Marilyn Monroe’yu kim öldürdü?
Netflix belgeseli Marilyn Monroe: Kasetlerdeki Sırlar’da önceki belgesellerden farklı tanıklıklar da var
Burak Göral
2022 yılından bakınca Marilyn Monroe imgesinin ne kadar sağlam durduğunu görmek sizi de şaşırtmıyor mu? Hâlâ sokakta yürürken ya da internette gezinirken, bir gazeteyi ya da dergiyi karıştırırken bir anda onunla göz göze gelebiliyoruz. Gözlerinin içi gülüyor çoğunlukla, koşulsuzca sizi sevecekmiş gibi bakıyor. Hâlâ sanki daha önce hiç görmediğiniz tonla fotoğrafı çıkıyor. Sanki zamanı dondurmuş bir yerlerde yaşıyor ve sürekli yeni fotoğrafları çekilip servis ediliyor gibi...
Kısacık hayatı sayısız belgesele, birçok filme konu oldu; hayatının trajik son perdesi de sayısız kez araştırıldı. Netflix belgeseli Marilyn Monroe: Kasetlerdeki Sırlar (The Mystery of Marilyn Monroe: The Unheard Tapes) ise sadece ölümünün ardındaki komplo teorilerine yoğunlaşmıyor, ironik bir şekilde dünyanın en sevilen kadınlarından birinin sevgisiz büyüme hikayesini, ailesizliğini, çocukken yaşadığı cinsel istismarı, Hollywood ortamlarındaki hızlı yükselişini, yaptığı evliliklerin neden yürümediğini de izliyoruz. Sürekli bir ‘istenmeyen eşya’ muamelesi görmesi, onu hükmedici erkeklere karşı zayıf kılıyor, zeki ve güçlü erkekler de bu yüzden daha çok ilgisini çekiyordu. Geçirdiği tuhaf ve sevgisiz çocukluk, sürekli bir suçluluk duygusuyla yaşamasına sebep olmuş, aldığı yanlış kararlar çok daha başarılı bir kariyer inşa etmesine engel oluşturmuştu. Ama en büyük travma da hayatının son dönemecinde Kennedy kardeşlerle gelmiş belli ki.
Yepyeni ses kayıtları
Yönetmenliğini Emma Cooper’ın yaptığı Kasetlerdeki Sırlar önceki benzerlerinin çoğundan biraz daha cesur davranarak Monroe’nun ölümünden bir sene sonra, 1963’te suikastle öldürülen ABD başkanı John F. Kennedy ve yaklaşık beş yıl sonra da yine suikast kurbanı olan adalet bakanı kardeşi Robert Kennedy’ye karşı daha sivri laflar ediyor. Daha doğrusu yıllar sonra olayları araştıran Anthony Summers adlı bir İngiliz gazetecinin yaptığı röportajların ses kayıtlarını ortaya çıkarmasıyla duyuyoruz bunları.
Marilyn’in psikiyatristinin eşi ve çocukları önemli şeyler anlatmış. Monroe’nun bazı arkadaşları, evini dinleyen özel dedektif, evinde çalışan hizmetlisi gibi önemli tanıklara ulaşmış ve hepsiyle yaptığı konuşmaları tek tek kaydetmiş Summers. Hatta konuştukları arasında Billy Wilder ve John Huston gibi yönetmenler de var. Summers’ın terapistinden elde ettiği Marilyn ses kayıtları da aralarda eşlik ediyor anlatılanlara.
Son darbe Kennedy’lerden
Yönetmen Cooper her sesin sahibini canlandıracak benzer oyuncular bulmuş, ses kayıtları oyuncuların playback görüntüleriyle sunuluyor. Aslında ‘konuşan kafalar’ belgeseli gibi görünmemesi için elinden geleni yapmış Cooper. Monroe’nun nispeten az dolaşımda olan arşiv görüntülerini de kullanmaya çaba göstermiş.
Konuya meraklı olanlar için biraz daha keskin bir final de oluşturulmuş diyebiliriz. Monroe’nun cinayete kurban gittiği, intihar ettiği ya da yanlışlıkla kendini öldürmüş olduğu arasında gidip gelen komplo teorileri arasından akla yakın bir tahminde bulunuyor film. Belki doğrudan cinayet demiyor ama Monroe’nun zaten pamuk ipliğiyle hayata tutunan hassas ruhuna Kennedy kardeşlerin son darbeyi indirdiği bir şekilde teyit edilmiş oluyor. Filmde Frank Sinatra’nın da yakın arkadaşı olan Peter Lawford’un Malibu’daki evindeki çılgın partilerde takılan Kennedy kardeşlerin umarsız çapkınlıkları ilk kez bu kadar net dile getiriliyor.
Film boyunca Marilyn’in etrafına yaydığı o müthiş enerjiye de bir kez daha şahit oluyoruz. En büyük şanssızlığı Hollywood’un en erkek dönemine hapsolan; hırpalanmış, yalnız bırakılmış, mutsuz edilmiş bir kadın olmasıymış.