“Bitkiler bize canlı olarak lazım!”
İdil İlkin yeni sergisi Cennetsi’de bilim ve sanatı çok kıymetli bir noktada buluşturuyor. Genetik müdahaleler yerine bazı moleküller yoluyla ışıma elde edilen sergide sanatseverleri bitkilerde karbon ayak izi gibi çok önemli sorular bekliyor.
Kahraman Çayırlı
Contemporary Istanbul Vakfı, deneysel çalışmalarıyla tanınan sanatçı İdil İlkin’in Cennetsi isimli sergisini Cocoon’da 16 Ekim’e dek sanatseverlerle buluşturuyor. Yeni sergisinde bilimsel bir buluştan esinlenerek, ateş böceklerinde bulunan biyo-ışıma enzimi lusiferazı nanoparçacıklar yardımıyla bitki yapraklarına uygulayarak parlak bir ışık yaymalarını sağlayan İlkin ile sergi hakkında konuştuk.
Serginizin ortaya çıkış hikayesini anlatır mısınız? Serginize neden bu ismi verdiniz?
Sergide performansla, yani yaşayan tarafla ölü doğa iç içe. ‘Cennet’in kelime anlamı bahçe; sergileme alanı ise bahçe gibi ama değil, bostan gibi desek o da değil, ortada bir toprak yığını üzerinde ekranlar var, bir yanıyla mezarlık çağrışımı belki yapabilir. Ama ortada temsili bir mezarlık da yok. Yani neredeyiz, söylemeseler meçhul, her sanat alanında olabileceği gibi… Bir önerme var fakat ütopik mi distopik mi o da belli değil. Bahçemsi gibi derken ‘Cennetsi’ gibidir belki diyerek serginin adına Cennetsi koydum. Önce Ali Murad Özmen (Genetik ve Biyo-medikal Müh., YL Acıbadem Üniversitesi) ile tanıştım sonra Ali Murad beni Elif Gülin Ertuğral (Uygulamalı Biyo-medikal Müh., doktora öğr., Cleveland State University) ile tanıştırdı.
Kendileriyle Massachusetts Institute of Technology’de Kimya Mühendisliği bölümünden Prof. Michael S. Strano ve ekibinin bitki ışıması üzerine yazdığı makaleyi paylaştım. Ali Murad ve Elif’in biyo-sanattan ve benim de bilim ve teknolojiden beslendiğim bir süreç başladı. Işımayı gördüğümüz an itibariyle de laboratuvarda konuşmaya, tartışmaya başladık. Kullandığımız aydınlatma armatürünün bu işin bir parçası olacağını bilmiyorduk. Bilim insanları, süreç denetim ekipmanları arasında hali hazırda kendi işlerinde bu armatürü kullanıyor olmasalardı muhtemelen gördüğüm şey beni tatmin etmeyecekti ve hayal kırıklığına uğrayacaktım. Aslında bu sergiyi var eden ve işin oluşmasında önemli katkıları olan bilim insanlarının yanı sıra ışımayı net bir biçimde deneyim haline getiren bu armatür. Göz tek başına bu ışımayı görmek ya da izleyicilere yaşatmak için yeterli değil. Performans bu ışık altında gerçekleşiyor. İşi sergiye dönüştüren ise mekâna özgü müdahaleler oldu.
Serginizin temelinde yer alan deneylerden bahseder misiniz?
Nanometre kare başına düşen foton sayısını ölçmekten günün birinde ışıyan bitkilerin birer lambaya dönüşme ihtimaline kadar bol bol bilim, bilim-kurgu ve uygulama konuştuk. Uygulama direkt etik kaygıların havuzunda olduğu için hayli kısıtlayıcı ve öte yandan da çok yaratıcı bir süreç. Bitkilerin tepkileri tiplerine, ısıya, mevsime ve başka pek çok değişkenin dizilimine göre farklılık gösteriyor. Buradaki nihai amaç fonksiyondan çok deneyim, çünkü benim amacım her ışımayı başka görmek. Bunu farklı doz ayarlamalarıyla ve malzemelere yapılan deneysel müdahalelerle görmek mümkün. Örneğin, potasyum bazlı bir enzimle sodyum bazlı bir enzimin yaydığı ışık, dalga boyu farklı. Bitkilerin sönme aşamaları da farklı dalga boyları veriyor. Bitkiler günün birinde aydınlatma olarak kullanılabilir bunun için türlü optimizasyonlar yapılabilir; ancak amacım yapraktan sızan ışığı mümkün olduğunca farklı şekillerde gösterebilmek. Bu bir boyutu, diğer boyutu da her ışıma karbon salımı meselesine dair bilinçli farkındalık oluşması adına farklı bir şey söylüyor olabilir.
Alternatif yenilenebilir enerji modelleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kullandığımız enerjinin karbonsuz olabilmesi için sanayi, taşıma ve ulaştırma ile binalarda ısıtma ve soğutmada elektriğin daha yaygın olarak kullanılması ve kullanılan elektriğin de yenilenebilir kaynaklardan elde edilmesi başlıca yöntem olarak düşünülüyor. Ulaşımda elektrikli arabalar ve konutlarda ısınma için ısı pompası önümüzdeki dönemde hızla yaygınlaşması beklenen teknolojiler. Sözü edilen yenilenebilir kaynaklar bugün en yaygın olarak kullanılanlar. Bunların dışında dalga enerjisinden, denizlerde gel-git enerjisinden faydalanılması için denemeler sürüyor. Biyoyakıtlar, taşıt araçlarında kullanılmak üzere yağlı tohum ve bitkilerden veya bitkisel atıklardan elde ediliyor ve petrol ürünlerine alternatif olarak kullanılıyor. Bu ürünler bugün dizele alternatif olarak kullanılabiliyor ve sera gazı salımında önemli payı olan uçaklarda kullanımının yaygınlaşması için çalışmalar yapılıyor. Şehir çöplüklerindeki organik atıkların doğal çürüme veya bakteri eklenerek fermantasyon yoluyla biyogaz ve elektriğe dönüştürülmesi de kullanılan bir yöntem. Türkiye’de Ankara, İstanbul, Antalya, Bursa ve daha birçok şehirde bu yöntem kullanılarak elektrik ve ısı elde ediliyor.
Biyo-ışıma yoluyla, insan ve bitki arasındaki iş birliği ve bu iş birliğinin sunduğu farklı fırsatlar hakkında neler eklemek istersiniz?
Enerji üretimi için hep ölü veya çürüyen bitkiler kullanılıyor. Oysa, bitkiler yaşamlarını sürdürürken de bize yarar sağlayabilir. Bunu zaten yapıyorlar. Bitkiler fotosentez yoluyla güneşi doğrudan kullanarak hem yaşam döngüsünü ayakta tutuyorlar hem de oksijen üreterek hava kirliliği ve iklim değişikliğini önlüyorlar. Atmosfere karbon salımını önlemede karbonsuz enerji üretmek kadar, salınan karbonu yeniden kullanarak dönüştüren yutak alanlar, yani ormanlar önem taşıyor. Yani bitkiler bize canlı olarak lazım! İş birliğinden kastettiğim de bu. Bugün dünyada tüketilen enerjinin yaklaşık %10’u aydınlatma için kullanılıyor. Bunun da bir kısmını ölü ve çürüyen bitkilerden elde ettiğimiz elektrikle sağlıyoruz. Bitki ışıması bize bunu canlı bitkilerle de yapabileceğimizi gösteriyor. Bu yöntem insan ve doğa arasındaki genel kullanma-tüketme-sömürme ilişkisinden farklı bir olasılığa işaret ediyor.
“Bitkilerin yaşam haklarına saygı gösterilmesi gerekiyor”
Fransa’da epey süre bitkilerin etik hakları tartışıldı. Serginizde bu konu da var. Katılır mısınız, bitkilerin hakları konusunda neler söylemek istersiniz?
Geleneksel olarak tükettiğimiz tahıl ve sebzelerin neredeyse hiçbiri doğada bugün bulunduğu şekliyle var olmadı; insan müdahalesiyle yapılmış tohumlamalarla elde edildi. Aradaki tek fark geçmişte suni döllenmeyle yaptığımızı bugün doğrudan hücreye ve DNA’ya müdahale ederek yapabiliyor olmamız. Genetik biliminin Mendel’in bezelyeleriyle başladığını unutmamak gerek. Elimizden geldiği kadar yaşatmalı, zarar vermemeli ve bitkilerin bütünlüğüne saygı göstermeliyiz. Bu sergide bitkilere yapılan müdahalenin mümkün olduğunca yüzeysel olmasına, invazif olmamasına özen gösterdik. Bitki hakları kapsamında insanların doğrudan kullanmadığı bitkilerin de doğal ekosistemlerinde müdahale edilmeksizin varlığını sürdürebilmesi, yaşam haklarına saygı gösterilmesi gerekiyor. Bu kapsamda anlamlı bir diğer tartışma kapitalizmin sonsuz kâr ve büyüme amacının sorgulanması. Gıda sistemimizdeki sömürü ve diğer canlıların haklarının ihlali geçmişte hiçbir dönemde bugünkü boyutlarında olmamıştı. Kuşkusuz insanların gıda ihtiyacının karşılanması, temiz ve güvenli bir yaşama kavuşmamız insan ile insan ve insan ile diğer canlılar arasında farklı bir iş birliğinin tasarlanmasına bağlı.
Sergiyi 16 Ekim’e dek Cocoon’da ziyaret edebilirsiniz.