"Hayatımın en zor ve karamsar günlerini yaşamaktayım"
Ayşe Kulin’in “bir çeşit iç dökme” olarak tanımladığı yeni romanı Hazan, yazarın zor günlerini anlatırken, eğlenceli anılarla da okurun yüzünü güldürüyor. Kulin, pandemi günlerini ve Hazan’ın hatırlattıklarını anlattı
Ayşe Kulin’in yeni kitabı Hazan, daha önce başladığı otobiyografik yolculuğunun son kitabı. Bir hastane odasında, geçirdiği ameliyat sonrasındaki sayıklamalarıyla başlayan Hazan’da, Kulin’in yaşamından sahnelere tanık oluyoruz. Kimi zaman karamsar, kimi zaman umutlu ve gülümseten anı ve anlatılardan oluşan Hazan’ı ve düşündürdüklerini Ayşe Kulin’le konuştuk. Hazan, ameliyat olduğunuz günlerde hastanede sayıklamalarınızla başlıyor. O günlerde Hazan gibi bir kitaba gebe kalmışsınız diye düşündüm. Nasıl bir ruh haliydi? Haklısınız. Hazan’ı yazmaya, geçirdiğim ciddi bir ameliyattan sonra başladım. Covid-19 da üstüne geldi, bizim yaş grubunu evlerimize kapattı. Ülkenin halleri ise malum. Kitabın karamsar olmaması için elimden geleni yaptım ama sonuçta içinde bulunduğum durumu yansıttığı için hüzün dozu ağır basmış olabilir. Hazan’dan ve hatta ameliyat ve pandemi döneminden önce kafanızda tasarladığınız bir roman var mıydı? Vardı. Bir önceki kitap gibi yine Osmanlı’nın çok merak ettiğim ilginç bir dönemini yansıtan bir roman yazmak istiyordum. Hareket alanımızın kısıtlandığı Covid-19 günlerinde kendimi de henüz toparlayamamışken, ciddi bir araştırma ve sıkı çalışma gerektiren o romana başlayacak gücü bulamadım kendimde. Sizi Hazan’a eşiniz Engin Bey ve ajanınız Barbaros Altuğ yönlendirmiş ve hatta zorlamışlar sanki. Onların bu yönlendirmesi olmasaydı sahiden yazmak istemiyor muydunuz? Söylediğiniz bir noktaya kadar doğru. Dediğim gibi, aklımdaki bambaşka bir kitaptı ama onu kotarmaya gücüm yoktu. Engin’in yazmazsam mutsuz olacağımı bilmesinden, Barbaros’un da otobiyografik serimi noktalamam gerektiğine inanmasından kaynaklanan ısrarlarıyla, içinde yaşadığımız günleri, günce tutar gibi yazmaya başladım. Araya anılar da serpilince sizin şu anda elinizde tuttuğunuz kitap çıktı. Pandemi sürecinde aklımdan geçenlerin, içimde kalanların, mutlu ve mutsuz anılarımın kaleme alınmış bir karışımı! Bu kitap anılarınızın resmi geçidi mi yoksa sizin de dediğiniz gibi yazarlık hayatınızın değerli anlarını hatırlamak size bir terapi mi oldu? Hazan için anılarımın dökümüdür diyemem. Daha önce yazılmış olan Hayat, Hüzün ve Hayal’de doğumumdan başlayarak tüm ömrümü sergilemiştim okurlarıma. Maksadım pek de ilginç olmayan kendi hayatımı anlatmaktan çok, ülkemin 1940’lı yıllardan başlayarak günümüze uzanan toplumsal olaylarını kendi dürbünümden aktarmaktı. Oysa Hazan değişiktir. Ağır bir ameliyat sonrasında ve hâlâ üstesinden gelemediğimiz pandemi sürecinde, 65 yaş üstünün evlere kapatıldığı, haliyle bir televizyonkoliğe dönüştüğü ve partili cumhurbaşkanımızın siyasi rüzgârında geçen günlerde adeta bir iç dökme gibi yazıldı demek, Hazan için galiba en doğru tarif olacak. Bu kitap için yolculuklarımın ve etkinliklerimin arasından çok sınırlı bir seçme yaparak birkaç hoş ve komik anıya da yer verdim çünkü en karanlık günlere dahi bir köşeden ince bir ışık sızar, en kederli süreçlerde bile yüzümüzü güldürecek bir olay mutlaka olur. Hazan da böyle bir söylemle bitti zaten.
Artık kızgın değilim
Frankfurt Kitap Fuarı Türk Yılı’nda kendi ülkeniz tarafından davet edilmemişsiniz. Bugün ne düşünüyorsunuz bu durumla ilgili? Türkiye’de ve Türkiye dışında yaşayan tüm ülke yazarları bu çok önemli güne katılabilirlerken benim bir Türk yazarı olarak özellikle de törenin yapıldığı salona girememiş olmam hâlâ içimde ukdedir ve hâlâ ciddi bir komisyonda görevli olanların kişisel duygularını gemleyebilmeleri gerekirdi diye düşünüyorum. İsteseydim kimlerin o fuara katılmama engel olduğunu öğrenebilirdim. Bunu asla istemedim, olan olmuştu ve öğrenmenin bana bir faydası değil zararı dokunurdu. Üzerinden yıllar geçti, hâlâ beni listeye dahil etmeyenin veya etmeyenlerin kim veya kimler olduğunu ve niye öyle yaptıklarını bilmiyorum fakat şunu söyleyebilirim; Frankfurt’ta o gün otelime dönerken üzgün olduğum kadar kızgındım da. Uzun zamandır artık kızgın değilim çünkü biliyorum ki haset de çok insani bir duygudur ve hepimiz insanız sonuçta.
Ülkeye ve dünyaya dair…
Geçen günlerde okuduğum, sizin kuşağınızdan bir yazar da “Bizler laik Cumhuriyetin son çocuklarıyız,” diye yazmıştı son kitabında. Sonra sizin kitabınızda da şu cümleyi okudum: “Türkiye göreceli olarak bugüne kıyasla demokratik, laik bir ülke idi o yıl.” Ülkenizi kaybettiğinizi düşünüyor musunuz? Ülkemi değil fakat ilkelerimizi, kurumlarımızı ve temiz ahlakımızı kaybettiğimizi elbette düşünüyorum. Hatta bu durum pek çok başka ülke için de geçerli çünkü dünyaya egemen sistem adil bir sistem değil. İnsanları bencil ve paragöz yapmaya ayarlı bir sistem. Sadece insanı değil doğayı da acımasızca sömürüyor. Halkın temsilcilerini yolladığı millet meclisi bugün tamamen işlevsiz. Dümendeki kaptan yolunu şaşırmış durumda. Ne var ki, Türkiye bir gemi değil, batmaz ama savrulur, yalpalar, daha da zor ve fırtınalı günlerden geçebilir. Bir gün yeniden yörüngesine oturduğunda ben artık dünyada olamayabilirim. İşte en çok buna üzülüyorum çünkü Osmanlı’nın büyük çöküşünden sonraki dirilişte tuzu olan bir kuşağın evladıyım. Verilen emekleri, yapılan fedakarlıkları, itibarlı bir ülkeye dönüşmenin tüm çabalarına ve sancılarına şahitlik ettim ben. Dünyamızdan itibarlı, başarılı, tüm vatandaşları mutlu ve müreffeh bir Türkiye anısı ile ayrılmayı dilerdim. Oysa bu resmin kendi neredeyse bir anıya dönüşmüş durumda.
“Geleceğin yıldızları samimiyetle yazsınlar”
Bugün edebiyata sarılmış yeni kuşak yazarlara Ayşe Kulin ne söylemek ister? Çok renkli, çok çileli ve çok güzel bir vatanda yaşadığımız için, biz Türkiye’nin yazarları konu açısından her zaman çok şanslıydık. Geleceğin yazarlarının eğilimleri, ilkeleri, inançları, tercihleri değişik olabilir ama edebiyat adına her ne yazıyorlarsa, illaki sevgiyi, barışı ön planda tutarak, samimiyetle yazsınlar. Dünyamız biz insanların yüzünden tükenmek üzere. 100 hatta 50 yıl sonra bir başka gezegende yaşıyor olabilirler. Nerede yaşarlarsa yaşasınlar, günümüzün sömürü düzeninin insanı da hayvanları ve bitkileriyle içinde yaşayacakları doğayı da asla mutlu kılmayacağının bilincinde, bu farkındalığı vurgulayarak yazmalarını dilerim.