Yanis Varoufakis yazdı: Batı ölmüyor ama ölmek için epey uğraşıyor
Roma İmparatorluğu’nun kendi hegemonyasını 1000 yıl daha sürdürebilmek uğruna Roma’yı barbarların eline bırakıp başkentini Konstantinopolis’e taşıması gibi, Batı da ağırlık merkezini ABD’ye kaydırıp İngiltere ve Avrupa’yı aciz, geri kafalı yerler olarak bir kenara bıraktı
Yanis Varoufakis
Yunanistan eski maliye bakanı, MeRA25 partisi lideri ve Atina Üniversitesi iktisat profesörü.
Avrupa’da, Küresel Güney’de ve Donald Trump’ın son seçim zaferinden sonra ABD’de merkez siyasete yakın çeşit çeşit uzman, Batı’nın çöküş döneminde olduğuna inanıyor. Batı’da ilk kez gücün bu kadar az kişinin elinde toplandığına şüphe yok ama Batı iktidarının sonunun geldiğini söylemek için bu kadarı yeterli mi?
Avrupa’da çöküş söylemini benimsemek için epey gerekçe var. Roma İmparatorluğu’nun kendi hegemonyasını 1000 yıl daha sürdürebilmek uğruna Roma’yı barbarların eline bırakıp başkentini Konstantinopolis’e taşıması gibi, Batı da ağırlık merkezini ABD’ye kaydırıp İngiltere ve Avrupa’yı harekete geçmekten aciz, geri kafalı, anlam ve önemini giderek yitiren yerler olarak bir kenara bıraktı.
Ama uzmanlardaki karamsarlığın daha derin bir sebebi var: Batı’nın kendi değerler sistemine (evrensel insan hakları, çeşitlilik ve açıklık) bağlılığındaki gerileme ile Batı’nın çöküşünü birbirine karıştırma huyu. Tıpkı gömlek değiştirip eski derisinden kurtulan bir yılan gibi Batı da 20. yüzyıl boyunca yükselişini sürdürmesini sağlayan ancak 21. yüzyılda bu amaca hizmet etmez hale gelen değerler sistemini üzerinden atıyor.
Sömürü, afyon, kölelik ve katliam
Aslında tarih boyunca kapitalizmin yükselişi için ne Batı’nın değerler sistemi olarak gördüğümüz şey ne de demokrasi bir ön şart oldu. Batı’nın iktidarı hümanist ilkeler değil içeride acımasız sömürü, Amerika, Afrika ve Avustralya’da ise köle ticareti, afyon ticareti ve muhtelif katliamlar üzerine kuruluydu.
Batı’nın gücü yükseliş döneminde kendi dışındaki bölgelerde dizginlenmiyordu. Avrupa gerek halklara boyun eğdirmek gerekse doğal kaynakları çıkarmak için milyonlarca sömürgeci yolladı. Avrupalılar gördükleri yerlilere insan değilmiş gibi davrandı ve onların topraklarını “terra nullius”, yani halksız topraklar ilan etti. Yeni yerleşimcilerin bu topraklarda gözü vardı. Amerika, Afrika, Avustralya ve hatta bugün Filistin’deki her soykırımın ilk perdesi bu oldu.
Ancak yurt dışında yenilmez olsa da Batı’nın iktidarı içeride çok kötü durumdaki alt sınıfların itirazıyla karşı karşıyaydı. Bu sınıflar çok az sayıda patrona ait fabrikalarda bizzat ürettikleri malları tüketemez hale gelmelerinin yol açtığı ekonomik krizlere tepki olarak ayaklandı. Söz konusu çatışmalar dünya piyasaları için kapışan Batılı güçler arasında endüstriyel savaşlara dönüşerek iki Dünya Savaşı’yla sonuçlandı.
Sanayiden arınma süreci
Neticede Batı’nın elitleri tavizler vermek zorunda kaldı. Yurt içinde eğitime, sağlık sistemlerine ve emekliliğe razı geldiler. Uluslararası arenada ise Batı’nın gaddar savaşları ve soykırımları sonunda dekolonizasyon, evrensel insan hakları beyannameleri ve uluslararası ceza mahkemeleri ortaya çıktı.
II. Dünya Savaşı’ndan sonraki on yıllarda Batı eşit dağılıma dayalı adaletin, karma ekonominin, çeşitliliğin, içeride hukukun üstünlüğünün ve kurallara dayalı uluslararası düzenin keyfini sürdü. Ekonomik açıdan bu değerler Bretton Woods olarak bilinen ve ABD tarafından merkezi olarak tasarlanan küresel para sistemine çok uygundu. Yeni sistem sayesinde ABD kendi net ihracatını sürdürmek adına ticaret fazlalarını Avrupa ve Japonya üzerinden geri dönüştürebiliyor, müttefiklerine dolar kullandırıyordu.
Ama 1971’e gelindiğinde ABD bütçe açığı veren bir ülke olmuştu. Almanlar gibi kemer sıkmak yerine Bretton Woods’u bırakıp ticaret açığını daha da şişirdi. Almanya, Japonya ve sonrasında Çin ise net ihracatçılar haline geldi. Onların dolarla elde ettiği kârlar Wall Street’e gönderilerek ABD hükümet senetleri, gayrimenkul ve ABD’nin yabancılara yatırım izni verdiği şirketlerden hisse alınır oldu.
Ardından Amerika’daki yönetici sınıf bir aydınlanma yaşadı: Madem yabancı kapitalistlere hem ürünlerini hem dolarlarını ABD’ye yollama konusunda güvenilebiliyordu, neden yurtiçinde ürüne devam etsinlerdi ki? Bunun üzerine bütün üretim hatlarını yurt dışına taşıyarak Amerika’nın üretim merkezlerinin sanayiden arınma sürecini tetiklediler.
Neoliberalizmin doğuşu
Bu yeni ve iddialı geri dönüşüm mekanizmasının kalbinde Wall Street vardı. Rolünü oynayabilmesi için dizginlerinden kurtulmalıydı. Ama tam denetimsizlik için bunu destekleyecek bir ekonomi ve politika felsefesi gerekiyordu. Talep kendi arzını doğurdu ve neoliberalizm böyle doğdu. Çok geçmeden dünya New York bankalarına akın eden yabancı sermaye tsunamisi üzerinde sörf yapan türev ürünlerle doldu. 2008’de bu dalga kırılınca neredeyse Batı da onunla birlikte yıkılıp gidiyordu.
Paniğe kapılan Batılı liderler finansçıları ayağa kaldırmak için 35 trilyon dolar bulurken kendi halklarına kemer sıkma politikaları dayattı. Bu trilyon dolarların gerçek anlamda makineleşmeye harcanan tek bölümü ise bulut sermayenin inşasında kullanıldı. O bulut sermaye Big Tech adı verilen büyük şirketlerin Batı halklarının kalplerine ve zihinlerine hükmetmesini sağladı.
Sadece finansçılar için sosyalizm, alttaki yüzde 50’nin geleceğinden umudu kesmesi ve zihinlerimizin Big Tech’in bulut sermayesine teslim olması gibi etkenler birleşerek Cesur Yeni Batı’yı doğurdu. Bu Cesur Yeni Batı’nın kibirli elitleri için geçen yüzyılın değerler sistemi pek de işe yaramıyordu. Serbest ticaret, anti-tröst kuralları, net sıfır karbon, demokrasi, göçe açıklık, çeşitlilik, insan hakları ve Uluslararası Adalet Divanı hor görülmeye başlandı. ABD de işi bittikten sonra dost diktatörlere yani “kendi piçlerine” aynı şekilde davranmıştı.
Çin baskın güç olma istemiyor ki
Avrupa’nın parasını birleştirip siyasi gücünü birleştirememesi sonrası güçsüzleşmesi ve gelişmekte olan ülkelerin rekor borçlar altına girmesi sonucu Batı’nın önünde duran tek engel Çin kaldı. Ama işin ironik yanına bakın ki Çin baskın güç olmak istemiyor. Onun tek derdi ürettiklerini herhangi bir şekilde engellenmeden satabilmek.
Gelgelelim, Batı şimdilerde Çin’in ölümcül bir tehdit oluşturduğuna ikna olmuş durumda. Oedipus’un babası sırf oğlunun kendisini öldüreceği kehanetine inandığı için oğlu tarafından öldürülmüştü. Aynı şekilde Batı da Çin’i atılım yapmaya ve BRICS’i yuan’a dayalı Bretton Woods benzeri bir sisteme dönüştürmek gibi yöntemlerle kendi gücüne ciddi şekilde karşı çıkmaya zorlamak için durmaksızın çalışıyor.
2024 yılında Batı güçlenmeye devam etti. Ancak değerler sistemi dibe vurmuşken kendi çöküşünü tasarlama becerisi de güçlendi.
© Project Syndicate, 2024.