280 kilometrelik yürüyüşün romanı
Nermin Yıldırım’ın kitapları birbiri ardına çeşitli dillere tercüme edilirken, yeni romanı Ev de çıktı. Yazara göre ev bir yanıyla sığınma ve huzuru, bir yanıyla sıkışmışlığı simgeliyor
Sibel Oral sibelo@gmail.comSevilen yazar Nermin Yıldırım, romanlarının yabancı dillerdeki çevirilerine yeni eklenen dillerin haberleriyle bugünlerde yine gündemimizde. Rüyalar Anlatılmaz, Çince ve Lehçe dahil pek çok dilden sonra 2021’in ilk günleri İngilizce yayımlanmıştı. Dokunmadan ise İspanyolcanın ardından bahar aylarında İtalyancada da yayımlanacak. Biz gelelim Yıldırım’ın en yenisine… Unutma Beni Apartmanı ile edebiyatta başladığı yürüyüşünü, Ev adlı yedinci romanıyla sürdüren Nermin Yıldırım; bu romanında kendi içsel hac yolculuğunu sürdüren kahramanı Seher’le birlikte bizleri Porto’dan Santiago’ya kadar bir yürüyüşe çıkarıyor.
Bu uzun yürüyüşü ve Nermin Yıldırım’ın, Ev üzerinden edebiyattaki meselelerini konuştuk.
Göbek bağına kadar uzanan bir yolculuk
Emin değilim ama bu romandan çok önce başladığı kesin. Evin yolunu aramak, insanın varoluşuyla ilgili, çok eskilere, göbek bağına kadar uzanan uzun bir yolculuk. Benimki de öyle.
Aidiyet, yurt, yurtsuzluk, kimlik, yuva, aile, kök senin edebiyatının meseleleri arasında başı çekiyor. Ev ülkenin, dünyanın kendisi gibi. Ev senin için ne ifade ediyor?
Çok katmanlı bir yapı. Her şeyin başı ve belki de sonu gibi. Bir yanıyla sığınma ve huzuru temsil ediyor ama bir yanıyla da bitmeyen bir huzursuzluk, kıstırılmışlık demek. Ve her şeyden önce bitimsiz bir arayış hali.
Ev sence hep dönülen yer mi? Bizde “eve dönüş hikâyeleri” çok sevilir biliyorsun, bu yüzden soruyorum biraz da…
Topraktan ve kendisinden koparak, kanayarak ayrılanların, dönüş hikâyelerini sevmesinde şaşılacak yan yok. Ben de seviyorum. Ama dönmenin imkânsızlığına da inanıyorum. Döneriz belki de ne biz aynı kişiyizdir ne döndüğümüz aynı yerdir artık. Ama işte hayat boyu huzuru bulacağımıza inandığımız o yeri arar dururuz.
Bu romanı yazmak dilimi de çözdü
Sen de 2019’da Porto’dan Santiago’ya kadar yürümüşsün. Bu rotanın, bu mekânın senin için, Seher için anlamı nedir?
Camino de Santiago’nun benim için öncelikli anlamı büyüleyici bir yürüyüş yolu olmasıydı. Seher’e gelince, o sadece yürümek için değil, gizli hesaplarla çıkıyor bu yola. Bu hac yolu boyunca, içeride başka bir yolda yürüyor. Kendi içsel haccını gerçekleştiriyor. Daha evvel aldığı EMDR terapisinden hareketle geçmişini hatırlıyor. Terapide öğrendiği gibi fotoğraf fotoğraf geçmişi açıyor, hayatına bir fotoğraf albümü gibi bakıyor.
Ev’den bir alıntı yapacağım: “Hiç canım yanmıyormuş, yol beni yormuyormuş gibi kuyruğu dik tutmaya çalışarak yürüyorum…” Hem kahramanların hem de onları yaratan, yazan sen de böylesiniz diye düşünüyorum… Onları ve bu cümleleri sana yazdıran şeylerin başında ne geliyor?
Hayat ve öğrendiklerimiz tabii. Canı yananın kendini yere attığı, ağladığı ya da en iyi ihtimalle acısının dinmesini beklediği yer çocukluktu sanırım. Büyürken güçlü görünmek için, yaralandığımızı çaktırmamak için kırık kaval kemiğinin üstünde sekerek kendimizi büsbütün paraladık. Ama neyse ki bu feci bilginin de bir miadı var. Bir yerlerde, canım yanıyor demeyi yeniden öğreniyorsun. Ve bu, acıyı dindirmenin ilk adımı oluyor. Ev bu anlamda dilimi çözen bir roman oldu.
Cinayet mahaline dönen bir katil gibi, ilk kitaba dönüş
Ev’in sonunda Seher ilk romanın Unutma Beni Apartmanı’na götürüyor bizi…
Cinayet mahalline dönen bir katil gibi ya da başladığı yere, ana rahmine dönen fetus gibi. İkisi de aynı şeydir belki. O zaman şöyle diyelim; kendi cinayetinin mahalline dönen bir katil gibi.
Nasıl başlıyorsun bir romana?
Bir dertle. Onu kaşımaya, sonra kazımaya başlıyorum.