Cannes’dan gelen mini bir festival

Gezegenin en önemli sinema etkinliği olan Cannes Film Festivali’nden üç yapım salonlarda. Altın Palmiyeli Titane’ın başı çektiği filmler, eleştirmenleri ikiye bölerken sinemaseverlere minik bir festival vadediyor

Titane: Nefret eden de var ‘başyapıt’ diyen de

Yılın en çok konuşulan filmlerinden Titane, çocukluğunda geçirdiği trafik kazasından sonra kulağının üst bölgesine titanyumdan yapılan bir aparat takılan Alexia’nın hikayesi. Sonraki sahnede genç bir kadına dönüşen Alexia’yı bir otomobil fuarında dansçılık yaparken izliyoruz. Arabayla seks, cinayet, kendi kendine kürtaj gibi hassas bünyeleri rahatsız edecek sahnelerle devam ediyor film. Dünyanın en iyi aktörlerinden Vincent Lindon’un perdeye arzıyla da müthiş bir duygusal ton kazanıyor. Filmde en sevdiğim durum bu oldu zaten. Kan revandan, gözünüzü yaşartacak anlara tüy gibi geçebilmesi. Hangi filmde böyle bir duruma şahit olduğunuzu düşünün lütfen!  İlk filmi Raw’la dikkatleri üzerine çeken Julia Ducournau’yu henüz ikinci filmiyle Altın Palmiyeli bir yönetmene dönüştüren film, bir de yıldız yarattı! Başrolde izlediğimiz Agathe Rousselle ilk filmiyle yılın en çok konuşulan isimlerinden oldu. Cannes’da eleştirmenleri ikiye bölen filmden kimi nefret etti, kimi de başyapıt olarak değerlendirdi. Jüri ikinci grupta yer aldı ki, en iyi filme verilen Altın Palmiye’yi Titane’a verdi. İzleyin, bakalım siz hangi tarafta olacaksınız?

Fransız postası: Bu ne hız, bu ne kadro!

Yaşayan en yaratıcı yönetmenlerden Wes Anderson’ın son filmi The French Dispatch (Fransız Postası) tıpkı Titane gibi eleştirmenleri ikiye böldü. Seveni kadar sevmeyeni de var. Ben yine ilk gruptayım!  Fransız Postası ilk kez 2020 Cannes’da gösterilecekti ama pandemi izin vermedi: Anderson bir yıl beklettikten sonra filmini yine Cannes’da ilk kez göz önüne çıkardı. Hayali bir Amerikan gazetesinin hayali bir Fransa şehrindeki bürosunda geçen film, buraya yazı yazan üç muhabirin anlattığı hikayeleri görselleştiriyor. Ömür boyu hapse mahkum bir ressam, esin perisi gardiyan ve onun resimlerini keşfeden bir sanat simsarının hikayesiyle başlıyor üç öyküden ilki. En iyi bölüm de bu! Ardından dünyayı sarsan 1968 öğrenci olayları fonunda Fransız sinemasının çok sevdiği üçlü bir aşk hikayesi ve sonunda da çocuk kaçırma ve yemek sanatının iç içe geçtiği bir hikayeyle tamamlanıyor. Figürasyonda bile birbirinden ünlü isimlerin yer aldığı filmin kadrosunu saymakla bitiremeyiz. Favoriler Benicio del Toro, Lea Seydoux ve Frances McDormand oldu. Bir hız trenindeymişsiniz hissiyle akıveren filmi sevip sevmemeniz, hızdan ne kadar hoşlandığınızla alakalı!

Petrov Grip Oldu: Yurt dışına çıkması yasaklı

Rus sinemasının en iyi isimlerinden Kirill Serebrennikov imzası taşıyor. Öğrenci ve Yaz filmleriyle gözde yönetmenlerden birine dönüşen Serebrennikov, ülkesinden çıkış izni verilmediği için hiçbir festivale katılamıyor. Dolandırıcılık iddiasıyla yargılanıyor uzun süredir! Film, bir çizgi roman çizeri olan Petrov’un gripli kafasıyla, kimi gerçek kimi hayal (öyle sanıyoruz ama gerçekten hayal mi emin olamıyoruz!) görüntülerle minik bir günümüz Rusya panoraması çiziyor. Görüntü yönetimiyle Cannes’dan özel bir ödülle dönen film, müthiş bir set tasarımına sahip. Bu filmi de ya çok seveceksiniz ya da nefret edeceksiniz. Ben üçüncü filmde de ilk gruptayım! Yine bir hız treni durumu söz konusu Petrov için de, ben ikinci kez izlemek için sabırsızım.
Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Üç virüslü bir salgının ortasındayız