Birçok dile çevrilen Başkalarının Kokusu, Cellat Mezarlığı, Sufle, Bana Yardım Et, Vakit Hazan, Flamingolar Pembedir romanlarının yazarı ve gazeteci Aslı E. Perker’in yeni romanı Ayrılığın İlk Günü geçtiğimiz günlerde Epsilon Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. 35 yaşında, şehirli bir kadının bir türlü yürümeyen ilişkisinin ardından gelen ayrılığın ilk 24 saatini anlatan romanın ekseninde; ayrılığı, ayrılık sonrası yaşanan iç hesaplaşmaları ve aslında biraz da kadın olmanın gücünü konuştuk… Ayrılığın o ilk günü sana bir roman yazdırmış. Önce çıkış noktandan, sana bunu yazdıran şeylerin senin kafanda nasıl şekillendiğinden başlayalım… Aslında çok mekanik bir süreç. Pek romantik bir yanı yok. Tabii, muhtemelen aslında o günlerde içinde olup bitenler seni o karakteri oluşturmaya itiyor. Nihayetinde ben hikâyeyi hiç bilmeden karakteri oluşturdum ve böyle bir yere evrildi. Ancak bir kez yazmaya başladığımda baktım içimden cümle cümle dökülüyor. Anlayacağın bildiğim yerden geldi. Bence her kadının bildiği bir yer. Hepimiz bir zaman ayrıldık, hepimiz o kalp sızısını çektik. Psikolojide adı bile var bu kalp sızısının: Anguaz. Algıda seçicilik, bu konuyu yazmaya başlayınca etrafımdaki sorunları da daha çok duyar oldum. Hepsinde aynı motif vardı. Birbirinden güzel kadınlar, sürekli bir ayrılık acısı yaşıyorlar.
Kadının hesaplaşacağı tek kişi var, kendisi...
Romanın kahramanı 35 yaşında bir kadın ve aslında bir yandan romanın anlatıcısı da onun iç sesi. Bu iç ses aynı zamanda çok kışkırtıcı, çok gerçekçi. Neden böyle bir anlatıcı seçtin? Ben kendimi varoluşçu akıma ait görüyorum. Daima gerçeklerin ön plana çıkması, bir hesaplaşma hali söz konusu. Peki neden? İnsanın “öz”ünü bulabilmesi için. Kendi değerlerini oluşturabilmesi ve kendini gerçekleştirebilmesi için. Bu kadının da hesaplaşacağı tek kişi kendisiydi. Daha yolun çok başında. Bu roman, bir kadın nezdinde pek çok kadının kendini hapsettiği yerden çıkartma çabası. Bunu da ancak kendisiyle dürüstçe konuşarak, kalbinin en derinindeki gerçeği bularak yapabilir.
Çok güçlü bir kadın karakter bana sorarsan, sen ne düşünüyorsun?
Kendine gerçekleri söyleyebilen herkes güçlüdür. Çünkü bence hayatta yapılması en zor şey bu. Şu: Adam seni sevmiyor. Bunu kendine söyleyebilmek çok zor. Romantizmi bir kenara koyalım, başka örnek verelim. ‘Başarılı değilim.’ Hep şöyle olur: ‘Başarılı değilim ama şöyle şöyle oldu böyle böyle oldu’. Hayır hayır, dur, söyle, ‘Başarılı değilim. Bunun tek sebebi benim’. İşte kitaptaki karakter de bu kaçak oynamak işinden sıkılmış, kendine dan dan her şeyi söylüyor.
Sırf bu yüzden güçlü olduğunu söyleyebilirim.
Babam beni sever ama bir kere bile sarılmadı
“Baban da sana olan sevgisini hiçbir zaman göstermemiş ki. Sen, beni nasıl olsa seviyor diye onu sevmeye devam etmişsin. Bu kadar basit.” Belki doğru ama basit değil galiba, bu duruma romandan bağımsız yorumun ne? Basit olmayışı koca bir psikoloji biliminde yatıyor. Bunun tam olarak ne demek istediğini anlaman için bile saatlerce psikoloji eğitimi alman gerekiyor. Ama ben bunu bilimsel veriye dayanarak değil, tamamen kendi bildiğim yerden yazdım. Babamın beni sevdiğine inanıyorum. Ama bir kez bile sarıldınız mı diye sorarsan, hayır. Bana beni sevdiğini söyledi mi? Hayır? Bir kez “Kızım” demişti, çok şaşırmıştım. Sevginin dışavurumuyla ilgili tek bir sahne hatırlamıyorum. Ama biliyorum, beni çok seviyor. Buna kalpten inanıyorum. Bakıyorum erkeklerle, hatta insanlarla ilişkim de böyle. Beni gerçekten sevdiklerine inandığım zaman artık bunu göstermeleri gerekmiyor. Ama gösterseler iyi ederler. Bu roman bende de böyle bir aydınlanmaya sebep oldu. Yok artık o eski Aslı.