DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan'dan medyaya 'süreç' eleştirisi
DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan, partisinin 'Barış ve Demokratik Toplum', iktidarın ise 'Terörsüz Türkiye' olarak adlandırdığı sürece ilişkin medyanın tutumunu eleştirdi. Bakırhan, "Muhalif medyanın durduğu yer bu olmamalıydı. İktidar medyasını anlatmaya gerek yok" dedi
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Ankara’da STK temsilcileriyle bir araya geldi. partisinin 'Barış ve Demokratik Toplum' olarak tanımladığı sürecin sadece siyasi partilerin bir araya gelmesiyle, Meclis’te kurulacak bir komisyonla yürütülemeyeceğini belirten Bakırhan, "Onunla birlikte sivil toplumun, siyasi partilerin, Meclis dışındaki örgütlü kesimlerin de aktif katılacağı ve birlikte yürüteceği bir süreç. Bu sadece Kürtlerin yürüttüğü ya da sadece Kürt sorununun tartışıldığı, çözümlerin bulunduğu bir süreç değil" ifadelerini kullandı.
"Haklısınız, dışarıda başka bir algı var, kamuoyunda başka tartışmalar yürüyor" diyen Bakırhan şöyle devam etti: "Medyanın bir kısmı “ülke bölünüyor” diye manşet atıyor, deyim yerindeyse öküz altında buzağı arıyorlar. Üç sayfalık değerlendirmelerden iki kelimeyi cımbızlayıp algı oluşturmaya çalışıyorlar. Bu bizi çok şaşırttı. Muhalif medyanın durduğu yer bu olmamalıydı. İktidar medyasını anlatmaya gerek yok. Onlar zaten sanki yeni bir şey icat edilmiş, dünyada ilk defa böyle bir süreç tartışılıyor gibi savaş seviciliği yapıyor. Henüz dilleri değişmedi. Henüz Barış ve Demokratik Toplum Çağrısına uygun bir dil kullanılmıyor. Ama biz bunu toplumla, halklarla ve emekçilerle aşmaya çalışıyoruz."
Bakırhan'ın konuşmasından öne çıkan diğer başlıklar şöyle:
"Çok rahat tartışabiliriz, konuşabiliriz. Eleştirilerinizi çok rahat yapabilirsiniz. Yüz yüze muhataplarıyla konuşmak değerli. Sosyal medya üzerinden atışmaya ve tartışmaya gerek yok. Biz buradayız; kaygılar, tedirginlikler, eleştiriler, ne aklınıza geliyorsa birlikte tartışalım. Ama buradan çıkınca yüzde yüz hemfikir olmasak bile, omuz omuza ve dayanışma içerisinde birbirimize destek ve katkı verecek bir süreç içerisinde olmamız, Türkiye halklarının bizden beklentisidir.
"Dönemin ruhunu okumayanlar tasfiye oluyor"
Dünya siyaseti yeni bir eşikte. Yeni ve ciddi bir düzen tartışması var. Hiçbir dönem bu kapitalist-emperyalist sistem bu kadar tartışmamıştı. Onlar da yeni bir düzen, yeni bir yol arıyorlar. O yol emekçilerin, ezilenlerin, halkların yolu değil. Bizim aradığımız yol değil. Doğrusunu söylemek gerekirse biz de bu süreçte bir yol aramaya çalışıyoruz. Bir taraftan milliyetçilik, bir taraftan otoriterleşme, bir taraftan kapitalist rekabet varken; diğer taraftan emekçilerin, yoksulların ve ezilenlerin özgürlük, adalet ve demokrasi mücadelesi var. Bizim durduğumuz yer bellidir. Durduğumuz yer demokrasi, özgürlük ve adalet mücadelesidir. Bu yol arayışını doğru bir şekilde tanımlamamız gerekiyor. Dönem bize bunu emrediyor. Dönemin ruhunu okumayanlar tasfiye oluyor.
"Ortadoğu’da yeni bir dönem, yeni bir düzen kuruluyor"
Bizim gibi devlet dışı aktörlerin ya da bizim gibi devletin bütün zulüm ve zoruyla uğraşan zeminlerin bu dönemi daha hassas okuması gerekiyor. Bir anekdotla bunu tamamlayayım. Sri Lanka’da Tamiller ile Sri Lanka hükümeti arasında görüşmeler sürüyor. Tabii orada bir vahşet var. Tamilli bir komutan masada müzakereci arkadaşına, “Ya bu kadar vahşet ve zulümden sonra böyle bir masaya ihtiyaç var mıydı?” diyor. Masaya oturan müzakereci, “Berlin Duvarı yıkıldı” diyor. Soruyu soran başta anlayamıyor, “Berlin’in Tamil ve Sri Lanka müzakere süreciyle ne alakası var?” diye soruyor. O komutan da diyor ki yıkılan Berlin Duvarı değildi, bir dönemdi. Ortadoğu’da da yeni bir dönem, yeni bir düzen kuruluyor. Bunu okumayanlar, bunun karşısında sağlam örgütlenmeyenler kaybedenler.
Sayın Öcalan’ın kendisi dönemin ruhunu okuyan ve buna uygun sürekli yeni açılımlar yapan bir kişi. 80 darbesi öncesi darbeyi öngörüp çekilmesi, 90’larda silahlı mücadelenin artık başka bir zemine evrilmesi konusundaki düşünceleri ve sonrasındaki bütün gelişmelere uygun bir pozisyon alması, en sonunda da Suriye ve Ortadoğu merkezli bu yeni değişim dönüşüm dönemini okuyan bir yerde durması. Buna büyük bir değer biçmek gerekiyor. Yeni bir yol arıyoruz, hep birlikte arıyoruz. Bu sadece Türkiye’yi tarif eden bir değerlendirme değil. Dünyada sol, sosyalist, devrimci, demokratik hareketlerin tamamı bir yol arıyor. Savaş her yerde, çatışma her yerde; yoksulluk ve adaletsizlik her yerde. Demokratik değerlerin yok sayıldığı; katliamların, açlığın ve sömürünün dikkate alınmadığı; kapitalist emperyalist güçlerin düdüğü istediği gibi çaldığı bir süreçte en büyük görev ve sorumluluk bizlere, devrimcilere, emekçilere, ezilenlere, özgürlük ve adalet mücadelesi veren halklara düşüyor.
"Ukrayna’daki savaş bile elektrik faturalarımızı etkiliyor"
Yeni bir yol arayışı sadece Kürtlerin ve devrimcilerin işi değildir. Dünyadaki ezilenlerin bir arayış içerisinde olması gerekiyor. Artık Ukrayna’daki savaş bile elektrik faturalarımızı etkiliyor, Suriye’deki çatışmalar sokağımızı etkiliyor. İnsanlar savaştan dolayı Türkiye’ye gelmek zorunda kalıyor. Bizim dışımızdaki gelişmeler soframızı etkiliyorsa, dünyadaki gelişmeler konusunda bizim de bir tutum ve duruş içerisinde olmamız gerekiyor. O da bizim savaşsız, sömürüsüz, eşit ve adil bir dünya paradigmamızla uyumludur. Yeni yolu birlikte bulacağız. Burada başlayan süreç de aslında bu yeni yolu doğru okumak ve ona girmek anlamına geliyor.
"Suriye'de nasıl gelişmelerin olacağını net olarak kestiremiyoruz"
Bölgede gerçekten ciddi sorunlar var. Bir yanda normalleşme tartışmaları varken, öte yanda kırılganlıklar var. Henüz bölgede ne olacağı belli değil. En başta Suriye ortada, daha rejimin karakteri belli değil. Ne olacağı belli değil. Henüz orada nasıl gelişmelerin olacağını net olarak kestiremiyoruz. Dolayısıyla örgütlü olmak gerekiyor, izlemek gerekiyor. Türkiye burada neden önemli? Türkiye, bu normalleşme ve kırılganlıkların olduğu bölgede bir kesişme noktasıdır. Türkiye’de barış ve demokratik toplum mücadelesinin başarıya ulaşması, aynı zamanda Suriye’deki o normalleşme ya da kırılganlık sürecine de büyük bir etki edecektir. Türkiye’deki süreç bu açıdan bir anahtar rol oynayacak. Fırtınalara karşı en güçlü kalkanımız içeride kuracağımız adil, kapsayıcı ve kalıcı bir barıştır. Aksi durumda bölgedeki fırtına, gerginlik ve çatışma süreci buraları da etkileyecektir.
"Kurucu hafızayı tekrar hatırlamak gerekiyor"
Sayın Öcalan’ın tekrarladığı bir şey vardı. Kürt-Türk ilişkilerinin tarihsel boyutuna bir gönderme yapıyordu. Biz de yakın zamanda bu tarihi referanslardan örnekler vererek bu süreci anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü geçmişten, tarihten, tarihi referanslardan kopuk değerlendirmeler eksik kalır. Çok eskiye gitmeye gerek yok, 100 yıl öncesine sizleri götürmek istiyorum. Yüz yıl önce tam da burada Ankara’da, bugün bu buluşmayı gerçekleştirdiğimiz bu kentte aslında çok şey söylenmişti. Çözüm bulan bir çerçeve ortaya çıkmıştı. Birçok şey konuşulmuş, birçok karar alınmıştı. Türkiye’deki farklı halkların ve inançların tanındığı, tartışıldığı, yerel demokrasi konusunda kararların alındığı bir geçmiş var. Kürtler ve Türkler kurucu unsur olarak belirtilmişti. Bu çok kıymetlidir. Türkler, Kürtler, birçok halk ve inanç birlikte mücadele etmişti. Kurucu unsurlar, biraz önce saydığım halklar ve inançlardı. Ama ne olduysa 100 yıl önceki kurucu anlayış yerine tekçi bir anlayış benimsendi. Bundan sonra da sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Şimdi bu kurucu hafızayı tekrar hatırlamak gerekiyor. Bu kurucu hafıza üzerinden hareket etmek gerekiyor. Bu kurucu hafızayı, aynı zamanda önümüzdeki dönem için bize yol gösteren aydınlık bir ışık gibi değerlendirebilirsiniz.
"3 gün içeride kalsa itirafçı olacaklar; 33 yıl yatan insanların neden bırakıldığını soruyor"
Barış dinen de helaldir. Din barış üzerine kuruluyor. Dinde herhalde en fazla geçen kelimelerden biri barıştır. Toplumsal olarak da haktır. Kürtlerin ya da başka bir toplumsal kesimin barış aramasından daha doğru bir şey olamaz. Ekonomik olarak da aslında gençlerimize ve geleceğimize yapacağımız en büyük yatırımdır barış. O yüzden biz bu barış sürecinde ısrar edeceğiz. Maalesef savaş sesiyle mutlu olanlar var, barışın mutsuz ettiği bir kesim var. Barış insanları niye mutsuz eder? Bunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Düşünün ki cezasını yatmış, çok fazla kitap okuduğu ya da halay çektiği için üstüne birkaç yıl fazladan yatırılmış insanların bile tahliye edilmesini sindiremeyen bir yaklaşım var. Bunu muhalif olarak tanımlayacağımız çevrelerin yapması biraz garip. Neredeyse Kürt’ün dilinin, onurunun yerle bir edildiği bir yarış var. Direkt “Gençlerin tabutları gelsin" denilmiyor ama 33 yıl yatan insan için “Niye çıktı?” deniliyor. Yahu adaletsiz hukuk sistemi bu cezayı vermiş. 33 yıl, dile kolay. 3 ayda tarumar olanlar bunu söylüyor. 3 gün içeride kalsa itirafçı olacak, salya sümük ağlayacak olanlar; 33 yıl yatan insanların neden bırakıldığını soruyor. İnsan anlamakta gerçekten zorluk çekiyor. Dünyada en utanç verici şey nedir derseniz, barışa karşı çıkmaktır derim. Barışa karşı çıkmaktan daha utanç verici bir şey olabilir mi?
"35 yıllık siyasi hayatımın en zor dönemlerinden birini yaşıyorum"
İktidar medyasını da anlattım. Onlar zaten yeni bir şey anlatıyorlar ve ne anlattıklarını biz de anlamaya çalışıyoruz. Aynı dil, hiçbir değişim yok, hiçbir çaba yok. Barış sanki sadece Kürtlerin işidir gibi bir şey var. Bizim dışımızda sahada olan yok, kafa yoran yok. Tabii haksızlık yapmak istemiyorum, sizin gibi dostlar bu parantezin dışında. Onlar da ekranlarda savaş seviciliği yapıyor. Suriye’de Süveyda’da bir şey olunca, aman ha gelişmeler Kürt’ün hak almasını sağlayabilir. Varsa yoksa Kürt, varsa yoksa Kürt’ün elde edeceği haklar ve statü. Böyle garip bir ülkede yaşıyoruz. Önce bu dilin ve yaklaşımın değişmesi lazım. Bu sürece halel getirmeyecek bir dil kullanalım. Yanlış anlaşılmayan bir dil olsun. Şu anda sanırım 35 yıllık siyasi hayatımın en zor dönemlerinden birini yaşıyorum. Muhalefet etmek kolaydır, iktidar seviciliği de kolaydır ama gerçekten barışı savunmak çok hassas bir yaklaşıma ihtiyaç duyar. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.
"Terörlü merörlü yaklaşımları bir kenara atalım"
Biz “Barış” diyoruz, onlar “Terörsüz Türkiye” diyorlar. Yaptığımız 2 bine yakın toplantıda bu çok konuşuldu. Barış mı, Terörsüz Türkiye mi? İkisi aynı mı? Vatandaş ikisi arasındaki makas farkının çok olduğunu görüyor. Biz barış içinde bir Türkiye’nin sözünü kuralım diyoruz. Öyle terörlü merörlü yaklaşımları bir kenara atalım diyoruz. Dil hakkını talep etmenin, demokrasi talep etmenin, demokratik bir zeminde eşit yurttaş olmayı talep etmenin, Alevilerin eşit yurttaş olması gerektiğini söylemenin terörle ya da teröristlikle bir alakası yok. Barışın dili güvenlik meselesi değildir. Barış birlikte yaşam sözleşmesidir. Dilimiz de buna uygun olmalıdır.
"Komisyon tarihi bir fırsatla karşı karşıya"
Önemli bir başlık da kurulan komisyondur. Onu da tartışacağız. Bu komisyon tarihi bir fırsatla karşı karşıyadır. Bu komisyonun görevi, geçmişin yaralarını sarmak olmalıdır. Komisyon bugünün güvenini inşa etmek, geleceğin ortak vizyonunu çizmek durumundadır. Komisyon bunu başarırsa 86 milyon kazanır, demokrasi kazanır. Komisyondaki arkadaşlarımız tam da bu tarife uygun bir yaklaşım içinde olacaktır. Barış sadece bir vicdani talep değildir; ekmek ve su kadar hepimizin ihtiyaç duyduğu ekonomik bir taleptir. Cumhurbaşkanı da en son söyledi, Türkiye’deki açlığın ve yoksulluğun sebeplerinden biri budur. 40 yıldır savaşa, çatışmaya ve silaha ayrılan bütçedir. Yaklaşık 3-4 trilyon dolar olduğunu tahmin ediyoruz. Büyük bir paradır. Türkiye’nin yıllık milli geliri 1 trilyon dolardır. Bu savaşa ise 4 trilyon dolar gitmiş. Demokratik ve adil bir şekilde Türkiye’yi ekonomik olarak Avrupa’dan daha iyi bir zemine çekebilecek bir paradan bahsediyorum. Bu savaş ve çatışmadan dolayı insanlar geçinemiyor. Ciddi bir yoksulluk var, borçlular var; kredi kartıyla mutfağını çevirmeye çalışan milyonlarca insan var. 86 milyonluk ülkede 30 milyon icra dosyası var. Açlık sınırının 26 bin 413 TL ve yoksulluk sınırının 86 bin TL olduğu bir ülkede asgari ücret 22 bin. Bununla geçinin diyorlar. 4 milyon emekli 16 bin 881 lira alıyor. Yani açlık sınırının neredeyse yarısını alıyorlar.
"Barışı sağlarsak ekonomi düzelir, demokrasi gelir, halkın seçtiği irade kentleri yönetir"
Yaşadığımız yoksulluğun, yoksunluğun, demokrasisizliğin temel sebeplerinden biri çatışmadır, Kürt meselesinin demokratik olmayan yol ve yöntemlerle çözümünün benimsenmiş olmasıdır. Yapmamız gereken bir şey var: Barışı konuşmak ve sahiplenmek gerekiyor. Barışın tesis edilmesi için hepimizin sorumluluk alması gerekiyor. Bu kadar basit. Barışı sağlarsak ekonomi düzelir, demokrasi gelir, halkın seçtiği irade kentleri yönetir. Gençlerin umudu çalınmaz, kadınlar katledilmez, KHK’liler diye bir şey olmaz. 10 Ekim ve benzeri katliamlarla yüzleşme sağlanır. Cezaevleri yüzde 144 doluluk oranında olmaz. Daha adil, daha demokratik bir yargı ile karşı karşıya oluruz. Bütün bunların anahtarı barıştır. Onun için barış sadece Kürtlerin değil hepimizin sorumluluğudur.
Burada bugün birçok kurum var, bunu çok önemsiyoruz. Sivil toplum yoksa barış yarım kalır. Sivil toplum devre dışı kalmasın diye elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Bu mesele sadece Meclis’teki komisyona sıkıştırılacak bir mesele değil. Mesele sadece Kürt sorununun demokratik çözümü değildir; Türkiye’nin demokratikleşmesidir, ekonomide adalettir. Sadece parti liderlerinin konuştuğu, partilerden 3-5 temsilcinin oturduğu bir zeminde barış inşa edilemez. Sivil toplum izleyici değil temel yürütücülerden ve mimarlardan olmalıdır. Bunu yapmaya çalışıyoruz. Bu barış ve demokratik toplum meselesi bizim omuzlarımızda yükselecek. Size büyük görevler düşüyor. Mesela burada 30-40’a yakın bileşen var ve TMK konusunda bir çalışma yürütüp basınç oluşturabilir. Yani biraz Türkiye’nin meselesi konusunda dayanışalım. TMK herkesin baş belasıdır. Atılan tweet, bir siyasinin telefonunun rehberinde bulunması gibi basit nedenlerle bile insanlar tutuklanabilir. Bu konuda sivil toplumu aktif görev almaya davet ediyoruz. Sivil toplum sessiz kalırsa barış olmaz. Toplumsal mutabakat ve demokratik bir Türkiye’de barış ancak sivil toplumla kurulur."