“Canınızı yakan hikâyelere kulak verin”

Filiz Aygündüz yeni romanı Annem Beni Görsün’de çocukluktaki kaygılı ilişkilerin yetişkinliği nasıl etkilediğini anlatıyor

Kültür sanat gazeteciliğine uzun yıllardır emek veren Filiz Aygündüz’ün Kaç Zil Kaldı Örtmenim? ve Prens Prensesi Sevmedi’den sonra, üçüncü ve yeni romanı Annem Beni Görsün (Doğan Kitap), sürprizli bir hikâyeye sahip. Beyaz yakalı hayatını bırakıp kendini edebiyata adayan ve başarılı bir yazar olan Zeynep’in hikâyesiyle açılan roman sonrasında Alp’in dünyasına sorularla örülü bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Bu sorular aynı zamanda okurun -ne mutlu ki- kendine sormak zorunda kaldığı sorular da oluyor. Ben Annem Beni Görsün’ü bir terapi gibi okudum, psikolojik altyapısı ile güçlü bir roman. Hem bir erkeğin hem de bir kadının dünyasına incelikli bir bakış… İşte tüm bunları Filiz Aygündüz’le konuştuk.  

İyi yazan çocuklar genelde yazarlığa teşvik edilmez

Öncelikle romancı kahramanınız Zeynep’ten başlamak istiyorum. Kurumsal hayatı bırakıp edebiyata yönelen ve hayatını buradan kuran biri Zeynep. Onu bu şekilde yaratmanızdan başlayalım… Zeynep’in iyi yazdığı daha ilkokuldayken öğretmeni tarafından fark edilmiş. İyi yazan çocuklar, genelde yazar olmaya teşvik edilmez. En fazla sosyal bilimler önerilir. Zaten yazı yazmanın okulu da yoktur. Zeynep de genel düzende ilerleyip kurumsal iş hayatına atılmış. 10 yıl süren başarılı bir kariyeri olmuş. Birçok yazarın geri planında benzer bir hikâye görürüz. Çok sayıda yazarın yazarlıktan önce çalıştığı, hayatını kazandığı farklı bir mesleği vardır zaten. Yazma derdine ve yeteneğine sahip olanların bir bölümü ömrünü eğitimini aldıkları işle geçirir, yazma kasları zayıflar. Ama bir bölümü de yazıda ısrar eder ve yazarak yaşamak için büyük mücadele verir. Zeynep de onlardan biri. Benim gibi. Mimar Sinan Üniversitesi Matematik Bölümü’nü bitirip sekiz yıl matematik öğretmenliği yaptıktan sonra yazarak yaşamak için işimi bırakıp gazeteciliğe başladım. Yazdığım, okuduğum çok mutlu bir iş hayatım, dört kitabım oldu. Aslında biraz da bu durumda olanlara ‘hadi’ demek, onları yüreklendirmek istedim.   Romanın temel meselesi görülmek. Görülmenin, kendini gösterme ihtiyacının baskın olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu görülme ihtiyacını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Görülme isteği psikolojik açıdan son derece sağlıklı. Hepimiz bizi, duygularımızı, yaptığımız işi, verdiğimiz emekleri görsünler istiyoruz. Görsünler, anlasınlar, takdir etsinler. Bu bütün bir hayata yayılan temel bir ihtiyaç. Ama en çok da çocukluk çağında gerekli. Annemizin ya da ilk bakım verenimizin bizi görmesi, anlaması sağlıklı bir psikolojik sermaye oluşturabilmemiz için olmazsa olmaz. Ne var ki çocukluklarında anneleri veya ilk bakım verenleri tarafından dikkate alınmayan çocuklar yetişkinliklerinde büyük sorunlar yaşıyor. Romanın ana karakteri Alp gibi. Buna dikkat çekmek istedim romanımda. Günümüzün görülme ihtiyacını çok sağlıklı bulmuyorum. Sosyal medyada üç beş “like” almak uğruna uçurum manzaralı bir köşede “selfie” çekerken düşüp ölenleri gördük. “Like” sayısı istediği düzeye ulaşmayınca deprese olanlar var. Onları dinlesek kim bilir nasıl “görülmeme” hikayeleriyle karşılaşırız. “Görülme” ihtiyacının ve sağlıklı bir şeklide giderilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Özellikle annelerin çocuklarını görmesinin... Alp’in de geldiği noktanın temel kaynağı annesi. Sizi anne- çocuk ve görülme üçgenine getiren neydi? Matematik ve yazının yanı sıra beni en çok heyecanlandıran alan psikoloji. Okumalarımın büyük bir bölümü psikoloji temelli. İlk iki kitabım, Kaç Zil Kaldı Örtmenim ve Prens Prensesi Sevmedi toplumsal ve bireysel temelli psikolojik romanlar. Üçüncü kitabım Gel Hayattan Konuşalım, Psikiyatr Alper Hasanoğlu’yla hayatı psikolojinin süzgecinden geçirdiğimiz bir nehir söyleşi. Bundan sonraki romanlarım da psikolojik roman kategorisinde ilerleyecek. Annem Beni Görsün onlardan biri. İki yıl önce psikoloji yüksek lisansı yaparken “çocuk psikolojisi” ile ilgili çok fazla okuma imkânım oldu. Çocuğun annesiyle kurduğu güvenli ilişkinin ne kadar hayati olduğunu fark ettim. Kaygılı ve kaçıngan ilişkilerin çocuğun yetişkinlikteki hayatını nasıl olumsuz etkilediğini de. Bu ilişki türünün önemini anlatmak istedim yeni romanımda. Kitabı yazarken Psikiyatr Alper Hasanoğlu’nun danışmanlığını aldım. Buradan kendisine teşekkür ederim.   

İnsanların öykülerini dinlemek affetmeyi kolaylaştırıyor

Aslında en başta Zeynep’in hikâyesi gibi okuyoruz Annem Beni Görsün’ü ama sonrasında çok başka bir yere götürüyorsunuz okuru. Bu yazarken yolda mı oldu yoksa en baştan bu sürprizli kurguyu planlamış mıydınız? Aslında amaç sözünü ettiğin ama “teaser” vermemek için ne olduğunu söylememe nezaketinde bulunduğun psikolojik bir rahatsızlığı içeren sürprizli kurgu üzerine yazmaktı. Çok heyecan verici ve polisiye tadı olan bir yazma süreciydi benim için. Bu süreç, her anında anne çocuk ilişkisine dayanıyordu. Özetle paralel gittiler.   Ben Alp’e hiç kızmadım, siz onu yaratır ve yazarken nasıl bir empati içine girdiniz? 40’tan sonra insanların hikâyelerini dinlemenin affetmeyi kolaylaştırdığını gördüm. Yazarken, Zeynep’e büyük bir travma yaşattığı halde Alp’e de hiç kızmadım senin gibi. Hikâyesi her şeyi anlatıyordu. Onu anlamaya, ona şefkatle yaklaşmaya çalıştım. Bunu yapınca da ona kızamadığımı gördüm. Aslında bu romanın dertlerinden biri de bu: “Canınızı yakan insanların hikâyelerine kulak verin. Onları anladığınızda daha az yanacak canınız”.
  • Annem Beni Görsün / Filiz Aygündüz / Doğan Kitap / Roman
Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Üç virüslü bir salgının ortasındayız