Baştan yaratılan efsane
VLC Atelier’in yeniden hayat verdiği Defender’ı şehirde test ettik. “4x4 araçlar doğaya çok zarar veriyor” ön yargımız yerle bir oldu. Otomobilin fiziksel çekiciliği ise bizi solladı
Pınar Çelikel
Bir metre elli sekiz santim uzunluğundaki bir kadın neden dev gibi bir vintage Defender’ı şehrin dar sokaklarında da kullanmak ister?
A. Boyunun dezavantajını otomobilde kapatma derdindedir.
B. Bu otomobilin beraberinde getirdiği ‘havalı’ durumu sever.
C. Otomobiliyle arasında büyük aşk vardır, ondan gözünü ayırmaz.
Şehirde 4x4 kullanımını pek de desteklemeyen bir kadın olarak o günkü yol arkadaşım Banu Akyıldız ile buluşmaya giderken kendimi bu soru ile test ediyorum. Vardığım sonuç “çok aşk gerek” oluyor. Benim için truck’ların, 4x4’lerin tadı ormanda, dar köy yollarında çıkar. Eğer doğayla teması olan bir yerde yaşamıyorsan da bunlar her zaman ancak ikinci otomobil olabilirler. Şehirde kullanmak için arada tutku olmalı.
Tıpkı Kraliçe İkinci Elizabeth ile Defender’ı arasındaki aşk gibi. Öyle ki kraliçenin arabasını kimsenin kullanmasına müsaade etmediği söylenir. Bir de elinden gelse o koca otomobili Londra merkezinde de kullanmak istediği… Tamam işte kraliçe de tam bizim kafadan.
Yeniler onu kıskanıyor
Banu Akyıldız, 4 yıl önce kurulan ve 1983’ten 2015’e kadar üretilen Defender modellerini kişiye özel yeniden tasarlayan VCL Atelier’in ortaklarından biri. Aslında bir eğitimci. Yönetim kurulu başkanı Volkan Alagöz ile aile dostluğu neden olmuş otomobil işine girmesine. Çok da sevmiş.
O, bu aracın şehre de yakıştığını düşünüyor, bense “şehir için fazla” diyorum. O, “biraz daha kullanınca fikrin değişecek,” diyor. Ben, “sabit fikirli bir Boğa’yım. Biraz zor,” diyorum.
Bir konuda hemfikiriz. Yaptıkları iş tam anlamıyla bir sanat. Eskimiş, kenarda kalmış Defender’ları öyle bir yeniliyorlar ki yeni otomobiller bile kıskanıyor.
Aslında askerlik yapmış her Türk erkeğinin bildiği, hayran olduğu bir araç bu. Kışlalarda genelde alay komutanlarının arabası olmuş yıllarca. Sonrasında askeriyenin elinden çıkardığı eski araçlar özellikle Ege’de çiftliklerde, Karadeniz’de yaylalarda kullanılmış. Sebebi belli: Oldukça sağlamlar ve de kolay tamir ediliyorlar.
“Bunu yaptırınca yanında bir de tamirci veriyor musunuz?” diye soruyorum Akyıldız’a kinaye ile. “Hayır gerek kalmıyor. Zaten araç üretilirken sahibi atölyeye gide gele usta oluyor. Araç da yolda kalmıyor zaten,” diyor.
Yolda kalmayan, nüfus cüzdanına (ruhsata) göre yaşlı bir arazi aracı fikri enteresan. Diğer yandan pahalı tabii. Böyle bir otomobil yaptırmak için en alt limit 100 bin pound. Diyelim ki fiyat konusu sorun değil o zaman yol sizi VLC Atelier’in Ataşehir’deki garajına getiriyor. Önce hayalinizdeki Defender’ı anlatıyorsunuz. VLC sizin için ilk adım olarak yenilenecek aracı buluyor, ardından parçalar İngiltere’den ithal ediliyor ve ustalar projenizi gerçeğe dönüştürüyor. Bu sürece dahil olmak isterseniz ayda bir gidip bakabiliyorsunuz.
Dünyada VCL Atelier ile aynı işi yapan 7 şirket var. Türkiye’de ilk 4 yılda 54 Defender yeniden yapılmış. Satın alanlar arasında ünlü isimler de var. Mesela ünlü bir şair/ tiyatrocu Apollon isimli Defender’ını güneyde kullanıyor. Seriden Gaia bir iş adamının Ege’deki çiftliğinde. Ünlü bir otel sahibinin otomobiline her gün Bebek’te rastlayabilirsiniz.
Yunan tanrısı isimleri
O gün bizim yollara düştüğümüz 1987 model, kilometresi 250’yi gösteren Defender’ın ismi Kronos. Evet, Yunan pantheonunun yıldızı, Zeus’un babası gibi. Zamana adını veren tanrı. Heybetiyle gayet uyumlu bir isim bu.
İçine adım attığınız an, “Gördüm, geçirdim ama seninle yeni bir başlangıç yaparım,” der gibi. Daha önce benzer segmentte ve yaşlı bir araç kullandıysanız hiçbirine benzemediğini fark edersiniz. Kokusu dışında. Yakıt ile deri karışınca aracın içine sinen koku. Hatırladınız mı?
Günlük şehir arabanızdaki birtakım lüks sayılabilecek özellikler ustaca monte edilmiş. Elektrikli camlar, aynalar, koltuk ısıtmaları, yumuşak bir direksiyon, güzel bir ses sistemi... Tabii onun ağır bir arazi aracı aracı olduğu gerçeğini aklınızdan çıkarmamanız gerek. Gaza basınca bir şehir otomobili gibi hemen hızlanmıyor, fren mesafesi için de biraz süre tanımak gerekiyor. Gerçi hakkını yemeyeyim Kronos, Emirgan- Bebek arasındaki yolda gazlarken kırmızı ışıklarda zınk diye durup beni şaşırtıyor. Dar sokaklardan kıvrılırken tek bir manevrada dönüyor.
Emirgan’da bir ara sokaktaki kafenin karşı kaldırımına park edip dışarıdaki masalardan birine oturduğumuzda, yan masadaki şık kadınlardan biri, “Arabanız çok güzelmiş,” diyor. Ama ben hala açık arama derdindeyim. Dünyada karbon ayak izinin azaltılmasına çalışılırken Defender’ı tercih etmek doğru olur mu mesela?
Banu Akyıldız da benim gibi bu konuya hassas. VLC Atelier de son iki aracı için CO2 emisyonu tasarrufu sağlamayı başarmış. Karbon ofset projeleri için küresel ölçekteki en titiz ve itibarlı sertifika programı olarak kabul edilen Gold Standard’ı var bu iki modelin. 40 ton CO2 emisyonu tasarrufu sağlanmış.
Bir yandan İstanbul’u turlayıp diğer yandan dünyayı kurtarırken yine bir mola veriyoruz. Hemen yanımıza valeler geliyor. “Ben park ederim,” dediğimde bozuluyorlar. “Abla izin verseydin de baksaydık arabaya,” diyorlar. Ama işte galiba Defender sahiplerini anlamaya başlıyorum. İlk günden onu kimselerle paylaşmak istemiyorum.
Tabii yol boyunca biz geçerken çevrilen kafaların sayısından da söz etmeliyim. Şu “iyi hissettirme” hadisesini kullanana bol bol yaşatıyor vintage Defender. Biraz daha devam edersek Kronos’u kıskanmaya başlayacağım. Gerçi insan çocuğunu kıskanır mı? Ancak gurur duyar.