İkizköylünün ‘ormanı veresi yok’
Eren Aybars Arpacık’ın çektiği 15 dakikalık bir belgeselde konuşan İkizköylüler kömür madenciliği faaliyetlerinden çektiklerini anlattı. Sözlerinde toprağa bağlılık, gelecek kuşağa saygı, yer yer pişmanlık, en çok da öfke var
90 yaşında. “İkizköy’ün sürgünü” diyorlar ona. Elektrik santralinde yakmak için kömür çıkaran şirket, toprağı sıyıra sıyıra köyünün kıyısına kadar geldi. Önce “Toprağını, kaça satarsın?” diye sordular, şimdi “Nasıl satmazsın” diyorlar. O ise “Çamlar yoksa biz kaç parayız?” diye yanıt veriyor. “Gitsem nereye gideyim? Beni isterlerse öldürsünler ama buraya gömsünler. Ancak öyle alabilirler benim yerimi. Yağmur da yağmıyor çünkü çam ağaçları artık çekmiyor. E, sen çamı da kestin! Çamlar yoksa biz kaç parayız? Termik santralin tozu dumanı köyün üzerine indi. Toprakta hiçbir ürün yetişmiyor. Bağ, bahçe yapamıyoruz. Ağaçlarda zeytin olmuyor. Toprak mahsul vermiyor. Bizim kökümüz yere bağlı, toprağa bağlı? Biz ne yiyip ne içeceğiz?” Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy ve çevre sakinleri, bir aydır ormanlarının kesilmemesi için nöbette. Ağaçları Orman Genel Müdürlüğü’ne bağlı ekipler kesecek, bölgedeki Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerini işleten, 50’şer payla İçtaş ve Limak ortaklığı olan YK Enerji işletmesinin kömür çıkarması için teslim edecek. Köylüler ve bir avuç destekçileri izin verirse. Bölgedeki son yangında alevler Kemerköy santraline kadar ulaştı. Ancak ağaç kesme telaşına bu bile ara vermedi. İkizköy, tıpkı İkizdere gibi ağaca, doğaya tutunmanın sembollerinden biri oldu. Yönetmen Eren Aybars Arpacık da İkizköy adlı çalışmasıyla bu mücadeleyi belgeselleştirdi. İkizköylüler anlattı, o kaydetti. Belgeleselde konuşan 13 köylünün ifadelerini sizin için derledik. Tamamını, yönetmenin www.erenarpacik.com adresindeki internet sitesinde izleyebilirsiniz.
“Sen benim her yerimi kuşattın”
“Vermek istemiyorum dediğim şeyi zorla almaya gücün var mı senin? Ben burayı çocuğuma bırakacağım diyorum ama kimseyi gördükleri yok! Her şey para onlar için. Güzellikle olmazsa zorla yapıyorlar. Ama dinamitle rahatsız ederek, ama sularını keserek, ama ormana müdahale ederek, ama toprağı zorla gasp ederek… ‘Daha önce akılları neredeymiş” diyormuş, ‘Orman şimdi mi kıymetli’ diyormuş şirket. Evet, şimdi kıymetli çünkü sen artık benim her yerimi çevreledin. Sen benim her yerimi kuşattın. Bana yaşayacak, nefes alacak bir ortam bırakmadın.“Çocuk kandırır gibi”
“Doğma büyüme İkizköylüyüm, bu ormanlarda büyüdüm. Keşke annemler o zamanlar bu işe karşı çıksaymış, buralara kadar gelmeseymiş, bir köyü daha yutmasaymış. Ben feryat ediyorum, toprağıma, köyüme ağacıma hayvanıma bana dokunmasınlar artık. Şu ana kadar aldıkları yetiyor zaten. Herkesin ciğerini yaktılar, herkes beddua ediyor onlara. 10 bin liraya tarlanın dönümü mü alır ya? 10 bin liraya çocuk kandırır gibi herkesi tokatlamışlar, geçmişler. ‘Çam ormanını keseceğiz, ormanı aldık biz parasını ödedik ve keseceğiz’ diyorlar. Onlara ‘E, tarla ne olacak’ dediğimiz de ‘Tarlayı da alacağız, devlete gittiğinde verir imzayı, bakar kalırsın’ diyorlar. Hep insanları öyle korkutmuşlar.”“Suyumuzu bile aldılar”
“Biz vermek istemiyoruz, yerimizden olmak istemiyoruz. Bizim ovamızı al, yaşamanın bir anlamı yok, oradan besleniyoruz. Köyde durmuşum bir evin içinde, hiçbir anlamı yok. Bu yaştan sonra buradan gitsek ne yapabiliriz ki? Üç yıldır da su sorunu yaşıyoruz. Yedi kuyunun suyu şu an şirketin elinde. Şirket bu suyu kendi soğutma ve depolaması için kullanıyor. Suyumuzu bile aldılar.”“Çocuklara nasıl anlatırım”
“Kayınvalidem ‘Kızım ev önemli değil, hani giden meyve ağaçlarım, hani giden zeytin ağaçlarım, hani çoluğumun çocuğumun rızkı?’ diyor. Kaç nesle kalacaktı bu zeytin? Zeytine şu anda 200 lira para ödüyorlarmış, bir milyar ödesinler, yüz milyar ödesinler, hiç önemli değil. ‘Sırtımda taşıdım’ diyor babam onun suyunu. Onun emeği böyle atılır mı bir kenara? Bu kadar mı değeri? Bunları söylerken ayrı içim acıyor, hatırlayınca ayrı… Kendin bazı şeyleri kabullenememişken çocuklarına anlatmaya çalışıyorsun.”“Uğraşmayın bizimle”
Köşkün Mahallesi’nde yaşıyordum, maden yüzünden oraları da elimizden alınca buraya sığındık. Altı ay önce ihtarname geldi, “Buradan da gideceksin” diye. Kısaca, uğraştılar durdular bizimle. Bizimle uğraşmasınlar, biz de bir vatandaş değil miyiz? Bizim yatağımızdan, bizim yerimizden kaçıncı etmek bu? Bir değil iki değil. Yine edecekler.”