En iyi yönetmenlerin kıymetini iyi bildiği Belmondo… Dört görüntün belleğimin duvarlarında hep asılı olacak
Haydi, sıran geldi Belmondo! Buraya kadarmış. Herkes seni cambaz sanırken, sen müthiş bir Bergerac bıraktın ardında. O felçli halinle Cannes’ın kırmızı halılı merdivenlerini iplemediğin bastonunla bir hamlede çıktın. Kim bilir hangi hurdanın ezilmesiyle oluşmuş (şimdi yapan çok) Cesar Ödülü’nü, yani, sana verilecek olan ve eşi olmayan objeyi, onu tasarlayan ve Fransa’nın en prestijli ödülüne adını veren kişi, (metalleri bir forma göre sıkıştırıp ezerek yaptığı heykellerle ünlü Cesar Baldaccini), vaktiyle, o da bir heykeltıraş olan baban hakkında ileri-geri konuştuğu için almayı reddetmen harikaydı… O sana hiç yakışmayan felç sonrası, bu kez senin oğlunun, bir klasik ‘cabriolet’ MG ile (tabii ki kırmızı) Cote d’Azur sahilinde, sen arkana yaslanmış puronu tüttürürken, sana tur attırması da harikaydı. Gömleğinin üst iki düğmesi elbette açık. O benzersiz gülümseme o kalın dudaklı yüzüne elbet hâkim. Hafif ezik burnun, çocuk yaşta başladığın ve “bir gün aynada yüzünün değişmeye başladığını görünce bıraktığın” boks hevesinden kalma… En iyi yönetmenlerin kıymetini iyi bildiği adam: Dört görüntün belleğimin duvarlarında hep asılı olacak: Serseri Aşıklar’daki olağanüstü genç ve masum yüzün. Bir genç insanın elbette karşı olmasının, bunun doğallığının bir nesli ve dünyayı sarsan ikonu. Oğlan saçlı gizemli Jean Seberg’le (az mı aşık olduk ona) dünyanın dibini buluşunuz. 1986’da Lipp’te bir yaz öğle yemeğinde, Tanrı ve (garson) lütfu, yanında oturuşum. Levent ve yapımcımız Olivier ile birlikteydik. 1993’te Rue Clement Marot’da otelden çıktığımızda karşıdan köpeğini gezdirerek onun geldiğini görünce, yanımızdaki ‘cemiyet hayatımızın’ tanınmış bir hanımının (o vakitler büyük bir moda kuruluşunun sahibi iş insanı arkadaşımla evliydi) düşecek gibi bir an şöyle bir sarsılışı.
Ve bu fotoğraf…
Uğurlar ola, Ursula’dan, Catherine’e bütün yıldızlara ve güzel kadınların hepsine ağır yakışan adam! Ne tuhaf, “Fransız erkeği” denince gene bir simge gibi akla gelenlerden Yves Montand gibi senin kökenin de İtalyan! Bir adaşın (Sartre) “Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlamını veren ölümüdür yalnız” demişti. Toprağın bol olsun, büyük hergele. “İyi biliriz seni.”
Cool’un vücut bulmuş hali
- Ali Arıkan Yatakta iki sevgili. Kız sorar, “William Faulkner’ı bilir misin?” Oğlan arsızca cevap verir, “Hayır, kim ki o? Yattığın biri mi?” “Hayır ya, en sevdiğim yazar,” der kız, “dinle, son cümle çok güzel: keder ve hiçlik arasında kalsam kederi seçerdim.” Oğlan farklı fikirdedir ama: “Ben hiçliği seçerdim. Daha iyi değil ama keder bir tavizdir. Ya her şey benim olacak, ya da hiçbir şey.” Jean-Luc Godard’ın 1960 yılındaki “Serseri Aşıklar” filminde hayatını nihilizmden çok post-varoluşçu bu felsefeye adamış katil ve hırsız Michel’i o kadar iyi betimlemişti ki Jean-Paul Belmondo, sonraki nesiller aktörün kendisinin de böyle olduğunu düşündü.
Bir gecede ünlü oldu
Gerçekse tam tersiydi. Sadece kariyeri değil hayatı bile tezat ve tutarsızlık üzerine kurulmuştu. JBelmondo’yu yirminci yüzyılın klasik anlamda en romantik aktörü yapan belki de buydu. Üst-orta sınıf sanatçı bir aileden gelip anlı şanlı Fransa Devlet Konservatuvarında eğitim alsa da müesses nizama karşı gelmek doğasında vardı. Akranları geceleri tiyatro tekniği çalışırken, o ringlerde önüne geleni ilk rauntta yere seriyordu. Hocalarına bir anlamda hareket çeken saygısız mı saygısız bir piyesle okula veda edip belirsiz bir geleceğe adım atarkense, kendine sonsuz güveni vardı. Bedri Koraman’ın çizdiği Kemal Sunal afişlerindeki gibi abartılı yüzünden dolayı kariyerinin ilk başında Belmondo’ya çirkin yaftası yapıştırılmıştı. Ama işte Godard’ın filmiyle o yüz Belmondo’yu bir gecede yıldız yaptı. Utangaç köpek gibi bakan gözlerinin altındaki boksör burnunu, film boyunca başparmağını hoş bir şekilde kaydırdığı şekilsiz ama muazzam feminen dudaklar takip ediyordu. O dudaklardan çıkan cüretkar cümlelereyse yumuşak bir ses hayat veriyordu.
Benzeri gelmez
1986’da New York Times’la yapılan bir röportajda hayat felsefesi sorulduğunda şöyle cevap verdi: “Hayat felsefesi diye bir kavramı saçma buluyorum. İnsan doğar, sonra da ölür. Bu ikisinin arasına güzel bir şeyler sıkıştırabilirse ne mutlu ona. Ama sıkıştırmasa da sorun değil. Bu dünyaya gelmeyi biz istemedik zira.” Hayata derin anlam yüklemeyen, cool kavramının vücut bulmuş haliydi Belmondo. Bir daha da benzeri gelmez.