansal kriz dönemindeki bol likidite-ucuz maliyet sayesinde aldığı dış borçların yüksekliği, bugün hem TL’deki değer kaybı, hem de faizlerdeki seyir nedeniyle dış borç ödemelerini mercek altına aldırıyor. TL’nin değer kaybı ile borcun yüksekliği sistematik bir kriz riskine dönüşüyor. Diğer yandan reel sektörün kaynaklarının, yatırım yerine borç ödemeye yönelmesi büyümeyi yavaşlatan bir sorun haline dönüyor. Önümüzdeki 12 ayda Türkiye’nin ödemesi gereken dış borcun 190 milyar dolar olması; bunun üzerine 2021 özelinde yaklaşık 20 milyar dolar cari açığın da eklenmesiyle girilen zorlu sürece son günlerin olayları ile beraber bakınca riskin nereye kadar arttığını kavramak daha kolay hale dönüşüyor.
Zorlu aylar bizi bekliyor
Prof. Şahap Kavcıoğlu faiz indirimlerine er ya da geç başladığında TL’nin değer kaybı enflasyonu yüzde 20’nin üzerine taşıyabilecek. Mevcut durumda enflasyonun nisan ayı itibarıyla yüzde 17’ye ulaşması zaten bekleniyor. Bu dönemde kamu bankalarının piyasa faizlerinin altında kredi vermesi halinde oluşabilecek ek iç talep, döviz talebini ve büyümeyi güçlendirerek hem enflasyon seviyesini hem cari açığı şişirir yönde gelişmelerle sonuçlanacak. Rating kuruluşları Türkiye için sistematik bir ödemeler dengesi krizini raporlarına sokmaya başladı. Yabancı kurumların yıl sonu Dolar/TL tahminleri çift haneli rakamlara kadar uzanıyor. Mayıs’ta New York’ta başlayacak Halkbank davası, ABD ile gelişen S-400 krizi ekonomik sıkıntıları derinleştirme potansiyeline sahip en somut dış politika gerçekleri. 2021’in ilk çeyreği itibarıyla sakin ve istikrarlı aylar sona erdi. Şimdi önümüzde seçimlere kadar uzun ve çok zorlu aylar bulunuyor.