102 müzisyen artık aramızda yok!
Kapanmalar nedeniyle işsiz kalan binlerce müzisyen, dayanma sınırının sonuna geldi... 1.000 liralık devlet yardımını alabilenler, belediyelerin erzak desteğiyle açlığa ve yoksulluğa karşı mücadele veriyor. Bir yılda intihar eden müzisyen sayısı ise 102’yi buldu
Felaketler geliyorum diyordu... Salgın korkusu yetmezmiş gibi açlık korkusu baş göstermişti. İlk kapanmayla birlikte binlerce müzisyen bir gün içinde işsiz kaldı. Birer ikişer intihar haberleri duymaya başlamıştık, evli ve çocuklu olanları için tam bir cehennem azabı başlamıştı. İkinci kapanmadan çok önceydi, Eylül ayıydı... Mahzun Kırmızıgül, nasıl bir çaresizlik yaşandığını anlatmaya çalıştı. “1 milyon müzisyen çok zor durumda.. Evlerine ekmek götüremeyen onlarca müzisyen intihar etti. Devlet çok acil yardım etmezse felaketler yaşanacak” diyordu. Devlete sesleniyordu, ses çıkmadı! Müzisyenlerin sendikası Müzik-Sen’in verilerine göre pandemiden bu yana canına kıyan müzisyenlerin sayısı 100’ü buldu. Ne yazık ki, ben bu satırları yazarken, iki intihar haberi daha geldi. Biri Osmaniye’den, diğeri Adana’dan... Piyanist Yusuf Karayiğit, 39 yaşındaydı. Aylardır işsizdi... Tıpkı onunla aynı acı sonu paylaşan 41 yaşındaki klarnetçi Ağahan Yerdelen gibi...
Tek bir destek var
Şu anda tek bir destek var, ama hiçbir yaraya merhem değil, ayda 1.000’er lira verecek devlet üç ay boyunca... O da online olarak başvuruda bulunup, müzisyen olduğunu bir video ile ispat edebilenlere... Kimse düşünmüyor ki, bu müzisyenlerin özellikle de Roman olanların pek çoğu okuma-yazma bilmiyor...
Önceki hafta derin yoksulluğun suratıma tokat gibi indiği Kuştepe’ye giderken de aslında onları bulmaktı amacım. Müzisyenlerin derdini dinlemek için yola çıkmıştım ki, koskoca bir mahallenin yoksulluğuyla burun buruna geldim. Romanlar’ın geçen yıl kurdukları Güzel Parti’nin İstanbul İl Başkan Yardımcısı Uğur Demir, Kuştepe’de bana rehberlik ettiği gibi, müzisyenleri bulmam konusunda da yardımcı olmuştu. Ancak iki-üç müzisyen bulabilmiştim, geriye kalanlar eşleriyle birlikte zaten çiçekçi olmuş, bir tık daha az krizde olan bir meslekle ekmek derdine düşmüştü, orada öğrenmiştim. Meğer ki, asıl hayat mücadelesi Dolapdere, Tarlabaşı, Selamsız ve Kasımpaşa’daymış. Yani tüm aile sadece müzisyenlikle uğraşanların semtlerinde... İşte bu hafta müzisyenlerin derdini dinlemek için çıktım yola. Önce Beyoğlu’ndaki canlı müzik mekanlarının durumuna baktım. Kimisinin kapısında kocaman bir kilit, posterler yırtılmış, sanki terk edilmiş gibi. Çiçek Pasajı, Asmalımescit ve Nevizade’de de aynı iç karartıcı manzara devam ediyor. Sürekli bakınıyorum ama tek bir müzisyene rastlamıyorum. Tam o sırada aklıma Tünel’deki müzik mağazaları geliyor. Belki bir iz bulurum müzisyenlerden diye...
“Böyle devam ederse intiharların arkası gelir”
Onlardan birinin kapısında Okan Kirman’la başlıyorum konuşmaya. Kendisi de eski bir müzisyen, Beyoğlu’ndaki türkü barlarda kemençe ve bağlama çalmış. Onun hayatını değiştiren Gezi olmuş. İki ay boyunca çalıştığı mekan kapalı kalınca kararını vermiş. “Ben bir daha bu riski alamam, yeni bir iş bulmalıyım” demiş ve müzik mağazasında işe başlamış. “Tabii bu yaşadıklarımız Gezi dönemiyle kıyaslanamaz. O zaman bir-iki ay sürdü o kadar... Bu dönem ise müzisyenler için tam bir çöküş dönemi. Darbuka çalan bir arkadaşımız vardı, işsizdi uzun süredir, intihar etti. Bu salgın devam ederse, bu intiharların da arkası gelir” diyor. Peki müzisyenlerin durumu bu kadar içler acısıyken müzik mağazalarında siftah oluyor mu? Oluyormuş az çok, yine de ciro yüzde 50’den fazla düşmüş. Peki kim alışveriş yapıyor? Bu dönemde eve kapanan ve sıkıntıdan bir hobi edinmeye çalışan insanlardan yeni bir müşteri kitlesi çıkmış. Bir de müzikle ilişkileri kopmasın diye uğrayanlar varmış. Onlar şöyle ayaküstü bir sohbet edip gidiyorlarmış. “Zaten morali bozuk giriyorlar mağazaya, çıkarken daha da düşüyor moralleri. Kimsede bir bağlama teli bile alacak para yok, hoş kopan bağlama teli de yok işsizlikten!” diyor Okan Bey.
“Harika bir şekilde batıyoruz!”
İki dükkan aşağıda Gözde Müzik’e giriyoruz bu kez. “İşler nasıl?” diye soruyorum selam verip, içerideki iki beyden biri gülüyor, “Harika... Harika bir şekilde batıyoruz!” oluyor cevabı. Yine eski bir müzisyen mağazanın sahibi, bir baterist. 35 yıl önce açmış bu mağazayı... Devam ediyor Ercüment Sezer: “İşler yarıdan fazla düştü ama yine de hayattayız. Öyle ya da böyle birileri bir şeyler alıyor. Ama yevmiye ile çalışan müzisyen arkadaşlarımızın işi çok zor. Mekanlar kapalıyken iş bulma şansları hiç yok.”
Gitarını satıp eve dönüş bileti alan bile var...
“Hiç zorda olan arkadaşınız var mı? Onunla da bir dertleşsek” diyorum. Ercüment Bey’in yanındaki arkadaşı, bu soruyu duyunca sessizce yukarı çıkıyor. Ercüment Bey acı bir tebessümle, “İşte onlardan biri. O da baterist, ama konuşmak istemez” diyor. Zorda kalan müzisyenlerin enstrümanlarını sattığını duymuştum, soruyorum. Az önce uğrasaymışız rastlarmışız. “Genç bir çocuk geldi, elinde gitarıyla... ‘200 liraya ihtiyacım var, bilet almam lazım, memlekete döneceğim’ dedi. Hiç pazarlık etmeden verdim 200 lirayı” diyor. Hemen her gün bir-iki kişi geliyormuş böyle. Parası olsa da olmasa da alıyormuş Ercüment Bey... “Keşke elimden fazlası gelse! İnanın artık yediğim ekmekten utanır oldum” diyor üzgün...
“Cumhurbaşkanımız bizi aç bırakmıyor!”
Tünel’de istikameti değiştiriyoruz. Bu sefer müzisyen mahallelerine gideceğiz. Kasımpaşa’ya doğru... Tam Asmalımescit’in çıkışında, kolunun altında darbukası bir Roman müzisyenle karşılaşıyoruz. Kemancı arkadaşıyla buluşacakmış. “Nerede çalıyorsunuz?” diye soruyorum. “İşte buralarda... Artık çalacak yer yok, biz de sokakta turistlere çalıyoruz. Ekmeğimiz için savaşıyoruz be abla!” diyor. Fikret Garipler, 34 yaşında, iki çocuğu var, biri üç aylık, diğeri sekiz yaşında. Kasımpaşa’da oturuyor, evin kirası 800 lira. Dört aylık kira borcu birikmiş. Elektrik, su derken 4 bin lira borcu var. Eskiden 100 liradan fazla kazanırmış, şimdi 30-40 lirayla eve gitti mi yüzü gülüyormuş. Peki 1.000 liralık devlet yardımını alabilmiş mi? Hayır, alamamış. Videoyu da çekmiş, gönderdiğini sanmış, ama meğer gitmemiş! “Keşke bir başvuru hakkı daha olsa da o parayı alabilsek...” diye iç geçiriyor. Peki günde 30 lirayla nasıl geçinebiliyorlar? “Evde tencere nasıl kaynıyor?” diye soruyorum utana sıkıla... “Erzaklar var çok şükür. Belediyelerden geliyor, Vefa Destek’ten geliyor, komşular da yardım ediyor Allah razı olsun” diyor. Kasımpaşalı ya, nereden yardım gelirse gelsin, o Cumhurbaşkanı’na bağlıyor: “Çok şükür, Cumhurbaşkanımız bir şekilde bizi aç bırakmıyor, öyle ya da böyle...”
Keman hocasıydı, çiçekçi oldu
Bu durumda yetenek, çalışkanlık, zeka da fayda etmiyor. İnsanlar karabasanı yaşıyor. İşte onlardan biri de 34 yaşındaki İbrahim Portakal... Romisi Çavo, Türkçesi ile Roman Çocuğu diye bir grup kurmuş, yarısı Yunan yarısı Türk Romanı bir grup... Yıldız Tilbe’sinden Ozan Orhon’una kadar pek çok ünlü yorumcunun arkasında çalmış. Keman virtüözü, aynı zamanda ders de veriyor. Yani her parmağında bir marifet. Ve pandemiyle birlikte tüm bunlar geçmişte kalmış. Üç kız sahibi İbrahim Portakal şimdi eşiyle birlikte çiçek satıyor! “Müzisyenlik bitmedi öldü, bütün müzisyenler çiçekçi oldu” diyor. Müzikten uzak solup gidiyor.
Müzisyenler kahvesi otopark oluyor
En çok müzisyen Dolapdere’de. Sorup soruşturuyoruz, öğreniyoruz ki, müzisyenlerin bir buluşma noktası varmış. Onlar ‘Müzisyenler Kahvesi’ diyor. Tam adı Müzisyenler Konak Kıraathanesi... Sahibi 21 yaşında bir Roman genci Umut Bayramiç. Sekizinci sınıftan sonra Pendik Anadolu Lisesi’ni kazanmış ama ailesinin mali durumu sebebiyle okuyamamış. 11 yaşından beri keman çalıyor. Babası ve amcaları ise klarnetçi. Bizim ziyaret ettiğimiz gün aynı zamanda Dolapdere Pazarı’nın günü. İçerisi boş ama o pazarcı esnafına 1 liraya çay veriyor. Bir de geçici tuvalet hizmeti veriyor kıraathane. Umut, tuvalet için para istemiyor ama pazarcılar üç-beş bırakıyor. “Eskiden, yani müzisyenken ayda 4-5 bin kazanırdım. Kadıköy, Beşiktaş, Galata hep gezerdim. Arada da stüdyo işleri gelirdi” diyor o güzel günleri hatırlayarak. Kazanmış, boğazından kesmiş biriktirmiş, tek hayali bir araba almakmış. Tam parayı denkleştirirken, hayal de güme gitmiş Covid ile... Evde iki küçük kardeş, anne var. Baba da işsiz, malum o da müzisyen... Ev de kira, dükkan da... Ev 1.200, dükkan 1.300 lira, etti mi 2.500 lira! Elektrik, su, mutfak masrafı derken hazıra dağ mı dayanır? Araba parasıyla bugüne kadar idare etmişler, şimdi o da suyunu çekmiş. Neyse ki hem babası, hem de Umut 1.000 liralık devlet yardımını almışlar, başvuruyu halledip. Kıraathane desen, ortada müzisyen kalmadığından sadece civardaki esnafa çay ocağı gibi hizmet veriyor. Bakıyorum, içerideki her şey satılık, tost makinesinden buzdolabına, yok pahasına hem de, ama alıcısı yok!
“Müzik yoksa felaket çok”
Şimdi yeni bir çıkış peşinde Umut. Mülk sahibiyle konuşup anlaşmışlar, bina zaten yıkılacakmış, kıraathanenin yerini otopark yapmaya karar vermişler, o da otoparkçı olacak, bir aksilik çıkmazsa... “Çünkü, müzik bitti. Benim de başka çarem yok” diyor Umut. Zaten birlikte çalıştığı arkadaşlarının biri simitçi olmuş, bir diğeri temizlikçi... Öyle bir ezip geçti ki pandemi müzisyenleri, bu sohbet ettiğimiz insanlar şanslı olanlar. Gerisini siz düşünün... Daha doğrusu düşünecek bir şey de yok, müzisyenler ölmeye devam ediyor. Üstelik salgın daha bitmedi. Mekanlar kapalı... Ve ne yazık ki müzik yoksa felaket çok!
Eskiden boş günü yokmuş pandemiden beri tek iş yok!
Gözlerimi gözlerinden ayıramıyorum, “Ne kadar güzelsiniz” diyorum, “Sen bir de pandemiden önce görecektin beni, pandemi beni yaşlandırdı” diyor Türkan Gül. Sanki sahne ismi gibi geliyor, soruyorum “Gerçek isminiz mi?” Gülüyor. Yarı yarıyaymış, isim gerçek, soyadı takma! Her gün sahne alırmış, boş geçtiği gün yokmuş pandemiden önce... Şu ünlü ‘Ağır Roman’ filminde de şarkı söylemiş, yani kendi meslek çevresinin önde gelenlerinden. Sonra işler bıçak gibi kesilmiş. “Eşiniz de müzisyen mi?” diye soruyorum. Sormaz olaydım, “Vefat etti inşallah!” diyor, yine gülüyor. Kötü boşanmışlar belli ki... Peki bir yıldır iş yoksa evde çorba nasıl kaynıyor? “Oğlum okulu bırakıp Getir’ci oldu. Onun kazandığıyla zar zor idare ediyoruz. Ama önümüzdeki ay askere gidecek, işte o zaman ne yapacağız bilmiyorum” diyor. Uzaklaşıyor...
Geleceğin Hüsnü Şenlendiricisi diyorlar ama...
Sokaklarda müzisyen arıyoruz ki, “Hah işte geleceğin Hüsnü Şenlendirici’si de geliyor” diyorlar. 21 yaşındaki Mimar Sinan Konservatuarı öğrencisi Mehmet Süzenler, bu yaşında Fettah Can’ın arkasında klarnet çalıyor. Yeteneği konusunda kimsenin kuşkusu yok. “İşler bıçak gibi kesildi. Üç müzisyen arkadaşımız intihar etti. Üçü de gençti, üçünün de çocukları vardı. Bu genç yaşımda öyle bir döneme denk geldim ki, çalışmak istiyorum çalışamıyorum, en verimli çağımı evde oturarak geçiriyorum” diye dert yanıyor. Neyse ki arada stüdyo işleri çıkıyormuş da, hem biraz para kazanıyor hem de müzikten uzak kalmıyormuş. Ama devede kulak. Ailecek müzisyenler ve müzisyenlik öyle çok para kazanılacak bir iş değil. Mehmet Süzenler liseyi Derin Yoksulluk Ağı’nın kurucusu Şişli Belediyesi Meclis Üyesi Hacer Foggo’nun bulduğu bursla bitirebilmiş. Bitiremese zaten konservatuar da hayal olacakmış. Bir kez daha anlıyorum ki, bazen bir erzak paketi, bazen bir burs, hayatları değiştirebilir. Zorluklara rağmen hala umut ve dayanışma varsa tabii...