Genç değiliz ama hâlâ buradayız!
İlk duyurulduğunda “Ne gerek vardı?” demiş olabilirsiniz ama Tom Cruise gerçekten iyi bir devam filmi çıkardı
Tony Scott’ın çektiği Top Gun, 1980’lerin ikon filmlerinden biriydi. Kendi modasını sosyal hayata sokmuştu. Gözlüğü, montu, müzikleri, kılık kıyafetiyle ve her karesiyle pırıl pırıl adrenalin dolu bir hayatın şık reklamıydı. Tüm dünyanın ergen ve gençlerini pilot olmaya, hatta neredeyse Amerikan ordusuna katılmaya (!) ikna etmişti.
Top Gun Amerikan donanma pilotlarının başarılı olanlarının bir üst kademeye taşındığı bir programın ismi. O pilotlar bir üst seviyede savaş eğitimi görüp tehlikeli görevlerde yer almaktalar. Pete ‘Maverick’ Mitchell da ikinci pilotu ve dostu olan Goose ile bu programa dahil olur. Ancak üstlerini de bunaltan, takım ruhunu önemsemeyen, işin havasına kendisini fazla kaptırmış kibirli bir pilottur.
Sadece ‘biraz daha’ yaşlı
Maverick eğitimdeki öğretmenlerinden biri olan Charlie’yi (Kelly McGillis) ayartır; dikbaşlılığı ve bencilliğinin bedelini en yakın arkadaşını kaybederek ödeyecektir. Sonunda dayanışmanın önemini kavrayıp, sürekli sürtüştüğü rakibi ‘Iceman’ ile birlikte düşmana karşı başarılı bir savunma yapınca gerçek bir kahraman olabilir.
Pentagon’un tam destekle adeta bir yapımcı ortak gibi dahil olduğu film, pilotların eğitim safhalarında yaşadıkları zorluklara pek girmez. Üstelik finalde hangi ülkeden olduğu söylenmeyen ama Rus uçaklarını kastettikleri açıkça belli edilen ‘hayalet’ düşmanlara da dersleri verilir!
36 yıl sonra gelen devam filminde ilk filmde olmayan iki şey var sadece: Kelly McGillis ve melankolik şarkısı Take My Breath Away. Bunun dışında ilk filmle ilişki kurabilen herkesin bütün beklentileri hem görsel hem de içerik olarak karşılanmış. Neredeyse aynı jenerikle başlayarak; ilk filmdeki pilotların özelliklerini taşıyan yeni gençler, bol bol uçak ve ordu fetişizmi, jetlerin heyecanlı it dalaşı sahneleri, gerçekte de kanserle mücadele eden Val Kilmer ve artık 60 yaşında olsa da hâlâ ilk filmdekinden sadece ‘biraz’ yaşlı görünen Tom Cruise!
Olgun ama sınırları da aşıyor
Senaristler Maverick’i güzel olgunlaştırmışlar doğrusu. Olgun ama gerektiği yerlerde hız sınırlarını ve emir zincirini aşıyor yine. Zaten bu yüzden rütbesi de hep albay olarak kalmış. Meziyetleri sayesinde eski okuluna bu sefer özel bir görev için öğretmen olarak dönmesi isteniyor. Charlie’den hiç bahsetmiyor ama yine eski bir sevgilisi olan dul anne Penny ile ayakları daha yere basan bir ilişki deniyor. Yine adı belirtilmeyen bir ülkenin (!) siyah kasklı pilotlarca kullanılan yüksek teknolojili uçakları ile dalaşacakları bu tehlikeli görevde Maverick’in eğiteceği genç pilotlardan biri de hâlâ yokluğunu çok hissettiği arkadaşınının oğlu ‘Rooster’dır. Yani ilk filmdeki gibi şık bir ordu reklamı yapmanın yanında yaşadıklarından ders çıkaran karakterlerin hikayelerini anlatmak amaçlanmış. Maverick’in filmde söylediği şu replik mesela: “Uçak ne kadar yüksek teknolojili olursa olsun, önemli olan onu kullanan pilottur.” Bu cümle aslında hem İHA’lara karşı pilotlu uçakları savunuyor hem de insanın kendi hayatının pilotu olduğuna gönderme yapıyor.
Sinematografisi, atmosferi ve renkleriyle Tony Scott’ın kurduğu dünyayı aynen devam ettirmiş yönetmen Joseph Kosinski. Penny rolünde yine 80’lerde yıldızı parlayan güzel oyuncu Jennifer Connelly’i, Rooster rolünde de Whiplash filmiyle sevilen Miles Teller’ı izliyoruz. Herkes üstüne düşen her şeyi çok iyi yapıyor ama bu bir Tom Cruise filmi. Cruise’un karizması filmin her yerine sinmiş. Gerçekten uçak kullanması, tüm tehlikeli sahneleri bizzat yapması ve azar azar, fazla hissettirmeden yaş alıyor görünmesi bizi de genç hissettiriyor aslında. Bir filmin bunu başarması da az buz bir şey değil doğrusu.