Fatih Terim’i sevmiyorsanız bile izleniyor
Netflix’in belgeseli Terim, Adanalı bir çocuğun hırsla, tutkuyla zirveye tırmanışını anlatıyor
Ayın aydınlık yüzü
Yıl 2009. Fatih Terim tatilde. Başına korkunç bir şey geliyor. Teknesinin halatını çözerken eli sıkışıyor ve parmağı kopuyor! Hemen suya dalıyorlar, bulamıyorlar. Tekrar dalın diyor Terim. Birkaç saat devam ediyorlar. Olmaz artık derken çıkıyor ama gecikmişler. Parmak buzda hastaneye gidiyor. Tecrübe sahibi herkes tutmaz diyor. Deneyelim diyor. Dikiyorlar. İyileşmez diyorlar. Yine de ısrarcı. Mucizeyi ite kaka gerçekleştiriyor. Siz hiç inatla yaratılan mucize gördünüz mü?
Netflix’in Terim belgeseline nihayet kavuştuk. Yukarıdaki olay belgeselde yer almıyor ama o his her yerine sinmiş. Jordan belgeseline öykünen akış da çok güzel oturmuş. Zaten iki simgenin tepkileri de benzer. Biri her şeyi kişisel algılayıp hırsını patlatıyor. Diğeri -Taffarel’den aktarırsak- “kaybetmeyi bilmiyor” ve kazanmak için ne gerekiyorsa yapıyor. İzledikçe anlıyorsunuz: Bu bir Terim belgeseli değil, Terim’in belgeseli.
Türkiye futbolunun en hareketli dönemlerini zevkle izliyor, unuttuğunuz şöhretleri gördükçe gülümsüyorsunuz. Arda’sı, Sergen’i, Hagi’si, Rui Costa’sı, Melo’su, Faruk Süren’i tekmili birden orada. (Malum nedenlerle olamayanlar yok tabii). Müzikler harika. Arşiv arkeolojisi hiç fena değil. Hiç sıkılmadan, futbolu sevmeseniz, hatta Terim’i sevmeseniz de izletiyor. (Belki son bölüm için biraz sünmüş denebilir.) Açıkçası ekran karşısına geçmeden önce tereddütlüydüm. Kimsenin samimi konuşmadığı, futbol karakterlerinin insanı kahkaha ya da dehşet duyguları arasında salındıran enteresan öykülerinin hep off-the-record’da kaldığı bir ülke burası. Burada da bilmediğimiz şeyler çok değil, ama en azından seyredilesi güzel bir iş çıkmış ortaya.
Tek bir eksik göze batıyor. Gelişmeye ne kadar açık olduğunu şaşkınlıkla izlediğiniz bu adamın değişmeyen öfkesi. Oysa kızı Buse harika bir şey söylüyor: “Onunla okey oynarken bitmeye korkardım. Kaybedince çok üzülüyor ve tepki veriyor.” İnsan üzülünce tepki verir mi? Yoksa öfkeden midir o tepki?
Zorluklar içinde büyümüş, Adanalı bir çocuğun akıl almaz hırsı, tutkusu ve başarıları tabii ki başrolde olsun. Fakat 2005’teki olaylı İsviçre maçını, alınan onca cezanın ipuçlarını (misal görev aldığı son 7 sezonda 38 resmi maçta cezalıymış. Neredeyse bir sezon yani!), taş yerinde “Ağar’dır” meselelerini, küs olduğu pek çok ‘ocakdışı’ insanı, hatta onu pek sevmeyen rakiplerini hiç göremiyoruz. Bunu belgesele önemli bir katkı veren ve Terim’le harika bir röportaj yapan Banu’yla (Yelkovan) konuşurken de düşündük ve şunu sorduk: Zidane deyince aklımıza ne geliyor? Materazzi’ye attığı kafa mı, muhteşem kariyeri mi? Henry ne demişti onun için: “Zidane’ın çıktığı köyden Zidane çıkar, ama ondan o köyü çıkaramazsınız.” Terim işte bu çizginin insanı. “Evet, hırçın olduğum söylenebilir. İnsanın naturası vardır. Ben buyum” demesi de bundan. Bu hikayenin gizli öznesi Fulya Terim teknik direktörlüğe heveslendiğinde boşuna uyarmıyor onu (spoiler): “Yapamazsın. Çok çabuk sinirlenirsin, öfkelenirsin, mağlubiyeti kabullenemezsin.” Sonra da haksız çıktığını söylüyor Fulya Hanım. Hem haklı hem haksız değil mi?..
Ama her şeyi önce olumsuzdan görmek en kudretli Türk sporlarından biri. Çok da kapılmamak lazım. İşin özü önemli. Eğer bir eser size sorular sorduruyor, alternatif kurgular hayal ettiriyorsa başarmış demektir. Karşımızda gerçekten izlemesi çok keyifli bir yapım var.
Bir anıyla bitireyim yazıyı: Euro 2008 için Eurosport International özel bir program hazırlıyor. Bir tek Türkiye bölümü eksik. Semih, Arda ve Rüştü olsun istiyorlar. Kulüpleri arıyorum. Yok yasak var, yok derbi var... Öfkeyle Fatih Hoca’ya mealen şu mesajı atıyorum, “Her takım olacak ama siz olmayacaksınız”. Hemen dönüyor, isimleri alıyor. Beş dakika içinde üç futbolcu da aynı soruyu sorarak arıyor: “Nereye, ne zaman gelelim?” Sonra röportaj için onun da yanına gidiyoruz. Her odada Eurosport açık. Bize tenis sevgisini anlatıyor. Ama bizim Eurosportçular sadece Fransızca konuşuyor. Hoca bir türlü istediği iletişimi kuramıyor. Birden Türkçe konuşmayı bırakıyor, İtalyanca anlatmaya başlıyor!
Simgesel anlar bunlar. Belgesel de veciz sözler serenatı gibi zaten. Banu’nun röportajın önündeki yazısında söylediği gibi ağzından çıkan her şey duvar yazısı. Tamam, birileri Terim’in (Pink Floyd albüm adına referansla) “Dark Side of the Moon”u (Ayın Karanlık Yüzü) neden eksik diye kızacak. Ama biz önce keyfine bakalım (Instagram’da). Sonra sıkıntıları konuşuruz (Twitter’da).