Arjantinli yazar Samanta Schweblin: Aile ilk kişisel trajedilerin gerçekleştiği yer

Arjantinli yazar Samanta Schweblin’in 2015 Ribera del Duero Öykü Ödülü sahibi kitabı Yedi Boş Ev de artık Türkçe'de. Schweblin, akıl sağlığının sınırlarında gezinen öykülerini ve yarattığı huzursuz evrenleri O2’ye anlattı

Hülya Çelik

Öyküleri Arjantin ve Güney Amerika’da Fondo Nacional de las Artes, Haroldo Conti, Casa de las Américas gibi ödüllere layık görülen, Granta dergisi tarafından İspanyolca dilinde eser veren en iyi genç yazarlar arasında gösterilen Samanta Scweblin’in ilk romanı Kurtarma Mesafesi 2017’de Man Booker Ödülü kısa listesinde yer aldı ve aynı isimle bir Netflix filmine uyarlandı. Türkçedeki ilk öykü kitabı Ağızdaki Kuşlar için, duayen yazar Mario Vargas Llosa’dan “Bu genç yazarın önünde parlak bir geleceğin uzandığına hiç şüphem yok,” övgüsünü alan ve kitapları 30’dan fazla dile çevrilen Scweblin’in Türkçedeki ikinci öykü kitabı, Ribera del Duero Öykü Ödülü sahibi Yedi Boş Ev de geçtiğimiz günlerde yine Can Yayınları etiketiyle yayımlandı. Diğer kitaplarından da alışık olduğumuz üzere öykülerin atmosferi yine tekinsiz: yıpranmış ilişkiler, takıntılı eşler, sinir krizi geçiren ebeveynler, aklını kaybeden yaşlılar, ortadan kaybolan çocuklar… Samanta Schweblin, akıl sağlığının sınırlarında gezinen öykülerini ve yarattığı huzursuz evrenleri O2’ye anlattı.

Ağızdaki Kuşlar’ın ardından gelen bu ikinci öykü derlemeniz nasıl doğdu? Bu öyküler nasıl oluştu ve nasıl bir araya geldiler?

Yeni bir öykü koleksiyonun nasıl doğduğunu anlatmak benim için hep çok zor olmuştur. Çoğu zaman yazdığım hikâyeler arasında onları birleştiren bazı köprüler buluyorum. Bu bağlantı bazen atmosferle bazen karakterle ilgili oluyor. Yedi Boş Ev’deki öykülerimde atmosferin ve evlerin fiziksel ve aynı zamanda sembolik olarak güçlü varlığının yanı sıra hareketli kutular, kıyafetler ve farklı yoksunluklar gibi ortak bazı noktalar buldum. Öykülerin çoğunda bunların hepsi var ve çoğu zaman birbirlerini etkiliyorlar.

Yedi Boş Ev’deki öykülerinizde akıl sağlığını yitirmenin sınırına gelmiş insanlar çıkıyor karşımıza. Sinir krizleri, ortadan kaybolan çocuklar… Gerçek dünyayı eğip büktüğünüzü hissediyorum okurken. Böyle bir dünyaya sizi çeken ve bu temalara yönelten duygu nedir?

Belki ben de akıl sağlığını yitirenlerden biriyim. Ya da belki aklı başında olmak ile olmamak arasındaki çizginin o kadar da açık, adil ya da zekice olmadığını düşünüyorum ve bunun yaptığımız ve düşündüğümüz şeyler üzerindeki sonuçlarından korkuyorum. Akıl sağlığı ve normallik fikri bana bilim kurgu gibi bazı edebi türlere dayatılan etiketler kadar hayali geliyor. “Normal” ve “akla yatkın” mutlak gerçekler değiller. Bunlar, bizim de dahil olduğumuz çoğunluk tarafından inşa edilmemiş sosyal ve tarihsel anlaşmalar.

“Bir çocuğa bakmak onu deforme etmek anlamına geliyor”

Yedi öyküde ve hatta bir önceki öykü kitabınız Ağızdaki Kuşlar’da dikkat çeken ortak yön aile ilişkileri. Aile içindeki tekinsiz ve tedirgin edici ilişkileri yazıyorsunuz. Aile meselesi neden bu kadar mühim sizin için?

Aile sosyal iletişimin kalbi ve ilk kişisel trajedilerin gerçekleştiği yer. Hepimiz bu yoldan geçeriz. Dışlananlar, ailesi olmayanlar veya onları terk edenler bile bu yoldan geçer. Bir çocuğa bakmanın en saf sevgi eylemi olduğunu düşünürüm hep fakat bir çocuğa bakmak ve onu hayat için eğitmek aynı zamanda onu deforme etmek anlamına geliyor. Dünyaya dair fikirlerimiz, korkularımız ve ön yargılarımızla onları sınırlandırıyoruz. Çocuğu "deforme etmeyen" ebeveynler bile daha sonra çocuğun toplum içinde farklı bir deformasyona uğramasıyla karşı karşıya kalıyor. Ve işte bu ilk ve en büyük trajedi.

“Okuyucuyu huzursuz etmek çok hoşuma gidiyor”

Sıradan durumları fantastik hale getirerek gerçek görüntülerin altındaki aksaklıkları göstermeye çalışıyorsunuz hep. Gerçeğin nerede bitip fantezinin nerede başladığını anlamak güçleştikçe öykülerinizin cazibesi artıyor.  Ne söylemek istersiniz bu konuda?

Okuyucuyu huzursuz etmek çok hoşuma gidiyor. Benim sözlüğümde, düzeni bozmak ifadesinin karşısında “ne olduğunu ve dolayısıyla da ne olacağını bilmeden bir insanı terk etmek” yazıyor. Bu durumda, bir okuyucu olarak duyguların çok kuvvetli olduğunu ve onlara çok önem verdiğimi biliyorum. Yeterince gerçekçi bir şey okuduğumda endişelerim artıyor ve bu benim dünyamda da olacak ve aniden düzenim bozulacak, diye düşünüp alarma geçiyorum. Tamamen teslim oluyor ve tüm dikkatimi veriyorum.  Bu sorgulama hali hem yazarken hem de okurken, kendimi edebiyata kaptırdığımda her zaman ulaşmak istediğim bir durum.

Kazandığınız ödüllerin ve elde ettiğiniz başarıların size verdiği duyguyu ve bundan sonraki eserleriniz için sizde yarattığı motivasyonu çok merak ediyorum.

Ödüller tanınma ve görünürlük sağlıyor, daha fazla okuyucuya ulaşmama yardımcı oluyor, hatta bazen biraz para da getiriyor ve elbette her zaman ruh halimi yükseltiyor. Ama ödülleri bana değil kitaplarıma verilen bir şey olarak görmeye çalışıyorum.  Hiçbirinin yazma sürecime müdahale etmemesine dikkat ediyorum, tersi yeni kitaplarım için çok toksik olur. Yazı yazan biri fiziksel olarak daima yalnızdır. Zihnim neyin önemli olduğuna odaklandığında, anlatmakla ilgilendiğim yeni bir hikâye ile karşı karşıya olduğumu biliyorum: hikâyenin kendisi, tonu, benimle dans etmeye istekli bir okuyucunun hissi, bu yeni hikâyeyi yazma sürecinde hayati derecede önemli bir şeyin keşfedileceğine dair sezgi… Böylece yazarken ödüller de dahil pek çok şey dışarıda kalıyor.

İlk iki kitabınız Türkiye’de çok ilgi gördü ve Yedi Boş Ev’i de merakla bekledik. Peki sırada yeni bir roman ya da öykü derlemesi var mı?

Son romanım Little Eyes henüz Türkçeye çevrilmedi. Şu sıralar Ağızdaki Kuşlar’ın en fantastik ve Yedi Boş Ev’in en gerçekçi öyküleri arasında gidip gelen bir öykü seçkisi yazıyorum ama tamamlanmasına daha çok var.

“Kitabımın özü filmde çok güçlü bir şekilde görüldü”

İlk romanınız Kurtarma Mesafesi filme uyarlandı, Netflix üzerinden izledik. Hikâyenizi ekrandan izlemek nasıl bir duyguydu sizin için?

Şoka hazırlıklıydım çünkü filmin yapımında çok fazla yer aldım. Uyarlamayı yönetmenle birlikte yazdım, oyuncu seçimine ve çekimlere katıldım. Çoğu yazarın uyarlamalarında deneyim sahibi olmadığını biliyorum ancak ben nihai sonuçtan çok memnun olduğumu söyleyebilme ayrıcalığına sahip olduğumu düşünüyorum. Elbette edebiyatın filme çevirisinde değişen ve uyarlanması gereken şeyler oluyor ama kitabımın özünün filmde çok güçlü bir şekilde görüldüğünü düşünüyorum.

Ekrana uyarlanacak yeni bir hikâye var mı gündeminizde?

Son kitabım Little Eyes’ın dizi hakları da satıldı, bir mini dizi olacak ama bu kez sürece dahil olmamayı seçtim, bu yüzden projenin hangi aşamada olduğunu hiç bilmiyorum.

Yedi Boş Ev / Samanta Schweblin / Çeviren: Emrah İmre / Can Yayınları / Öykü / 128 Sayfa

Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Üç virüslü bir salgının ortasındayız