Derin Koçer
İngiliz iletişimci Philiph Gould artık iyileşme şansı kalmayan kanseriyle ölümü beklerken yazdığı When I Die (Ben Öldüğümde) kitabında ‘ölüm karşısında yenilmiş sayılmak istemediğini’ söylüyordu. Ölümle beraber yaşayan birinin, yaşamdan beklediği son anlamdı b ep insanoğlunun kafasını kurcalamış. Felsefede, dinde, biriktirdiğimiz hikayelerde anlamaya çalıştık onu. Ama başladığımız yerin çok da uzağında değiliz sanki. Arayış, onun karşısında mağlup olmama isteği de ölümle yaşlanmaya devam edecek.
Dick Johnson bir psikiyatrist. Ömrünün önemli bir kısmında ölümü düşünen insanları dinleyerek, kendilerini çözümsüz hissettikleri zamanlarda onlara çıkış yolunu, yani yaşamayı, göstererek geçirmiş. Ama artık hayatının son zamanlarında olduğunu biliyor. Alzheimer ile yıllarca mücadele eden eşini kaybetmiş, kalp sıkıntıları çekmiş, beyni de kendisine yardımcı olmuyor, yaşını da almış artık…
Ölüme mizah katmış
Kızı Kirsten Johnson ise bir ‘kamera insanı’. Ama annesinin ‘heyecanla gülen yüzünü’ bir defa bile çekememiş; hastalığını kaydedebilmiş sadece. Babasının da demansla kavgası başladığında ve onu da kaybedeceği hakikatiyle yüzleştiğinde, bu defa bir ‘veda’ filmi çekmek istiyor. Ama ölümün bilinmezliği ve karanlığıyla değil; yaşamın çekiciliği ve mizahıyla yapıyor bunu.
Netflix’te izlediğimiz. 2020 Sundance ödüllü Dick Johnson is Dead belgeselinde babasına alternatif ölüm senaryoları yazıp babasını tekrar tekrar öldürüyor: Yolda yürürken başına bir kutu eşya düşüyor, merdivenlerden yuvarlanıyor, kendi cenazesine katılıyor… Bütün ihtimalleri beraber yaşayıp üstüne bir de eğleniyorlar. İnanılmaz şeffaf bir anlatının içinde, yaşamın hesabını beraber veriyorlar. Hem hayatın inanılmaz bir kutlaması bu hem de belki de ölümün en güzel karşılanması. Hem o belirsizliğin kırılması hem de hiçbir yere gitmemesi. Bir diğer Sundance’li. Prime Video’da izleyebileceğiniz Time belgeseli ise, ailesinin yaşamı için mücadele eden girişimci-hak savunucusu Sibil Fox Richardson’ı takip ediyor. Eşi Rob ile beraber, 1997’de dahil oldukları banka soygunu nedeniyle hapse giriyor ama Rob’un aksine, 3.5 yıl sonra çıkıyor Fox. Çıktığı andan itibaren de eline kamerasını alıp 60 yıl hapis cezası çeken eşini duvarın ardında göreceği o gün için hayatını kaydetmeye başlıyor.
Savaşa devam eden dirençli kadın öyküsü
Yönetmen Garrett Bradley 20 yıl sonra CD’lerden çıkarmış o kayıtları. Ailenin bile izlemediği, dünden notlarla dolular: Çocuklarının büyümesi, işlerin yoluna konma çabası, kusurlu bir adalet sistemi ve siyah bir ailenin hayata tutunma çabası bugüne yansıyor o kayıtlardan. Savaşa savaşa yaşamaya devam eden, dirençli bir kadının öyküsü çıkıyor ortaya. Richardson “Her şeye rağmen başarmak lazım” diyor. Çocuklarını da böyle yetiştirmiş. Zira verilere göre ABD’de siyah çocukların ebeveynlerinden birini hapiste görme ihtimali, beyazların altı katı. Araştırmalar bunun, siyah çocuklar için önemli ölçüde öğrenme zorluklarına sebep olduğunu gösteriyor. Ama Richardsonlar başarılı birer genç yetişkin. Ve onlar da bu sert adalet makinesini, hoşgörülü bir sisteme dönüştürmek için annelerinin mücadelesine ortak.
Ölümden kaçmak diye bir şey yok. Onun karşısında kimin galip, kimin mağlup olacağına da karar veren bir otorite yok. Ama yaşamak için mücadele etmek, ölümün kaçınılmaz olduğu bir dünyada verilebilecek en hakiki kavga. Galibiyetin de yolu, belki de buradan geçiyordur. Kim bilir? “Tek bildiğim Dick Johnson’ın öldüğü ve çok yaşa Dick Johnson!”