WWF Başkanı Nafiz Karadere: Bu gidişatı tersine çevirmeliyiz

İklim krizi ile doğa kaybı mevcut ekonomik ve politik krizleri daha da derinleştirmeye aday. Türkiye’de tarım topraklarının yüzde 88’i sağlıksız

Böyle giderse gelecekte gezegenimiz yaşanmaz hale gelecek. Tarım topraklarını kaybediyoruz, belki bugünden yarına değil ama bir süre sonra bazı gıdalara erişemeyeceğiz. Okyanuslardaki ve denizlerdeki kirlilik balık türlerinde kayıplara neden oluyor, bazı bitkiler kuraklık ve iklim değişikliği nedeniyle artık bölgelerinde yetişemiyor. Yer altı su kaynakları kirleniyor, göller çekiliyor… Bu konularda uzun zamandır çalışmalar yapan Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) Türkiye başkanlığına kısa süre önce Nafiz Karadere geldi. Karadere ile WWF’in Beyoğlu’ndaki merkezinde buluştuk. 

● Nafiz Bey, yeni görevinizi öncelikle tebrik ederim. WWF gündemine geçmeden önce sormak isterim. Siz hayatınızda sürdürülebilir bir yaşam için hangi adımları attınız? 

Sürdürülebilirliğin kişiden başlaması gerektiğine inanıyorum.  Önce kişinin kendisi, daha sonra ailesi, iş çevresi ve toplum olacak şekilde suya atılan bir taşın oluşturduğu çemberler gibi bu bilinç ve yaşam şekline dönüşmeli… Ben de bu bilinçle, aile yaşamımda elektrik ve su tüketimini minimuma indirerek tedbirler almaktan başlayıp (led aydınlatma, filtre ve akıllı sayaç sistemleri, ısı yalıtım sistemleri vb. ) özel kullanımımda olan otomobilimi elektrikliye çevirmeye kadar uzanan bir süreçte adımlar atmaya devam ediyorum. İş hayatıma; her zaman sürdürülebilirlik, doğa koruma, toplumsal cinsiyet eşitliği, kültür sanat ve spor konularına çok önem vererek ve bunlara bağlı olarak çeşitli STK’larda ya da iş birliği içerisindeki projelerde görev alarak devam ettiğimi sen de biliyorsun. 

1,5 derece için CO2 emisyonları 2030 yılı itibarıyla 2010’a göre yüzde 45 oranında azalmalı, 2050’de ise sıfıra indirilmeli. Bunun için fosil yakıtlardan, kömürden kademeli şekilde çıkılmalı

Örnek olarak WWF, ÖRAV, KAGİDER, SALT ve BİDEV’i verebilirim. Doğuş Grubu içerisinde de, Sürdürülebilirlik Çalışma Grubu’nun liderliğini üstleniyorum. Bugün yurt dışında eğitim gören oğullarımdan birinin, bitirme tezi İstanbul Boğazı’nı temizleyen şehir hatları vapuru üzerineyken; üçüncü sınıfta okuyan diğer oğlum elektrikli tekne üretimi üzerine tez hazırlıyor. Eşim WWF gönüllü elçisi olarak projelere destek veriyor. Ama tabii önümde gidecek daha çok yolum var. Bunun da birey olarak bilincindeyim. 

● WWF dünya genelinde çok kapsamlı çalışmalar yapıyor. Sürdürülebilir Yaşam’la ilgili olarak 2022 gündeminizi ve önceliklerinizi öğrenebilir miyiz? 

İnsanlık olarak bugün, birbiriyle etkileşim halinde olan iki büyük tehdit var karşımızda: iklim krizi ve doğa kaybı. İklim krizinin inkar edilemeyecek etkilerine tanıklık ediyoruz: sıklığı, şiddeti ve ölçeği artan orman yangınları, seller, kıyı bölgelerinde deniz seviyelerinin yükselmesi, sıcak hava dalgaları ve kuraklık olayları... Doğayı ve canlı yaşam çeşitliğini insanlık tarihinde görülmemiş bir hızla kaybediyoruz. Biz insanlar dahil sayısız tür risk altında. Soluduğumuz temiz hava, içtiğimiz su ve beslendiğimiz toprak her gün artan bir baskıyla karşı karşıya. İklim krizinin etkilerine karşı yol katedememek, daha fazla yıkım ve doğa kaybı anlamına geliyor. Öte yandan doğa kaybı, iklim krizinin verdiği zararı da artırıyor. Bu durum, mevcut ekonomik ve politik krizleri, daha da derinleştirmeye aday. Bu sebeple çifte krizle karşı karşıyayız diyebiliriz.  

Hem iklim hem de biyoçeşitlilik konusunda uluslararası toplumun çok daha etkin ve hızla hareket etmesine, gezegenin geleceği için kararlı ve istikrarlı bir iş birliği sergilemesine acil ihtiyaç var

Bu çıkmazın üstesinden gelmek için sürdürülebilir çözümler geliştirmek ilk bakışta zor gibi görünse de aslında imkansız değil. Hem de düşündüğümüzden daha basit ve tam yanı başımızda. Bu gidişatı tersine çevirmek, doğa ile ekonomiyi karşı karşıya getiren değil, birbirini destekleyen iki olgu olarak gören yaklaşımlardan geçiyor. Bunun en iyi örneği ‘doğa temelli çözümler’. WWF‘nin (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) küresel gündeminde tam da bu yaklaşım merkezde. 

● Türkiye için öncelikle atmak istediğiniz adımlar neler? 

Öncelikli çok konumuz var. Türkiye’de tatlı su kaynaklarının korunması için tarımda modern sulamaya, sanayide temiz üretime geçilmesi, tarım politikalarımızın ve teşvik sistemlerinin toprak sağlığını koruyacak şekilde düzenlenmesi, biyolojik değerlerimizin daha iyi korunması için korunan alanlarımızın  yüzde 30 seviyesine çıkartılması, enerji politikasında ise kömürün yerini hızla güneş ve rüzgara bırakması öncelikli konularımızdan.  Emisyonların acil olarak tüm sektörlerde azaltımı şart. Türkiye’nin bu yolda ilerleyebilmesi, 2030 yılına kadar kömürden elektrik üretiminin kademeli olarak sona erdirilmesi, elektrik üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payının en az yüzde 75’e çıkarılması ile mümkün olabilecek.

Tarımdaki riskimiz artıyor

● Pandemi sonrası yaşanan kriz ve ekonomik darboğaz, gıda tedariki ile ilgili sıkıntılar doğuruyor dünyada. Türkiye’nin avantajları ve dezavantajları neler? Türkiye tarımda öncelikle hangi adımları atmalı? 

Türkiye’nin başlıca avantajı şüphesiz olağanüstü biyoçeşitliliğimiz. Neredeyse Avrupa kıtası kadar bitki türü çeşitliliğine ve genetik zenginliğe sahibiz. Bu durum, değerli insan kaynağımız, tarıma elverişli geniş alanlarımızla birleştiğinde, bölgemizin ekolojik tarımsal üretim merkezi olmak için aslında elimizde tüm olanaklar var! Ancak içinde bulunduğumuz Akdeniz havzasında, iklim değişikliği sebebiyle sıcak hava dalgaları ve kuraklık olayları yaşanıyor ve bunun tarımsal üretimi daha da olumsuz etkilemesi bekleniyor. Toprak neminin azalması, yağışlarda aşırı düşüş ve yüksek düzeyde terleme-buharlaşmanın birleşmesi ile kuraklık, mahsul üretiminin ve ekosistem hizmetlerinin olumsuz etkilenmesine yol açıyor. Küresel ısınmadaki her ilave artışla, aşırı uçlardaki değişiklikler daha da büyüyecek. Örneğin, her 0,5°C’lik artışın, tarımsal ve ekolojik kuraklık üzerindeki etkileri açıkça fark edilebilecek. İklim değişikliği nedeniyle su miktarında ve mevsimsel su arzında meydana gelen değişiklikler de Akdeniz havzasının ve birçok ülkenin gıda güvencesini ve ekonomik refahını büyük ölçüde etkileyecek.

Buna bir de konvansiyonel tarım yöntemleri ile canlılığını yitiren topraklarımız eklenince, tarımdaki avantajlı konumumuz riske giriyor. Türkiye’de toprak koruma yöntemleri uygulanmaksızın kullanılan tarım topraklarımızın yüzde 88’i sağlıksız!

Türkiye’de 90’lı yıllardan beri özellikle buğday üretiminde kullanılan toprak işlemesiz doğrudan ekim yöntemi gibi koruyucu uygulamaların hızla yaygınlaşmasını sağlamak bizim elimizde. Bunun için acilen iki temel yaklaşımı içeren bir seferberliğe ihtiyaç var: bir yandan tatlı su kaynaklarımızın yüzde 70’ine ihtiyaç duyan tarım sektöründe modern sulama yöntemlerinin yaygınlaştırılması, diğer yandan onarıcı tarımın tüm Türkiye’de uygulanması. 

● Sürdürülebilirlik konusu son dönemde şirketlerin de gündeminde. Bu konuda Türkiye’deki şirketlerin ev ödevleri neler? Karneleri nasıl?

Bu kimsenin tek başına üstesinden gelebileceği bir şey değil. Acilen doğadaki tür ve alan kaybına son verip, eksiden artıya, ‘doğa-pozitif’ olmaya doğru ilerlememiz gerekiyor. Artık yaptığımız her iş, doğayı artıya geçirmek zorunda. İş modellerimizi bu anlayışla gözden geçirmeli, doğayı sınırsız bir kaynak olarak gören “üret, kullan, at” anlayışına dayalı lineer ekonomik yaklaşımı bir kenara bırakmalıyız. Zira yakın zamana kadar görmezden gelinen, dışsallık olarak görülen çevresel etkiler fiziksel, hukuki ve rekabet boyutuyla pek çok alanda yeni riskleri beraberinde getiriyor. Operasyonları sekteye uğratan doğal afetler, değişen tüketici tercihleri ve sayısı her geçen gün artan ve artık ulusal ölçekte sınırlı kalmayan düzenleyici tedbirler iş dünyasını değişime zorluyor. 

Bunun en somut örneğini en büyük ticari partnerimiz Avrupa Birliği ile yaşıyoruz. Bilindiği gibi en çok ihracatı Avrupa Birliği ülkelerine yapıyoruz. Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kapsamında karbonu fiyatlandıran Avrupa Birliği, elektrik üretimi, çimento demir-çelik gibi emisyon yoğun sektörlerde karbon salımını sınırlandırıp, bu sınırı aşan üreticileri ilave bedeller ödemek zorunda bırakıyor. En önemlisi ise, Avrupalı üreticileri karbonun fiyatlanmadığı veya karbon salım maliyetinin daha düşük olduğu ülkelerden gelecek rekabete karşı korumak amacıyla “Sınırda Karbon Vergisi Mekanizması” geliştirmeyi öngörüyor. AB dışı ülkelerden gelen bir takım ürünlere uygulanması planlanan karbon fiyatlandırması anlamına gelen “sınırda karbon vergisi” uygulaması, ihracatının yüzde 40’ından fazlasını AB ülkelerine gerçekleştiren ülkemizi de doğrudan etkileyecek. Bu noktada iş dünyasından kamu yönetimine ülkemizin bu sürece uyum sağlaması gerektiği açık. WWF-Türkiye olarak ülkemiz de, AB Yeşil Mutabakatı’nı düşük karbonlu ekonomiye geçiş için bir fırsat olarak görmeli diye düşünüyoruz.

Doğa paylaşımları yüzde 65 yükseldi

● Yeni devrim “yeşil devrim” deniliyor. Bunun karşısındaki en büyük zorluk ne? 

Gerçekten de dünyada bir eko uyanışa tanık oluyoruz. Economist Intelligence Unit ve WWF tarafından yapılan bir araştırmaya göre sadece Twitter’da doğa kayıpları ile ilgili paylaşımlar son 5 yılda yüzde 65 oranında yükseldi.  Haliyle tüketici davranışları da etkileniyor. Sürdürülebilir yollarla üretilen ürünlere yönelik ilgi ve talep 2016’dan bu yana dünya genelinde yüzde 71 artmış durumda. Ukrayna-Rusya çatışması, enerjide fosil yakıt bağımlılığından kurtulmaya ve yenilenebilir enerjilere geçişe yönelik acil ihtiyacı jeopolitik boyutu ile de gözler önüne serdi. Temiz enerjilere her zamankinden daha fazla ağırlık vermek artık tercihten öte bir zorunluluk. 

Son 50 yılda ekolojik olarak üç Van Gölü kaybettik

● WWF’in yayımladığı Yaşayan Gezegen Raporu’ndan biraz söz edelim. Büyük bir canlı kaybı söz konusu değil mi? 

WWF ve Londra Zooloji Derneği’nin (ZSL) iki yılda bir hazırladığı 2020 raporuna göre son 50 yılda yeryüzündeki omurgalı tür popülasyonları yüzde 68 azaldı. Dünyanın kara yüzeylerinin yüzde 75’inin önemli ölçüde değişime uğramış olması, okyanusların çoğunun kirlenmiş ve sulak alanların yüzde 85’inden fazlasının yok olmuş olması düşüşün ardındaki en önemli faktörler. Dünya genelinde balık stoklarının yüzde 35’i aşırı avlanmadan dolayı sürdürülemez hale gelmiş durumda. En büyük kayıplar tropikal bölgelerde yaşanıyor.

Ülkemizdeki türlerden 400’ü küresel düzeyde tehdit altında. Son 50 yılda ülkemizdeki sulak alanların yarısı, yani 3 Van Gölü büyüklüğünde alan ekolojik işlevini yitirdi. Her yıl 20 milyon ton plastik atık denizlere karışıyor. Her 60 saniyede 33 bin 880 adet plastik şişe Akdeniz’e gidiyor. Şimdiye kadar küresel ölçekte 344 farklı tür, plastik atıklara sıkışmış halde bulundu. Dünya Doğayı Koruma Birliği’nin (IUCN) tehdit altındaki türlere yönelik hazırladığı Kırmızı Liste’de yer alan deniz memelilerinin yüzde 45’i hayalet ağlar olarak adlandırılan kayıp veya terk edilmiş balıkçılık takımlarından etkileniyor. Kısacası dünya alarm veriyor. Bu gidişe hızla son vermemiz gerekiyor.

Kirleten öder!

WWF- Türkiye sivil toplum kuruluşlarıyla beraber şu önerileri sıralıyor:
● Kirleten öder prensibiyle karbon emisyonlarının fiyatlandırılması, 
● 2030 yılına kadar kömürden çıkışın planlanması, 
● Yenilenebilir enerjinin payının artırılması, 
● İş gücünün adil dönüşümü,  
● İklim krizinin önlenemeyen etkilerine uyum için doğa temelli çözümlere öncelik verilmesi.

Dünyanın yüzde 28’i etkilenecek

● Birkaç örnek verecek olursak: 1,5° C’de yüzde 100 artması beklenen sel riski 2°C’lik bir ısınmayla yüzde 170’e ulaşacak. Şiddetli kuraklığa maruz kalan insan sayısı 350 milyondan 410 milyona çıkacak. Aşırı sıcak hava dalgaları ise dünya nüfusunun yüzde 9’u yerine yüzde 28’ini etkileyecek.

Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Üç virüslü bir salgının ortasındayız Yenidoğan çetesi açıklaması