“Yeni Türkiye dediğimiz ne ise, bu roman da o!”

Özen Yula, 12 yıl sonra ‘Yeni Türkiye’yi anlattığı Her Zerre Kara romanıyla döndü: “Bir eleştiri değil, tek kaşım havada yargılamıyorum. Benim işim olduğu gibi göstermek”

Özen Yula, 12 yıllık sessizliğini nefis bir roman Her Zerre Kara (Doğan Kitap) ile bozarken, bozulan sessizliğin içinden ise bir yeni Türkiye romanı çıktı. Trolünden Bayan Agavni’sine, milliyetçi rapçisinden beyaz yakalısına, sokağından caddesine, sabah programı yıldızından şantajcısına kadar birçok karakter ve hikâye ile kurgulanan romanı yazarıyla konuştuk. 

Bu şehir İstanbul mu?

Her Zerre Kara için yola nasıl çıktınız, yolda neler gördünüz? Sanki semt semt, sokak sokak, ev, oda dolaşmış gibi yazmışsınız… Hayatımın bir kısmı ciddi anlamda yolda geçti. Ama bakıyorum da 12 yıldır yaptığım gözlemleri sanki bu roman için biriktirmişim. İstanbul’un semtlerinde, sokaklarında ve odalarında gezmişim. Ancak günümüzde İstanbul, Attilâ İlhan’ın bir zamanlar sorduğu “Bu şehir o eski İstanbul mudur?” sorusunu mumla aratan bir şehir. Bu romanda di’li geçmiş zaman yok. Ama insanları itibarsızlaştırarak her ay yüklü maaş alan bir muhafazakâr trol, bir milliyetçi rapçi, iki türbanlı ve zihni gayet aydınlık kız kardeş, frapan bir sosyete falcısı, kurnaz bir sabah programları starı, hırsları, planları, arzuları, aşkları ve daha nicesi var. “Yeni Türkiye” dediğimiz ne ise bu roman da o.  Romanda somut bir olay kurgusu yok, ana karakter yok ama aslında hepsi var. Metinde de çok kez rastladığımız “amorf” sözcüğünü düşününce amorf bir anlatım ve dil olduğunu düşündüm.  Bu kadar alelacayip bir dönem ancak “amorf” nitelemesiyle adlandırılabilir sanırım. Kurgu, okuru peşine takıp sürüklesin, arada da bazı mekânlarda dinlendirsin istedim. Günümüzün dil özelliklerinden bazılarını seçerek bu melez dili kurdum. Belli başlı karakterlerimiz ve yoğun bir olay örgümüz var. Okurun hiçbir kahramanı reddetmeden, onun hikâyesini ve bu hikâyenin diğer kahramanları nasıl etkilediğini rahatça takip edebilmesini istedim. Bizi birbirimize bağlayan o görünmez bağları düşünelim istedim bir de. Hiçbirimizin hikâyesi sabah sokağımızı süpüren işçinin hikâyesinden bağımsız değil!

Yeni Türkiye varsa romanı da olacaktır

“Yeni Türkiye”, “Günümüz Türkiyesi”, “Yeni nesil Türkiyeliler” ifadeleriyle karşılaşıyoruz kitapta. Ve aktarılan tüm hikâyelerde de aslında bu “Yeni Türkiye”nin tüm hallerini okuyoruz. Her Zerre Kara bir “Yeni Türkiye” eleştirisi de yapıyor diyebilir miyiz? Aslında eleştirisi değil de Yeni Türkiye’nin yeni romanı… Olduğu gibi anlatıyorum yenilik hâlini. Yani tek kaşım havada, durumu yorumlamaya soyunmuyorum. Edebiyatçı olarak benim işim göstermek. Her şeyi herkes tarafından görüldüğü üzere, olduğu gibi anlatıyorum. Dolayısıyla duruma nereden baktığına bağlı insanın. Yeni Türkiye varsa, yeni bir romanı da olacaktır. Her Zerre Kara için seçtiğim bu tarzı, Suat Derviş’in İstanbul’un Bir Gecesi’nde, Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nde yaptığı gibi, farklı bir anlatı dizgesiyle, okuru gezdirerek yapabilir miyim diye kendime sorduğum da oldu.  

Bu roman okura ‘Yalnız değilsin’ desin isterim

Romandaki karakterlerden Coşkun Ermiş, “Asıl mesele, sizin boz bulanık bir devirden nasıl geçtiğinizdir. Hazırsanız sorun şimdi kendinize: ‘Ben bu devirden nasıl geçiyorum?’” diyor. Siz bu devirden nasıl geçiyorsunuz Özen Bey? Dut ağacının altında durduğunuz zaman hiç hareket etmezseniz düşen dutlarla lekelenir, kirlenirsiniz. Bunun müsebbibi zaman ve hareketsizliğiniz. Hareket edememe durumu fena. Dolayısıyla insanın kendi alanının sınırları içinde hareket etmeye ihtiyacı var. Gene kirlenirsiniz ama daha az. Niyet ettim ve başladım romana; başka türlü yazılamazdı. Bu romandan okura ne kalsın istersiniz? Böyle bir romanın mümkün, böyle bir üslubun muteber ve müşfik olabileceği. Bu romanın okuruna sarılıp “Ben buradayım, yalnız değilsin ki!” demesini çok isterim.

Çevrenizde yüksek sesle konuşanlara iyi bakın

Bu Yeni Türkiye kimsenin birbirini duymadığı bir ülke mi sizce?  Herkesin var olandan başkasını gördüğü ve olandan başkasına dikkat ettiği bir alan bence. Gerçeklik algısı çok kaygan bir zeminde sürekli savruluyor. Her insan bir kavramı kafasında nereye yerleştirmek isterse, sığıp sığmayacağına aldırış etmeden ve belki de bunun farkında bile olmadan o çekmeceye tıkmaya çabalıyor. Sonra da o çekmeceden çıkarıp kendince yaftaladığı kavramla başkalarını değerlendirip yaftalıyor. Çevrenizde hangi seslerin yüksek çıktığına bakın. Hatalı ya da suçlu insanlara bir bakın. Bir şeyi bağırarak anlatmayı ya da bağırarak dinletmeyi seçiyorlar. İşte o ses yüksek çıkarsa diğer sesleri bastırır. Dolayısıyla asıl dinlememiz gereken sesler derine kaçar. Vicdanımızın sesi de bunların arasında. Mahalledeki kedilere kutu içinde mama bırakmak suretiyle vicdanımızı eski bir yastık gibi ellerimizin arasında çırpıp kabartıyoruz, ona yaslıyoruz sırtımızı. Bir sonraki çığlığa kadar rahatız artık!
Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Üç virüslü bir salgının ortasındayız