Başrollerini Yılmaz Erdoğan, Ahmet Mümtaz Taylan, Cem Yiğit Üzümoğlu, Rüzgar Aksoy ve Duygu Sarışın’ın paylaştığı Netflix’in yeni yerli yapımı Kin seyircisiyle buluşuyor. Yılmaz Erdoğan’ın imzasını taşıyan senaryo, Koreli yönetmen Park Seo Joon’un 2015 tarihli The Chronicles of Evil filminden uyarlama. Filmde Yılmaz Erdoğan nefsi müdafaa sonucunda bir cinayete karışan ancak terfi edeceği için durumu örtbas eden polis Harun’u canlandırıyor. İşler, cesedin karakolun karşısındaki vince asılmasıyla birlikte karışıyor ve Harun katili bulmak üzere görevlendiriliyor. İyi insanların kötü şeyler yapabileceği fikrinden yola çıkan anlatıda İstanbul karanlık ve boğucu bir kent, yozlaşma ise hayatın bir parçası olarak resmediliyor. Yüksek tempolu filme hakim olan duygu ise paranoya. Derinlikli portrelerinin çizildiği karakterleri izlerken kimin suçlu kimin kurban olduğuna karar veremeyecek ancak her birinin davranışlarının ardında yatan nedenleri anlayacaksınız.
Türkan Derya: “Hiçbir şey anlatıldığı gibi değildir”
Neden polisiye bir film çekmek istediniz?
Farklı türler arasında üretim yapmak her zaman heyecan duyduğum bir durum. Konfor alanımdan ne zamandır çıkmak istiyordum. Bu film de iyi bir fırsat oldu. TV dizisi olarak Hırsız/Polis’ten hatırlayacağınız üzere yabancısı olmadığım bir tür. Bu hikayeye sizi çeken ne oldu? Yılmaz Erdoğan’ın, filmde yazdığı ve dediği gibi; “İyi olmak kolaydır. Zor olan adil olmaktır.” Filmin yüksek bir temposu var. Tahminlerimiz altüst oluyor. Sanki kimin kurban kimin suçlu olduğu yargısına kolay varamayacağımızı göstermek için özellikle böyle bir yol izlenmiş gibi. Çok doğru bir tespit. Ben de senaryoyu okuduğumda sizin gibi hissetmiştim. Şöyle de diyebiliriz belki: “Hiçbir şey göründüğü ya da anlatıldığı gibi değildir.”
Ahmet Mümtaz Taylan: “Şeker gibi çiğnenen tabletler eski kabahatlerin tezahürü”
Meslek ahlakı filmde canlandırdığınız emniyet amiri için çok önemli. Peki iyi insanlar kötü şeyler yapabilir mi? Ne zaman onların artık kötü olduklarına karar verebiliriz?
İyi insanlar kötü şeyler, kötü insanlar zaman zaman iyi şeyler yapabilir. Hayat gri bir alan. Mutlak iyi, mutlak kötü ancak ortalama dramalarda oluyor. Çok da inandırıcı olmuyor. Kötülük süreklilik gösteriyorsa ona kötü diyoruz genelde. Filmde sürekli mide asidi tabletleri çiğniyorsunuz. Bu işinizin stresli olduğunu göstermekten öte olmalı diye düşünüyorum. Neyi hazmedemiyorsunuz? Karakter muhtemelen geçmişte bilerek ya da bilmeden gerçekleştirdiği eylemlerinden rahatsızlık duyuyor. Bilinç üstüne çıkmamış, bastırılmış bir tür suçluluk duygusu fiziki bir rahatsızlığa dönüşmüş. Bu, belki de kariyerizm uğruna kimi doğruları yok saymak biçiminde gerçekleşmiş. Ortada belirgin bir suç ya da suçlar olmayabilir ama hayatta herkes biraz kabahatlidir. Şeker gibi ikide bir ağıza atılan tablet, o kabahatlerin bir tezahürü.
Cem Yiğit Üzümoğlu: “Ne kaçacak kadar korkağım ne de kendimi yakacak kadar korkusuz”
Filmde çok katmanlı, hikaye ilerledikçe tanıdığımız ve anladığımız bir karakteri canlandırıyorsunuz. Yasalar ve hayat sizden yana olmadığı zaman ne yapmak lazım?
Bilmiyorum, kaçmak mı gerek yoksa mücadele etmek mi, korkmamak mı gerek yoksa korkumuzla yüzleşebilmek mi? Ben de pek çokları gibi sorunuzun sorumluluğu içinde debeleniyorum. Mantığım mücadele etmek diyor ama bütün bu mücadeleye rağmen hayat ve yasalar benden yana olmadığında ne yapacağımı bilmiyorum. Sanırım kaçacak kadar korkak, kendimi yakacak kadar da korkusuz değilim. Yasalar herkes için adil ve eşit olsaydı o zaman hayatlarımızın esenliği için mücadele eder ve hayatı bizden yana kılabilirdik. Filmden örnek verecek olursak, oynadığım Tuncay karakteri tam da böyle bir çıkmazın içinde olduğunun bilincinde. Hayatın ondan yana olmadığını biliyor ve adalete inanmıyor. Ne yazık ki pek çoğumuz kaybedeceğimiz onlarca şey içinde mücadele cesareti gösterebildiğimiz trajik bir hayatı yaşıyoruz, bir filmi canlandırmıyoruz. Yılmaz Erdoğan ile birlikte oynamak nasıl bir deneyimdi? Her anlamda olağanüstü bir deneyimdi. Türkiye’nin en tecrübeli, en üretken, en çalışkan ve en deneyimli sanatçılarından biriyle beraber bir üretimin içinde yer almak benim gibi genç ve yeni yeni bir şeyleri tecrübe eden bir oyuncu için bulunmaz bir fırsattı, bana çok şey öğretti. Kendisine buradan teşekkür etmek isterim.
Duygu Sarışın: “Gül yanardağ gibi bir kadın”
Kin’de eski bir oyuncuyu canlandırıyorsunuz. Gül Cankır’ın hayatında hiçbir mutluluk yok, aşk yok. Sizi bu rolü oynamaya iten ne oldu?
Tam da bu sebeple merak ettiğim, beni zorlayacağını düşündüğüm bir karakter olması en cezbedici yanıydı. Gül filmdeki aks ve kilit pozisyonu, kestirilemez tarafları, tutkuları ve kendini gerçekleştirme biçimiyle yanardağ gibi bir kadın. Benim için bambaşka bir deneyim ve yolculuk oldu. Filmde erkeklerin egemen olduğu karanlık ve umutsuz bir dünya görüyoruz. Gül var olmak ve hayatını sürdürebilmek için neleri göz önünde bulundurmak zorunda? Gül çocukluğunu ıskalayarak büyümüş bir genç kadın. Bu süreçte erkek egemen dünyanın içindeki zayıflıkları ve eksiklikleri iyi analiz ederek bunu kendi lehine çevirmeyi başarmış. Kendi varoluşunu 1-0 yenik başladığı hayatını 2-1’e çevirerek gerçekleştirmeyi başarıyor.