“1700 yıl önceki Roma günümüzden farksız”

Akademisyen ve yazar Nazan Bekiroğlu’nun altı yıl aradan sonra gelen yeni romanı Kehribar Geçidi, okuru M.S. 300’lü yılların Roma’sında dolaştırıyor

Hülya Çelik
2015 yılında yayımlanan Mücellâ’nın ardından yeni romanını uzun zamandır beklediğimiz Nazan Bekiroğlu, Kehribar Geçidi’yle (Timaş Yayınları) geri döndü. Bekiroğlu’nun “Beni en çok yoran, en çok ağlatan ve en çok mutlu eden romanım,” dediği Kehribar Geçidi, M.S. 300-600 yıllarının Roma’sı ve Yedi Uyurlar üzerinden insanoğlunun dünyayla ve güçle imtihanını anlatan çok katmanlı bir hikâye sunuyor. Nazan Bekiroğlu Kehribar Geçidi’ni O2’ye anlattı.  Nar Ağacı, Mücella gibi romanlarınızdan tarihi hikâyeler okumaya alışkınız ancak bu kez sınırları genişletiyor ve M.S. 300’lü yılların Roma’sına götürüyorsunuz bizi. Nedir sizi bu hikâyeye sürükleyen, Roma’ya götüren? Her şey 2013’te bir okuyucumun hediye ettiği bir defterin ilk sayfasına durup dururken bir sahne yazmamla başladı. Yedi Uyurlar’dan bir karakter, köpeğin önce ayaklarını görüyordu ve ben o zaman bunun lâhit kopyacısı olduğunu bile bilmiyordum. Hikâye Yedi Uyurlar üzerinden gelişecekti besbelli ama bunun bir hidayet hikâyesi değil insanlık hallerine dair evrensel bir yorum olmasını tercih ettim. Batı geleneğinde bu metin Roma zemininde teşekkül etmiş vaziyette. İmparatorluk olarak Roma’nın içerdiği tezatlar (o uygarlık-bu vahşet) bir roman için gerekli çatışmalara, dramatik sahnelere fazlasıyla müsaitti. İlerleyen okumalarım esnasında Roma’nın büyüklüğünün mal olduğu bireysel acıların günümüz tarihçileri arasında bile çok az dikkat çektiğini gördüm. Bu, romancının sırtına kalıyor.  Yedi Uyurlar Efsanesi üzerinden insanoğlunun dünya üstünde verdiği imtihanları anlatan romanınız aynı zamanda hacimli bir Roma anlatısı. Şehri ve imparatorluğu o dönemdeki haliyle anlatabilmek ve döneme dair yaptığınız tasvirlerin canlılığını sağlayabilmek için nasıl bir araştırma sürecinden geçtiğinizi çok merak ediyorum. Çok fazla, belki gereğinden de fazla okudum. Çünkü bu okumalar beni avuttu, keşke hiç bitmeseydi. Yüzlerce sayfalık notum, geniş bir kaynakçam var. Çoğu akademik çalışmalardı bunların. Diğer yandan 2018 yazında Roma’ya gittim. Colosseum’da yeraltı, Pantheon’da bir güvercin tüyü. Her şey yerine o ziyaretten sonra oturdu.  Romanda Azatlı Köle Vitalis, Lahit Kopyacısı Efesli Linus, Yazıcı Köle Simonides gibi oldukça ilginç karakterler var... Yedi başkahramanlı bir roman ilk anda beni biraz düşündürdü. Yazıcı köleyi merkeze alıp diğerlerini silik olarak ona eklemlemek istedim. Fakat diğerleri o kadar üzerime üzerime geldiler ki hangi okuyucunun yedi baş karaktere takat getirebileceğini düşünmeyi bir tarafa bırakarak istediğim gibi anlattım. Yine de kurgu beni zorladı. Sonra kusurlu bir sikkenin Roma’yı dolaşıyor olması içime sindi. Yedi karakter aynı olay örgüsünün içinde nasıl istiflenir? Çok figürlü bir Michelangelo tablosunun piramidal yapısıyla karşılaşınca tamam dedim. Böylece ilk beş karakter tabanı oluşturdu. İkisinin hikâyesini sonraya bıraktım. Roman boyunca elden ele bütün Roma’yı gezen o sikke gibi okuyucuyu Colosseum’dan Tiber Irmağı’na, Şifa Tapınağı’ndan Forum’a adım adım gezdiriyorsunuz. Dünyaca ünlü bir başkentin 1500 küsur yıl önceki halini yeniden canlandırmak çok heyecan verici ve aynı zamanda oldukça da zor olmalı… Bir duygu kamaşması, ihtiraslı bir anlatma hali, öğrenme isteği, eski haliyle görme arzusu. Fakat her şey yine de hayal ve birkaç bilinçli anakroni de eksik değil. Romancı her şeyi net çatışmaların içine oturtmak ister oysa tarihin gri alanları fazladır. 

Evrensel insanlık halleri

M.S. 300-600 yılları arasında resmettiğiniz o atmosferle, dönemin ve imparatorluğun o zamanki durumu, o zamanki çatışmalar ve insanlık halleriyle günümüz dünyası arasında bir bağlantı kurabilmek mümkün mü sizce? Fazlasıyla mümkün. Zaten bu romanı ilgilendiren de işin bu yönü. Yoksa bugünün Türkiye’sinde bu kadar eski ve uzak bir hikâyeyi anlatmaya niye heves edeyim? Fakat somut benzerlikler o kadar güçlüydü ki burada da dikkatli olmak gerekti. Çünkü bu tür bir simülasyon bir noktadan sonra romanın güncel anlamda politize olmasına ve edebi anlamda aşınmış bir dar alana sıkışmasına sebebiyet verebilirdi. Oysa benim istediğim evrensel insanlık halleri, tarihin kendisini sürekli tekrar etmesi etrafındaki temel ilkelerdi.   Peki Kehribar Geçidi Nazan Bekiroğlu külliyatının neresinde duruyor sizce? Kehribar Geçidi, Nar Ağacı’nın tam yanında duruyor. Beni en çok yoran, en çok ağlatan ve en çok mutlu eden romanım oldu. 
  • Kehribar Geçidi / Nazan Bekiroğlu / Timaş Yayınları / Roman / 608 Sayfa
Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Üç virüslü bir salgının ortasındayız