Psikiyatride devrim yapacağım
Reyting rekortmeni “Masumlar Apartmanı”, “Kırmızı Oda” ve “Doğduğun Ev Kaderindir” onun romanlarından uyarlama. Kitapları hep çok satıyor. Gülseren Budayıcıoğlu bunları psikiyatristliğe yakıştıramayanları umursamıyor: “Bizde psikiyatri toplumdan uzak. İşin esas amacını unuttuk”
FOTOĞRAF: MEHMET KAÇMAZ
2020 bir Joe Biden’a bir de Gülseren Budayıcıoğlu’na yaradı” diyorlar. Ne dersiniz? Benim için de sürpriz oldu doğrusu. Pandemiye yakalandığımızda “Camdaki Kız” kitabım için Türkiye’nin pek çok ilinden çok fazla imza günü ve söyleşi talepleri geliyordu. Hatta 11 Mart’taki ilk vaka açıklamasından iki gün önce, Eskişehir’de büyük bir kalabalıkla imza günü yaptık; iç içe, kucak kucağa. O gün eve kapandım. Bir şaşkınlık yaşadım çünkü çok hareketli ve hızlı bir hayatım vardı benim, 24 saati yetiştiremeyenlerdenim. Ama sonra üretimim çok arttı. Neler yapıyorsunuz? Sürekli bilgisayar başındayım. Bahçeye bile inmeden, evde yürüyüşler yapıyorum. Evde üç öğün yemek yiyorum, bu benim için yeni. Seminerler, webinarlar, röportajlar istiyorlar, onlara katılıyorum. Bir yandan da yeni kitaba hazırlanıyorum. Ve şurası kesin, pandemi olmasaydı üç diziyi çıkaramazdık.
En çok Kırmızı Oda için çalışıyorum
Dizilere ne kadar müdahilsiniz? Senaryo yazılmadan önce uzun süre bir dizi üzerine konuşuyoruz. Yapımcının ve benim kafamızdaki şekle gelene kadar çalışıyoruz. Ne zaman birinci bölüm senaryosunda aradığımızı bulursak yola çıkıyoruz. Ve hikaye nereden girecek, nereden çıkacak, belirliyoruz. Yani en çok, dizi çıkmadan önceki dönemde çalışıyorum. Daha sonra her bölümün senaryosunu okuyup revizyonlar yapıyoruz. Üzerinde en çok çalıştığım senaryo her zaman Kırmızı Oda. Çünkü doğrudan ben varım. “Aradığımızı bulursak” dediniz. Nedir aradığınız? Benim kitaplarımda ilk sırada şu vardır: Bu hikayeler üzerinden, insanlara kendilerini tanıtmak. Aynı anlayışı dizilerde de gösteriyorum. Hem izleteceksiniz hem de onlara mesajınızı en iyi vereceksiniz ve mutlaka duygulandıracaksınız. Psikiyatrinin de birinci işi budur zaten: Duygulandırmak. Bu dizileri yapma sebebim de bu karakterler aracılığıyla insanlara kendini anlatabilmek, farkındalığı artırabilmek.
Safiye üzerinden şifa dağıtıyoruz
Seyirciye kendini anlatmak dediniz. Bu yılın flaş karakteri, Masumlar Apartmanı’ndaki Safiye bize ne anlatıyor? OKB dediğimiz Obsesif Kompulsif Bozukluk yani titizlik, ayrıntıcılık, kararsızlık gibi özellikler bizim ülkemizde çok fazla. Safiye’yi yazarken ilk yola çıkış nedenim buydu. Kiminde küçücük bir temizliğe merak, kiminde biriktirme, kiminde takıntılar şeklinde ortaya çıkar. Temelinde hep suçluluk duygusu vardır. Bu suçluluk duygusu da doğduğumuz evlerde beynimize kazınır ve hayatı yaşanmaz hale getirir, kişinin kendiyle ilişkisini bozar. Yani suçluluk duygusu hepimizde yaygın biçimde var, öyle mi? Dünyada da çok yaygındır ama bizde daha fazla. Biz köklü bir imparatorluğun devamıyız ve oradan gelen köklü gelenek, örf, ve kurallar var. Bunlar insan ilişkisini artırır ve yalnız hissetmeyi engeller ama bazen de iç dünyamızda ciddi zorlanmalara neden olur. Özellikle kız çocuklarına ayıp ve günah öğretilir. Anneyle ilişkide sınırları tam yakalayamayız. Mesela Safiye’de ölmüş anneyi konuşturuyoruz. O aslında bilinçdışımız. Bize “İşe yaramazsın, yanlış yaptın” vb. deyip duruyor. Halbuki Safiye ölene kadar her şeyini anneye vakfetmiş. Buna rağmen asla annesini memnun edememiş. O temizlikleri yaptıktan sonra bile bir aferin alamamış. Bakın bunun mekanizmasını anlatayım size. Kendi hayatınızdan kısıntı yaparak önceliği karşı tarafa veriyorsunuz. Duygularınızdan, isteklerinizden fedakarlık ediyorsunuz. Ama karşı taraf sizi suçlamaya ve kullanmaya devam ediyor. Bu durumda iç dünyamızda ciddi bir öfke ortaya çıkar. Bu öfkenin yöneldiği kişi kim? Çok kutsal bir yere oturttuğumuz anne. Dolayısıyla öfke muhatabına tam olarak ulaşamıyor. Ulaşsa ulaşmasa da ciddi bir suçluluk oluşur. Zaten Safiye için kimse “Bu anne nereden çıktı, neden böyle diyor” falan demedi. Herkes o duyguyu Safiye üzerinden kendinde yakalıyor. Bu anlamda Safiye üzerinden şifa dağıttığımızı düşünüyorum.
Boğaziçi’nin rektörü su işleri müdürü gibi atanmamalı
Siz ‘hükümete yakın’ olarak biliniyorsunuz. Hiçbir partiyle direkt ilişkim olmadı, bu yolu hiç seçmedim. Tek bir görüşü de hiç savunmadım. Ama benden kadın cinayetleriyle, şiddetle ilgili hükümet yardım isterse sonuna kadar yanlarında olurum. Ama bunu başka bir parti isterse de onların yanında olurum. Zaten öyle olmalıyız. Benden bugüne kadar Ak Parti dışında talep eden olmadı. Örneğin CHP’nin talebi olacaksa bana ulaşabilirlerdi. Bana sadece Ak Parti ulaştıysa demek ki bazı şeyleri daha iyi değerlendiriyorlar. Bir tarafın adamı olmayı da kendime yakıştıramam. Kendinizi 68 kuşağından biri olarak tanımlıyorsunuz. Akademi tecrübesine de sahip biri olarak, Boğaziçi Üniversitesi’nde olup bitenlerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Üniversitede, hele de Boğaziçi gibi özellikli bir yerde bu atamayı ben Devlet Su İşleri’ne genel müdür atamak gibi görmüyorum. Çok özenle seçilmeli. Hatta sadece rektör için de değil, her kademe için. Rektör de bilimsel olarak diğer profesörlerin önünü açacak bir liyakate sahip olmalı. Burada bu uygunluğu bulamıyorum. Melih Bulu hakkında bilgi sahibi değilim ama öğrenciler, hocalar itiraz ediyor. Yani neden kendi içlerinden biri gelmesin ki? Ve de siyasetin burada işi olmamalı.
Doktorluğumla aram iyi
Psikiyatriste gitsem kendime giderdim. Psikiyatristliğimle aram iyi. Ama onun dışında her konuda kendimle iyi değilim. Bir, çok fazla çalışıyorum. İki, iyi bir ev hanımı olamadım. Üç, bazen ani parlamalarım olur. Dört, biraz daha kadınsı olmayı dilerdim. Bazı taraflarım eksik.
Modern kadın aşk acısını daha derin yaşar
Kitaplarınızdaki karakterlerin aşkları, ilişkiler eski havalı, nostaljik. İlişkiler bugün sizin anlattığınız gibi yaşanmıyor. Uzun ince bir yolun başı sonu arasında farklar olsa da insan her zaman insandır. En modern yaşayan, törelerden, örflerden arınmış insanın bile ruh yapısında geçmişin izleri vardır. Örneğin genç kızlarımız, özellikle onları söylüyorum çünkü erkekler hep daha özgürdü, bizim hayal bile edemediğimiz şeyler yaşıyorlar. Erkek arkadaşları oluyor, ayrılıyorlar, aldatıyorlar, evlenmeden önce ilişki yaşıyorlar. O kızların da iç dünyalarında kalıplar değişmez. Terk edilen kadınların hepsi bunu az ya da çok bu şekilde hissederler. Anlayışları, dışa yansıttıkları kişilikleri ne kadar değişik olursa olsun iç dünyalarında öfkeyi, değersizleştirilmeyi çok benzer yaşarlar. Hatta modern kadın daha derin yaşar. Çünkü daha özgürdür, karşı cinsle eşit haklara sahiptir, kimseye muhtaç değildir. Geleneklere bağlı yaşayan kadın ise annesinde de bunu görmüştür ve aldatılmayı, terk edilmeyi daha doğal karşılar, boyun eğmenin yollarını arar. Modern kadın ise kendine yatırım yapmıştır ve kendini değerli ve önemli biri olarak ilan etmiştir. Kırılması daha büyük olur.
Biz bu bilimi ülkemize doğru uyarlayamadık
Bizde psikiyatri, psikiyatrist hep toplumdan uzak, izole… Bir Başkadır dizİsindeki gibi, duvar gibi oturan psikiyatristler var ya. Böyle bir şey var mı ya? Psikiyatri konusunda Türkiye’de bir devrim yapmaya kararlıyım. Bizim görevimiz onlara ulaşabilmek. Hedefimiz insanlara yardımcı olmaktan çıktı, “Bu iş böyle yapılır, psikiyatrist müdahale etmemelidir, duygularını belli etmemelidir”e döndü. Ne yapıyorsun ya? Biz doğru ithal edemedik, ülkemize uyarlayamadık.
Bu eleştirdiğiniz şeyler evrensel psikiyatri kriterleri değil mi?
Ayırmamız gerekiyor. Bu tarz psikanalize dediğimiz yönteme uygun var ama biz uygulayamıyoruz. Dünyada da azalıyor çünkü hasta size yıllarca haftada en az üç kere gelecek. Bizim bu şanslarımız yok. Ama bu şartlarda “Kural böyle, öyle duracak, böyle duracak.” Ne yaptığınızı zannediyorsunuz? Biz amacı unuttuk. Bizim amacımız o kişiye yardımcı olabilmek.
Eşcinsellik hastalık değil, kimseyi tedavi edemedim
Kitaplarınızda eşcinselliği, ‘hastalık’ olarak tanımlayan ifadeler nedeniyle de çok eleştirildiniz. Artık bir hastalık değil, üçüncü bir cins olarak kabul edilmesini doğru buluyorum. Ben hiçbir eşcinseli tedavi edemedim, eşcinsellikten vazgeçiremedim. Fakat psikiyatriye daha fazla ihtiyacı oluyorlar çünkü özellikle bizimki gibi tutucu toplumlarda kendilerini kabul ettirmeleri için zorlu bir süreçten geçmeleri gerekiyor. Çok eşcinsel hastam var ve zaten “Beni bu durumdan çıkar” diye gelmezler. Ailelerinin böyle istekleri oluyor ama öyle bir şey yok tabii.