Tarık Tufan, onuncu romanı Geç Kalan’ı (Doğan Kitap) Tuhaf Dergi’de tefrika etmeye başlamış. Kaybettiği bir kadını hafızasında, hatıralarında ve şehirde arayan bir adamın yolculuğunu anlatıyor roman. Aslında yolculuğu anlatıyor demeyelim, okuyanını da o yola düşürüp bir yolculuğa çıkarıyor. Sahile vuran ölü bir atı ilk gören anlatıcının yanı başında başlayan yolculuk, bir ambulansın içinde sona eriyor. Okur da kendi iç yolculuğuna çıkıyor belki. Roman bitse de yolculuk devam ediyor. Neye, nereye? Belki de hep geç kaldıklarımıza… Tarık Tufan’la Geç Kalan üzerinden bakın neleri konuştuk. Nasıl bir motivasyonu vardı Geç Kalan’ı yazmanın? Şehirde, yaşam çemberinde, ilişkilerinde ve nihayetinde kendi içinde sıkışmış, hapsolmuş insanların dünyasını ilgi çekici, anlatmaya değer buluyorum. Çünkü bu sıkışma hali insanın hayatla temel ilişkisinde sarsıcı olayları tetikliyor. İçten içe bir özgürleşme arayışı, var olma kavgası diyebiliriz. Peki bu özgürleşmeye asıl engel kendisiyse, kendi varoluş haliyse nasıl baş edebilecek bununla? Zaaflarından, zayıflıklarından, geç kalışlarından kaynaklanan yaralarını iyileştirmeye çalışırken sevdiklerini kaybetmenin acısı da eklenirse ne olur? Hayat bazen insanın üzerine ölçüsüzce gidiyor. Güçlü bir benlik inşa etmek kolay değil. Ruhsal ve duygusal bir denge oluşturmak, içsel huzura erişebilmek pek çok insan için imkânsız hale geldi. Hayatın sıradan akışını kuran akıl, insanı yalnızlaştırıyor, güvensizleştiriyor, rekabete çağırıyor, çıkarları üzerinden başkalarıyla karşı karşıya getiriyor. İnsanın bütün güzel özellikleri, bu hayat kurgusu içinde zaaf olarak telakki ediliyor. Ben de bütün bunlarla kıyasıya yüzleşen, iç sesi oldukça kuvvetli ve kendine karşı acımasız olan bir insanı yazdım Geç Kalan’da.
“Geç kalmak bir varoluş derdidir”
“Geç kalmak, zaman meselesi değil bir varoluş derdidir,” diyorsunuz. Bunu biraz konuşalım… Sıradan günlük hayatı kuran akıl hepimizden hızlı olmamızı bekliyor. Her şeyin bu kadar hızlanmasının varoluşsal bir değeri yok. Belki en önemli güdü tüketimde geriye düşmemek. Her şeyi bu kadar hızlandırırsanız anlam, hakikat, tefekkür, tahayyül boşluğa düşer. Hızlanmanın acımasız bir tarafı da var: Güçsüzler, yoksullar, yoksunlar, ağırkanlılar, zayıflar her koşulda geride kalmaya mahkûmlar. Hayatı hızlandırmak hakikatle bağımızı koparan, duygusal dengemizi sarsan, ruhumuzu ezen bir barbarlık biçimidir. Bu yüzyılda tökezleyen insan sayısının artmasının nedenlerinden biri belki budur. Herkes deli gibi bir şeye yetişmeye çalışıyor. Bir yeri gezerken bile sadece sosyal medyada paylaşacağımız fotoğrafları vazife olarak çekip, oradan hemen uzaklaşıyoruz. Dokunmadan, hissetmeden geçiştiriyoruz bütün anlarımızı ve duygularımızı. Herkes bir yere yetişmek ister gibi. Nereye? Belki de ölümden kaçabilmek için hızlandı modern insan. Böyle bir hayatın içinde “geç kalmak” bir zaman meselesi olmaktan çıkıyor ve bir varoluş derdine dönüşüyor. Kendimce aslında şunu soruyorum: ‘Geç Kalan’ hanginiz?
“Ben aslında şu zamanda doğmalıymışım” der bazıları, bu genelde de geçmiş zamandır, yani aslında geç kalandır bu dileği dileyen sanki. Siz ne düşünüyorsunuz insanların eski zamana duyduğu, gittikçe artan özleme dair?
Dört yanımızı saran hayat çemberi, ruhsal dengemizi, güvenli ilişkilerimizi, içsel huzurumuzu paramparça ettiğinde sabit bir yere, bir şeye tutunma telaşına düşüyoruz. Belki de güvenli varoluş anlarına. Böyle anlarda ilk yaptığımız şey geçmişe dönüp bakmak, tanıdık bir şeyler bulmak, benliğimizi sığdırabileceğimiz bir çatının altına girmek. Eski zaman muhayyilemizde her an dönüştürebileceğimiz bir şey. Geçmişi kendimiz için yeniden yaratıyoruz ve şimdinin bütün acılarından arındırarak kurguluyoruz. Bu çağ hepimizin ruhuna saldırıyor.
Şiirsel ve sembolik bir dil
Bu romanı yaşar ya da yazarken dil ve kurgu üzerine nasıl bir zihinsel mesainiz oldu?
Böylesi bir yolculuğu anlatabilmek için son derece şiirsel, sembolik bir dil kullanmanın gerekli olduğunu düşündüm ve Geç Kalan’ı böyle bir üslupla yazdım: Şiirsel, bazen bilincin aktığı gibi savruk. Kursakta kalanı söyleyebilme ağrısı. Romanlarımda hikâyeyi farklı karakterlerin dilinden anlatmayı seviyorum. Özellikle bazı hikâyelerde farklı anlatıcıları devreye sokmak kurmacada bana bir genişlik açıyor. Geç Kalan’da birinci tekil şahıs ve ikinci tekil şahıs dilini kullanan iki ayrı anlatıcı (yoksa aynı mı?) var. Karakterin iç sesi oldukça kuvvetli olduğu için benliğine dönük “sen” hitabını özellikle seçtim. Sanırım okur, böylelikle ana karakterin hafızasına daha çabuk girecek.
- Geç Kalan / Tarık Tufan / Doğan Kitap / Roman / 144 Sayfa