Deniz Goran: İstanbul romanda bir şehirden öte bir karakter işlevini görüyor

İlk romanı Türk Diplomatın Kızı ile çok satanlar listesinde adını duyuran yazar Deniz Goran, Düşbaz Kitap’tan yayımlanan ikinci romanı Sen Benle, İstanbul Benimle ile okuru geçmişin yükleri, şehirlerin yankıları ve kaybolmuş ruhların sarsıcı buluşmasıyla yüzleştiriyor; Gezi Direnişi’nin gölgesinde, iki karakterin, Ada ve Lucian’ın hikâyesini anlatıyor

Ebru D. Dedeoğlu

Deniz Goran, Düşbaz Kitap’tan yayımlanan ikinci romanı Sen Benle, İstanbul Benimle ile okuru geçmişin yükleri, şehirlerin yankıları ve kaybolmuş ruhların sarsıcı buluşmasıyla yüzleştiriyor. İlk romanı Türk Diplomatın Kızı ile çok satanlar listesinde adını duyuran Goran, bu kez Gezi Direnişi’nin gölgesinde, İstanbul’un büyüsü ve Londra’nın soğuk yalnızlığı arasında sıkışmış iki karakterin, Ada ve Lucian’ın hikâyesini anlatıyor. Gezi’nin yarattığı travmalarla Londra’da yeni bir hayat kurmaya çalışan Ada, bir sanat fuarında Lucian’la karşılaştığında, ikisi de kendi yaralarının derinliğini fark ediyor. Lucian, sanat dünyasının parlak ama içi boş dünyasında tükenmiş bir galerici, Ada ise aidiyetsizlikle boğuşan bir kadın olarak, geçmişleriyle yüzleşmek ve yeniden başlamak arasında savruluyorlar. Goran’ın kalemi, İstanbul’u bir şehirden öte, bir karakter gibi ete kemiğe büründürerek; aşk, kayıp, umut ve direnişin izlerini güçlü betimlemeler ve duygu yüklü diyaloglarla örüyor. Sen Benle, İstanbul Benimle yalnızca bir aşk hikâyesi değil; aidiyet arayışının, yitip gitmiş hayallerin ve insanın kendiyle hesaplaşmasının romanı. Ada ve Lucian’ın karşılaşmasında hayatın kırılma anlarını yakalayan Goran, “İnsan, nereye ait olur? Geçmişin yüklerinden gerçekten kurtulabilir mi?” sorularını cesur bir şekilde sorguluyor.

Çok satan Türk Diplomatın Kızı kitabından sonra ikinci romanınız Düşbaz’dan çıktı. İlk romandan bugüne neler oldu? Hayatınızda neler değişti? Biraz anlatın bize kendinizi.

İlk romanım 2007’de Britanya’da yayımlandığında Londra’da bir çağdaş sanat galerisinde çalışıyordum. Yaklaşık iki sene sonra, kendimi roman yazarlığına adamak üzere oradan ayrıldım. Ancak her şey planladığım gibi gitmedi, o ara özel hayatımda sıkıntılı bir dönemden geçiyordum ve bir süre yazmaya odaklanamadım. İkinci romanıma nihayet 2013 yılında, oğluma hamileyken başladım. Sen Benle, İstanbul Benimle’yi tamamlamak yaklaşık yedi yılımı aldı. Bunda yeni bir anne olmamın payı kuşkusuz büyük. Bir de her kitabın kendine ait bir oluşum süreci vardır. Bir an evvel bitsin ve yayımlansın diye acele ederek romanın içeriğinden ve üslubundan taviz vermek istemedim. Fakat yapı olarak sabırsız biriyimdir ve tüm karalılığıma rağmen bu sürecin zaman zaman beni zorladığı ve bunalttığı oldu. Biraz da bu ruh halinden uzaklaşmak niyetiyle 2018 yılından itibaren Selin Tamtekin adıyla T24 haber sitesi için sanat yazıları kalem almaya başladım. Kader Attia, Albert Oehlen ve Tracey Emin gibi çağdaş sanata damgasını vurmuş sanatçılarla söyleşiler yaptım. Bir müddet sonra ilgim Türkiye’deki sanatçılara, özellikle kadın sanatçılara yöneldi. Son 30 yıldır Londra’da ikamet eden biri olarak, bu yazılar aynı zamanda benim, Türkiye’yle olan bağımı daha da canlı tutmamı sağladı. Yıllar içerisinde Neriman Polat, Şükran Moral, Şafak Şule Kemancı, Ahu Akgün, Defne Tesal, Ayça Telgeren ve Didem Erbaş dahil olmak üzere pek çok değerli sanatçıyla söyleşiler yaptım. Bazen İngilizce yazdığım bu makaleler Amerika’daki sanat ve edebiyat dergilerinde de yayımlandı.

Romana gelecek olursak Gezi Direnişi, Ada için hem dışsal bir mücadele hem yeniden doğuş süreci olarak karşımıza çıkıyor. Bu olay, Ada'nın hayatında nasıl bir kırılma noktası yarattı ve onu dönüşüme zorladı? Gezi'nin Ada'nın aidiyet, umut ve korkuları üzerindeki etkilerini anlatır mısınız?

Ada için iyisiyle kötüsüyle Gezi Direnişi sırasında yaşadığı deneyimler, onun için pek çok anlamda dönüm noktası oluyor. Liberal bir aileden gelen fakat belirgin bir politik eğilimi bulunmayan genç bir kadınken, Gezi onu ülkesinin sorunlarına karşı çok daha duyarlı bir hale getiriyor. Birçok politik sürgün gibi, Londra’da ama aklı Türkiye’nin geçirdiği süreçleri sınamakla, ülkeyi bekleyen gelecek üzerine öngörülerde bulunmakla meşgul. Aynı zamanda direniş sırasında yaşadığı gözaltı deneyimi ve bir gecelik sorgunun onda bıraktığı travmayla baş etmeye çalışırken kendi metanetsizliğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Başına gelenlerin hemen ardından korkunun pençesine düşerek Londra’ya kaçmasının suçluluğunu ve pişmanlığını yaşıyor. Ancak Gezi esnasında deneyimlediği coşku ve birlik beraberlik duygusu onun geleceğe dair kırılgan umudunu canlı tutmayı sağlıyor. Daha duyumsal bir düzlemde ise, Gezi direnişinde ve onun ardından yaşadıkları, onun umutsuzluk ve umut duyguları arasında sadece çok ince bir çizgi olduğunun farkına varmasına sebep oluyor.

Ada'nın İstanbul’a duyduğu özlem ve bu özlemin yarattığı çelişki, romanın ana duygusal eksenlerinden biri. İstanbul’u Ada için bir tutkuya ve aynı zamanda bir yük haline getiren unsurlar nelerdi? İstanbul’un bir karakter olarak işlev gördüğü bu yapı içinde, Ada’nın şehre karşı hissettiği duygular nasıl evrildi?

Ada doğup büyüdüğü şehre göbekten bir bağlılık besliyor. Bir türlü oradan kopamıyor, Londra’dayken zihninde hâlâ İstanbul’u yaşatmaya devam ediyor; denizinin kokusunu genzinde hissediyor, daracık sokaklarında gezintiye çıkıyor, vapurlarında boğazın büyüleyici manzarasını izlerken martılara güverteden simit atıyor. Hazır Londra’da kendine bir hayat kurma imkânı varken, bunu yapmak için gereken adımları atamıyor. Şehre duyduğu özlem o kadar yoğun ki, İstanbul romanda, sizin de dediğiniz gibi, bir şehirden öte, bir karakter işlevini görüyor. Ada’nın, onun tüm kusurlarına rağmen koşulsuz olarak sevdiği ve asla vazgeçemediği bir karakter.

“Çoğumuz gençken büyük idealler ve hedeflerle yola çıkıyoruz”

Ana karakterlerden Lucian, sanat dünyasının bir parçası olarak hem bu dünyanın içindeki boşluğu hem de kişisel tükenmişliğini simgeliyor. Lucian'ın sanatla olan ilişkisi, kariyerindeki başarılara rağmen içsel olarak nasıl bir boşluk yaratıyor?

Bir zamanlar ressam olan Lucian, yeterince sebatkâr olamadığından ve başarısız olmaktan korkuttuğundan sanatçılığı bırakıp galericiliğe yönelmiştir. Artık Londra’da sanat fotoğrafçılığı alanında saygınlığı olan bir galerinin sahibi olsa da gerçek tutkusu olan sanatçılığa sırtını döndüğünden içten içe tatminsizlik hissetmektedir. Kendine kurduğu düzeni bozacak cesareti de yoktur ancak sarsıcı bir gelişme onun hayatında geldiği yeri yeniden sınamasına yol açar. Bu karakterin üzerinden, orta yaşlı insanların yaşamlarında vardıkları noktaya dair deneyimleyebilecekleri tatminsizliği işlemek istedim. Çoğumuz gençken büyük idealler ve hedeflerle yola çıkıyoruz ancak hayat zamanla bizi çok farklı yerlere savuruyor.

Lucian’ın bölümlerinde ikinci şahıs anlatımınız dikkatimi çekti. Özel bir nedeni var mı?

Romana başladığım dönem Ayhan Geçgin’in Son Adım ve Han Kang’ın Çocuk Geliyor romanlarındaki ikinci tekil şahıs anlatılarından çok etkilenerek Lucian’ın bölümlerinde de bu şahıs kipini kullanmaya yöneldim, ki bu da bir yanıyla onun tükenmişliğine ve kendi seçimleriyle ilgili yaptığı iç hesaplaşmalara dışarıdan eleştirel bir gözle bakmamızı sağlıyor.

Ada ve Lucian’ın sanat fuarındaki ilk karşılaşması, iki karakterin de geçmişten gelen yükleriyle yüzleşmelerine neden olan bir dönüm noktası adeta. Bu karşılaşma sırasında iki karakterin birbirlerinin zayıflıklarını ve güçlerini fark etmesi, onları nasıl etkiledi?

Erkeklerden uzun zamandır uzak duran Ada, Lucian’ı sanat fuarında kuru kalabalığın ortasında görür görmez, ona karşı hiç beklenmedik şekilde büyük bir çekim hissediyor. Tanıştıklarında, Lucian’ın o vurdumduymaz, alaycı tavrının altında içten içe bir huzursuzluk beslediğini de sezebiliyor. Lucian ise Ada’nın çekimser hallerini gizemli buluyor, ona değişik sorular yönelterek onu çözmeye çalışıyor. Günübirlik ilişkilerinden farklı olarak çabucak tüketilmek üzere değil, keşif duygusuyla ona yaklaşıyor, bu da Lucian’ın hayatında da kendini mahrum bıraktığı merak ve keşif duygusu, sıkışmışlık içindeki dünyasını genişletmeye duyduğu gizli özlemin bir göstergesi oluyor. Bu kısa tanışma her ikisinin de kafasını gün boyunca meşgul ediyor; o gün sanat fuarında çalışmaya devam ederlerken, bir taraftan da arzuyla birbirlerinin yolunu gözlüyorlar.

“Şilili yazar Roberto Bolano’nun Vahşi Hafiyeler romanından çok etkilendim”

Hem Ada hem de Lucian, kendilerini ait hissetmedikleri ortamlarda ya da şehirlerde var olmaya çalışıyorlar. Hepimiz gibi. Bu iki karakterin aidiyet arayışları, ilişkilerindeki dinamiği nasıl şekillendirdi? Onların birbirlerine duydukları çekimin bu aidiyet ve yabancılaşma çatışmasında nasıl bir işlevi oldu?

Sen Benle, İstanbul Benimle’ye başlamadan bir süre evvel Şilili yazar Roberto Bolano’nun kitaplarının müdavimi olmuştum. Özellikle onun, farklı üsluplara sahip değişik anlatıcılardan oluşan bir kurguya sahip Vahşi Hafiyeler romanından çok etkilenmiştim; yazacağım kitaba bu yönüyle de ilham oldu. Ada ve Lucian, ayrı bölümleri, birbirinden farklı üsluplarıyla iki ayrı insan olma hallerini tasvir ediyor. Ancak hissiyat olarak birleştikleri noktalar da var tabii. Tanışır tanışmaz birbirlerine duydukları yoğun çekim onlar için ikisinin de pek hazzetmediği, bulundukları sanat fuarının piyasa ortamından, onun getirdiği iş sorumluluklarından bir kaçış işlevini görüyor. Ancak ne yeri ne yurdu ne de (Türkiye’deki davanın sonucunu beklerken) yakın geleceği belli olan Ada, uzun vadeli bir ilişkiye daha temkinli yaklaşıyorken, Lucian’la yaşadıklarıyla birlikte kendi içinde geçirdiği içsel yolculuk onun ülkesine olan bağlılığını ve en nihayet oraya dönme karalılığını tescilliyor. Lucian ise içindeki büyük boşluğu yeni bir ilişkiyle doldurmaya daha meyilli; hem de Londra’dan ve bulunduğu sanat ortamından kopmaya hazır bir hali var.

Roman boyunca İstanbul ve Londra, karakterlerin iç dünyalarını şekillendiren birer harita gibi. Ada’nın İstanbul’a olan tutkusu ve Lucian’ın Londra’ya olan kayıtsızlığı, ruh halleri ve yaşadıkları değişimler üzerindeki etkisini detaylandırabilir misiniz?

Ada’nın İstanbul’a olan tutkusu ve özlemi, Türkiye’ye ve kendi geleceğine dair duyduğu endişeler onun Londra’da yabancılaşmasına ve yaşadığı yere aidiyet duygusunu zedelemesine sebep oluyor. Lucian ise, Londra’nın ona tattırdığı hüsranlardan, her şeye karşı alaycı bir tavır benimseyen, sorumluluk duygusundan yoksun bir genç gibi davranarak, sık sık alkole ve uyuşturucuya sığınarak uzaklaşmaya çalışıyor.

Ada'nın Gezi sonrası yaşadığı travma ve Lucian’ın geçmiş ilişkilerindeki kırılmalar, onların birbirine duyduğu bağlılıkta nasıl bir rol oynadı? Güven ilişkisi yaratabilecekler mi?

Ada, Gezi direnişinde yaşadığı travmanın boğucu etkisinden yavaş yavaş kurtulmaya başlarken Lucian onun karşısına çıkıyor ve bu sayede, Gezi’de yaşadıklarının ardından ilk defa birisiyle yakınlaşabiliyor. Bu, Ada’ya, trajedi gibi mutlu tesadüflerin de en beklemediğimiz zamanlarda karşımıza çıkabileceğini, yaşadığı travmanın ötesinde de onun için bir hayat olduğunu gösteriyor. Lucian için ise Ada’yla tanışmasının ardından hayatında çok büyük bir darbe yiyor. Bu onun biraz silkelenip yaptığı yanlış seçimler konusunda bir farkındalığa varmasına ve bunun akabinde Ada’yla olan ilişkisine daha sıkı sarılmasına sebep oluyor. Ancak Lucian’ın bir yeni ilişkiye dalmak yerine önce kendisiyle baş başa kalıp mutluluğu ve huzuru kendi içinde bulması gerektiği düşüncesindeyim.

Sen Benle, İstanbul Benimle / Deniz Goran / Düşbaz Kitap / Roman / 240 Sayfa

Batıkent metrosunda patlama yaşandı Dervişoğlu'ndan 'Bakırhan'a alkış' sorusuna yanıt: Bahçeli’nin yaptığı hiçbir şey beni şaşırtmaz Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Yetişkin filmi izleyip sıcak çatışmaya giriyorlar