36 saat uyumamış bir doktorun 180’inci hastası olmak ister misiniz?
Asistan doktorların nöbet sıkıntısını kardiyoloji asistanı Dr. İlyas Kavak ile konuştuk...
Mine Şenocaklı
minesenocakli@gmail.com 25 yaşındaki Dr. Rümeysa Berin Şen’in hayatının son saniyelerini hep birlikte izledik. 36 saatlik nöbetin ardından, arabasına binerken birlikte çalıştığı arkadaşlarına gönderdiği “Gerekirse çağırın, gelirim” mesajı son mesajı oldu. Zira o yorgunlukta bile hem meslektaşlarını hem de hastalarını düşünecek kadar özverili çalışan bir genç hekimdi. Bu insan öğüten, hastalıklı sağlık sisteminin kurbanı oldu. Yine onun gibi, biraz ondan kıdemli bir asistan hekimle, bu sistemi konuştuk. Ve bu sistemde ne doktorların ne de hastaların can güvenliğini olmadığını anladık! Son 36 saatlik nöbetinden çıktı, arabasına bindi, park etmiş bir kamyonun altına girdi. Video görüntülerinden anlaşıldığı kadarıyla uyuyakalmıştı direksiyonun başında. Asistan Doktor Rümeysa Berin Şen, 25 yaşında son anlarını böyle yaşadı. Altı yıl tıp okuduktan sonra, çok zor bir sınav olan uzmanlık sınavını kazandı, Ankara Şehir Hastanesi Kadın Doğum Kliniği’nde asistan doktor olarak görevine başladı. Sadece 4 ay önce... Asistan doktor demek, hem doktorluk yapıp hem öğrenim görmek demek, ama aynı zamanda her ay 36 saatten 10 nöbet demekti. Ki bu ortalaması... 36 saatten 16 nöbete kadar çıkanları dahi var! Can dayanmaz değil mi? Dayanıyorlar, kimisi anti-depresanla, kimisi dişini sıka sıka... Tabii bir de havlu atıp, pratisyenliğe geri dönenleri var. Ne yazık ki intihar edenleri ya da 25 yaşında kaza geçirip ölenleri de...
Evet, bu kaza değil, cinayet!
Dr. Rümeysa’nın ölümü, işte bu hastalıklı sağlık sistemini bir kez daha gündeme getirdi. Meslektaşları isyan etti. Eylemler yapıp seslerini duyurmaya çalışıyorlar. ‘Yorgun Doktorlar Ölüyor’, ’36 Saat Nöbet Olmaz’ ‘Kaza Değil Cinayet’ pankartları ve hashtag’leri eşliğinde... Tıpkı Rümeysa Berin Şen gibi asistan doktor olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Kardiyoloji Asistanı Dr. İlyas Kavak ile konuşup, olan biteni, neler yaşadıklarını öğrenmek istedim. Dr. Kavak, aynı zamanda İstanbul Tabip Odası Asistan Hekimler Kolu Üyesi, yani tüm meslektaşlarının dertlerini en yakından bilenlerden... “Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 2012 yılında mezun oldum. İki yıllık mecburi hizmetimi aile hekimi olarak İstanbul’da yaptım. Sonra uzmanlık sınavına girdim. Bu çok zorlu bir sınav, tam bir yıl gece gündüz çalıştım. Şimdi Çapa Kardiyoloji’de beşinci, yani son yılım. Bitince tekrar iki yıl mecburi hizmetim var...” diye başlıyor anlatmaya.
Usta-çırak ilişkisi üzerine kurulu eğitim
Peki ne oluyor asistan doktor olunca? Adı üstünde, tek başına sorumlu doktor değiller, ancak bir öğretim görevlisinin gözetiminde, danışarak, görüşerek hekimlik yapıyorlar. Tam çözemiyorum ve soruyorum, “Peki madem öğrencisiniz, kaç saat ders görüyorsunuz haftada?” İşte burası biraz ilginç... “Biz şanslıyız, Çapa’da haftada bir, yarım gün teorik eğitim alıyoruz. Ama biliyoruz ki pek çok eğitim ve araştırma hastanesinde bu yok. Usta-çırak ilişkisi üzerine kurulu bir eğitim bu. Uzmanlık sınavını kazanıp, hastaneye adım attığımız anda çalışmaya başlıyoruz. Her gün hasta baka baka öğreniyoruz.”
Her hastaya sadece 5 dakika!
“Bir gününüz nasıl geçiyor?” diye soruyorum bu kez... O anlatıyor ama benim aklım almıyor! “Sabah 08.00’de mesaiye başlıyoruz. Eğer poliklinikteysem, her 5 dakikada bir hastaya bakıyorum. Biliyorsunuz, bu süre daha önce 10 dakikaydı ve biz 20 dakika olsun diye itiraz ederken 5 dakikaya düşürdü Sağlık Bakanlığı” diyor. 5 dakikada hastaya nasıl bakılır ve nasıl teşhis konur? Cevabı dertli ve içten, “Ancak uzaktan bakılır ya da bakılırmış gibi yapılabilir. Hasta derdini anlatamaz, doktor düzgün muayene edemez ve derdini anlayamaz, ancak tetkik yazabilir!” diyor.
Her gün 80-90 hasta bakıyoruz!
Bu şekilde bir hekim günde ortalama 80-90 hastaya bakmak zorunda kalıyor. Peki bu arada nasıl tedavi olabilir ki bir hasta? Cevabı sistemde gizli, eğer ki parası varsa özel hastaneye gidiyor, yoksa devlet hastanesini komşu kapısı yapmak zorunda... Ki genelde böyle oluyormuş. İşte bunu içine sindiremeyen pek çok hekim, özellikle ciddi sorunu olan hastaları, o yoğun mesailerinin bitiminde görmek için tekrar çağırıyorlarmış. Dr. Kavak, “Koşullar bu ama siz içinizi ferah tutun, şu ana kadar hiç yanlış teşhis koymadım. Pek çok meslektaşım için de aynı durum geçerli. Öyle derdiyle ortada bırakamayız ki bir hastayı...” diyor. Bu günlük rutin, bir de nöbetler var! Sabah 08.00’de hastaneye gittiniz, en az 80-90 hasta baktınız, mesai bitti ve eve mi gidiyorsunuz? Eğer asistan doktor olarak birinci yılınızdaysanız, size ayda 10 nöbet yazılıyor. Nöbet günlerinde tam 36 saat ayakta ve bilfiil hasta bakıyorsunuz. Hele ki Acil’de görevliyseniz, işiniz çok zor! Kalp krizi, beyin kanaması geçiren de orada, trafik kazası geçiren de... Her an ölümcül bir derde derman olmak zorundasınız. Bu bile başlı başına bir stres zaten. Dr. Kavak, “Çapa’da asistan doktor pek yalnız kalmaz, uzman doktorumuz çoktur. Ama pek çok eğitim ve araştırma hastanesinde asistan doktor arkadaşlarımız kendi başlarına kalıyor. Özellikle geceleri uzman doktorları aramaya çekiniyorlar. Dinlenme odasında uyuyorsa ve kızarsa diye... Ki kızanı da oluyor. O tempoda teşhis koymak için kitaplara başvurmak zorunda bile kalınabiliyor” diyor. Sabah oldu, çok yoğun bir günü hatasız atlattınız, nöbet bitti. Siz de bittiniz! Yok öyle de değil, mesai başlıyor! Bir sekiz saat daha hastalarla baş başasınız, bir 90 hastaya daha teşhis koymak zorundasınız ve yine her 5 dakikada bir bunu tekrarlayacaksınız.
İlk yıl rüyalarımda sürekli hasta baktım
Dr. İlyas, artık asistan doktorluğunun beşinci yılında, yani çömezlik geride kalmış, biraz rahata ermiş, kıdemli olduğundan... Artık haftada bir nöbete kalıyor. İlk yılını ise şöyle anlatıyor: “O ilk yılı şimdi hatırladığımda bile içim daralıyor. Tıp eğitiminde de bir nevi askeri düzen ve disiplin vardır. Ast-üst ilişkisi, hiyerarşi vardır. En çok nöbeti, en son gelen tutar. Buna da kanun izin verir... Asistanlığın o ilk yılı öyle bir tempoyla çalışılır ki, kıdemli olanlar ‘bu bir yılı unut’ derler. Depresyona girersiniz, eve gitmekten ve uyumaktan başka bir şey düşünmezsiniz... Ben dört-beş kahve desteğiyle ayakta kalırdım. Nöbet biter bitmez, eve gider, uyumaya çalışırdım. Rüyalarımda da sürekli hasta bakardım, bazen o rüya kabusa dönerdi, ya yanlış bir teşhis koyduysam diye... Hiçbir şeyden zevk almazdım. Sürekli, ya benim yüzümden hasta zarar görürse diye endişelenirdim.” Bu tempoyu kaldırmak hiç kolay değil... “Diyelim ki cerrahi asistanısınız ve nöbetin ertesi günü ameliyata girdiniz. Yorgunluktan bitap düşüp ameliyatın ortasında çıkanlar çok oluyor, çıkamayıp bayılanlar da... Bir arkadaşımın nöbet sonrasında, poliklinikte hastayı dinlerken uyuyakaldığına şahit oldum. Bu tempo sürekli böyle sürdüğü için, bazı arkadaşlarımız mesleğini ne kadar sevse de asistanlığı bırakıp pratisyen hekimliğe dönüyor. Bu yaşadıklarımız kesinlikle insani değil, değiştirilmesi gerek. Hem bizler için hem de hastalar için...” diyor Dr. Kavak. Sonra dönüp bana soruyor, “Diyelim ki siz, uykusuz 36’ncı saatine gelmiş doktorun 180’inci hastası olmak ister misiniz? Biz berbere bile sabah gitmek isteriz ki, yorgun olmasın, saçımızı düzgün kesebilsin diye... Bu saç değil, bu hayat! Bedeli çok ağır olabilir.”
Rümeysa’nın dinlenme odasına girmesi yasaktı!
Konu tam da hayata, bir hayatın söndüğü noktaya geldi işte. Meslektaşı Rümeysa’nın nöbet sonrası o arabada uyuyakalıp kamyonun altına girdiği ana... “Siz Dr. Rümeysa’nın geçirdiği kazanın videosunu izlediniz mi?” diye soruyorum çekine çekine... Yüzü kararıyor Dr. İlyas’ın, “Başta bakmak istemedim. Sonra baktım ve çok üzüldüm. Sonra derin bir öfke kapladı içimi. Biliyor musunuz, o nöbette birazcık kendine gelmek için dinlenme odasına girmesine bile izin verilmiyormuş! Arkadaşları söylüyor... Niye mi? Çömez asistan diye!.. Ast-üst ilişkileri böyle diye...” diyor, susup yutkunuyor. Yutkunmamak mümkün değil ya da arkadaşları gibi isyan etmemek... Kim bilir ne hayalleri vardı, kim bilir ne kadar çok çalışmıştı o güne kadar, gençliğini yaşamak yerine... Ve kim bilir kaç hastayı tedavi edecek ve Acil’de kaç kişinin hayatını kurtaracaktı. İşte bu hayalleri, bir kamyonun altında son buldu!
Arkadaşlarımız Almanya hayaliyle ayakta duruyor
Dr. İlyas Kavak’ın eşi de asistan doktor, psikiyatri asistanı... Henüz üçüncü yılında ve nöbetleri eşininkinden daha yoğun. Bu sebeple, pek birbirlerine gördükleri yok. Dr. Kavak, “Bazen haftalarca aynı evde karşılaşmadığımız oluyor. Abartmıyorum, bu koşullarda çalışıyoruz” diyor ve ekliyor: “Pek çok arkadaşımız bu yoğun tempoda bir de harıl harıl Almanca çalışıyor. Tek bir amaçları var, Almanya’da mesleklerini sürdürmek. Zira orada ayda sadece 5 nöbet var ve 24 saat. Ertesi günü ise ücretli izinlisiniz. Maaşı söylemiyorum bile... Bizim maaşlar döner sermaye, ek ödenekler ve nöbetlerle birlikte en fazla 8.500 TL. Çıplak maaşımız ise 5.000-5.500 TL. Aslında elimize geçen paranın üçte biri nöbetlerden.” Peki o da Almanca çalışıyor mu? Hayır! Bu gidişi değiştirmeye kararlı ve İstanbul Tabip Odası’nda hekimlerin hakları için mücadele edecek, ta ki bu sistem insani bir hal alana kadar. Kendinden sonra gelen genç meslektaşlarına bakıp, “Biz çektik onlar da çeksinler!” demeyecek.
Anlamıyorlar bu bir trafik sorunu değil!
Rümeysa’nın son anlarının videosuna yazılan yorumların bazıları öylesine garip ki... “Niye nöbetten çıkınca taksiye binmedi?”, “Hız öldürür” ve buna benzer ne meseleyi anlamış ne de insan gibi empati kurmayı becerememişlerden gelen... Dr. Kavak hem üzgün hem de kızgın, “Hiç düşünmüyorlar mı, araba kullanamayacak duruma gelmiş bir hekim nasıl hastaya bakar? Bu bir sistem sorunu, bir trafik sorunu değil. Umarım herkes bir gün bunu anlar” diyor.
Asistan doktorlar yaşadıkları sorunları anlatıyor
Yusuf Akcakaya
Dahiliye asistanı Dr. Betül - Ankara: İnsan değil doktoruz!
Ayda 10 nöbet tutuyorum ve bu tempoyu 4 yıl çekmek zorundayım. Biz insan değil, doktoruz! Çünkü insanlıktan farklı bir tür bu. Ne ailemizle görüşebiliyoruz, ne arkadaşlarımızla. Hastanede değilsek, bilin ki evimizde uyuyoruz. Nöbetinizin son saatindesiniz, yorgunluktan ölüyorsunuz. Ama acil bir hasta geliyor ve insani olarak tebessüm edemeyecek halde olabiliyorsunuz. O hastanın yüzünden anlıyorsunuz memnuniyetsizliğini. En başlarda ‘Kusura bakmayın, yorgunluktan böyleyim’ diyorsunuz ama birkaç ay sonra kanıksadığınız için onu bile diyesiniz gelmiyor. Bir defasında nöbette 52 saat kaldım, hafta sonu blok nöbetinde oldu bu… Daha birinci yılımda usandım. Bu sebeple ben de Almanya’ya gitmek istiyorum. İngiltere’de çalışan bir doktor arkadaşım nöbet çıkışlarında kendilerini eve hastanenin aracının bıraktığını söyledi. Bu Türkiye’de olsa Rümeysa ölmeyebilirdi…
Çocuk hastalıkları asistanı Dr. Kübra - İstanbul: En usandırıcı olanı mobbing!
Ne kadar yoğun çalıştığımızı anlatmak için şu örnek gayet açıklayıcı bence: Covid’e yakalandım; bunu 3-4 gün sonra anladım ve doktor olan eşime bulaştırmadım. Bu nasıl oldu diyeceksiniz? Eve gelemedi ki bulaştırayım! Şu anda doğum iznindeyim, gerçek bir aile olduğumuzu yeni anlıyorum desem yalan olmaz. Hamileler 24. haftadan itibaren izinli olur, ancak yönetmelikte ucu açık ‘idari amir isterse personelini çağırabilir’ gibi bir ifade bulunuyor. Beni de amirim tezimi tamamlamam için hastaneye çağırdı. İzinde olduğumu söyleyince, ‘Ben mi söyledim sana hamile kalmanı!’ dedi, mecburen gittim. Zaten insanı asıl yoran çalışma saatleri değil, uğradığımız bu mobbing. Bu yüzden 4 arkadaşımız istifa etti. Ben de çok düşündüm istifayı, bugün yarın derken,bir yılım kaldığı için sabrediyorum.