Ülke, iktidar tarafından her ne kadar resmi seçim takvimine göre yönetilse de; gerek siyasi kulisler, gerekse bürokrasi şimdiden seçim havasına girdi bile.
Bu atmosferde kabine değişimi haberleri sık sık kulislerde heyecan yaratıyor. İktidar cephesindeki “Acaba bu sefer bakan olur muyum?” heyecanına karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan, zorunluluklar dışında kulislerin beklentisine olumlu yanıt vermedi şimdiye dek. Yılbaşından bu yana geçen sürede pandemi, ekonomi ve dış politika başlıklarında ortaya çıkan ana gündem başlıklarının yanında iç siyaset özellikle AKP içinde yaşananlar, AKP ile MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı ve karşısındaki Millet İttifakı blokundaki dinamiklerin hareketliliği, siyasi fay hatlarının harekete geçmesine neden oluyor. Bu aralar Adalet Bakanlığı’nın altından geçen fay hatlarında hareketlilik var. Ülkede birbiri ardına ortaya çıkan hukuk ve yargı tartışmalarının yarattığı gazın birikmesinin yanında iktidar cephesinde yaşanan krizler Adalet Bakanlığı çevresinde öncü sarsıntılar yaşatıyor. Öncü sarsıntıları üç ana başlık altında toplamak ve ayrı ayrı analiz etmenin sürecin daha kolay anlaşılmasına yardımcı olacağı kanısındayım.
1- Gül ile Soylu’nun arasındaki durum
İlk vakamız, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül ile Süleyman Soylu arasındaki limonilik! Bu vakada AKP içindeki siyasi mücadele ile adalet sisteminde yaşanan problemler iç içe geçmiş durumda. Adalet Bakanı bilindiği üzere AKP’nin çekirdeğindeki Milli Görüş çizgisinden. Çoğunlukla kendisine sataşılmadığı sürece tepki vermeyen, elinden geldiğince işini yapmaya çalışan, adaletin yerini bulması için çabalayan bir kabine üyesi. “Güvercin” olarak tanımlanan mülayim kişilikli siyasetçi sınıfından. Üstüne üstlük, Erdoğan’a emanet. İçişleri Bakanı’nın vaziyeti ortada. Oturduğu koltuğun dışında da kendisine durumdan vazife çıkartmayı seven bir siyasetçi. AKP tabanından değil. Partiye sonradan geçiş yapan merkez sağ, yani DP-AP çizgisinden. Gül’ün tam tersi “şahin” ve agresif politikayı tercih ediyor. Tartışmalı söylemleri var. Son dönemde kamuoyu ve AKP tabanında zayıflayan gücünü Cumhur İttifakı’nın küçük ortağı MHP’den devşirmeye çalıştığı izlenimini veriyor. AKP’den çok MHP’nin bakanı gibi…
Gül ile Soylu’nun gerek taban, gerekse siyasetteki ekol farklılığından doğan kriz bu yılın ilk günlerinde baş gösterdi. Pandemide istifa edip, Bahçeli–Erdoğan görüşmesi sonrasında koltuğunu geri alan Soylu, geçen Ocak’ta kendisi hakkında yapılan bir sosyal paylaşımla ilgili adaletin verdiği kararı eleştirdi. “45 gündür anam hastanede. Annemle fotomun altına küfreden alçak mahkemeye çıkıyor ve adli kontrolle serbest. Ne yapmalıyım, bakan olsam ne yazar” diyen Soylu’ya Gül’ün yanıtı gecikmedi.
Gül, isim vermeden adalette ayrıcalıklı olmak istediği mesajını veren Soylu’ya, “Klavye başına geçip sosyal medyada bana her gün tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum. Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Burada kanunlar, kurallar, usuller işler; hukuk işler. Bu işleyişi beğenmeyen gider itiraz hakkını kullanır ama yargıya parmak sallayamaz”
yanıtını verdi. Adalet Bakanı’nın sert mesajı üzerine Soylu, suskunluğa büründü. Bu arada, geçen Mart’ta Soylu annesini kaybetti. Taziyeye giden Gül, Soylu’nun annesi için Kuran okudu. İlkbahar ve yaz aylarında Soylu’nun başında yeni sıkıntılar belirdi. Organize suç örgütü liderinin arka arkaya yaptığı paylaşımlarla sıkıntılı günler yaşayan Soylu, geçtiğimiz günlerde yaptığı yeni açıklamayla bir kez daha gündeme geldi.
Bir toplantıda muhtarlara seslenen Soylu, suçları önlemek amacıyla bölgelerindeki metruk evlerin yıktırılması talimatını verdi. Muhtarların “mahkeme kararları” sebebiyle kimi binaların yıkılamadığını anlatmaları üzerine Soylu, şu talimatı verdi: “Sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin.” İçişleri Bakanı olarak Türkiye’nin hukuk tarihine geçecek açıklamayı yapan Soylu’ya yanıt yine Adalet Bakanı Gül’den geldi. Kabine arkadaşının tahribatını onarmak yine kendisine düştü. Biraz sitemli, biraz da kızgındı: “Geçmişte yaşanan her şey esas itibariyle bugüne bir mesaj ve aynı zamanda sorumluluk ifade etmektedir. Kanaatimce geçmişte yaşananlardan alınması gereken en önemli mesaj, hukuk devleti ilkesinin demokrasimiz açısından ne kadar hayati bir öneme sahip olduğudur. Bizim rehberimiz hukuktur, bizim rotamız hukuktur, bizim kılavuzumuz hukuktur. Biz yapalım hukuk arkadan gelsin değil, hukuk önden yürüsün biz ona göre kendimizi ayarlayalım anlayışıdır hukuk devleti.” İki bakan arasında karşılıklı mesajlaşmayla süre gelen siyasi polemik çerçevesinde Gül ile ilgili AKP tabanında da rahatsızlık olduğu öne süren haberler kamuoyuna yansıdı. Gül ile Soylu’nun arasındaki irtibatın kesik olduğu ifade ediliyor. Kabine toplantıları ve törenler dışında pek görüşmedikleri biliniyor. Hatta öyle ki, son olarak Anıtkabir’deki 10 Kasım anmasında Soylu ile Gül’ün kortejde ayrı yerlerde durması dikkati çekti.
Bu yazıyı yazdığım saatlerde, Avrupalı bir yayın kuruluşunun AKP kaynaklarına dayanarak yayımladığı haber analizde Gül’ün, partinin iki numarası Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş’la birlikte hareket ettiği ve Erdoğan sonrası dönem için güçlü bir konumu bulunduğunu belirtmesi dikkat çeken bir gelişme olarak kayıtlara geçti.
2- FETÖ’nün yerine gelen dini yapılar
Adalet sistemindeki iki fay hattı kırılması, Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) ve teşkilatta devam eden dinci grupların yapılaşmaya girmesi. FETÖ’nün silahlı terör örgütü olarak tanımlanıp devletten tasfiye edilmesiyle birlikte başlayan süreç, benzer bir dönemin yaşanmasına neden oluyor. Beklenen, FETÖ’nün boşalttığı kadrolara -FETÖ’den ders çıkartıldığı düşünülerek- devlete bağlı olanların getirilmesiydi. Fakat aradan geçen zaman, geçmişten ders çıkarmak yerine devlette olduğu gibi adalet teşkilatında da eskiye benzer sürecin yürüdüğünü gösterdi.
Dini gruplardan referanslı isimlerin çoğunlukla kilit görevlere gelmesi dikkat çekiyor.
Bir dönem aynı zamanda AKP’nin çekirdek kadrosunu oluşturan Hak-Yol Vakfı çevresinden gelenlerin etkin olduğu yargı kadrolarında şimdilerde işlerin değiştiğini gösteren işaretler var. Özellikle HSK’da yaşanan değişimde Hak-Yol’un yanı sıra bürokraside güçlenen diğer dini grup ve cemaatlerin referanslarının değerlendirildiği ifade ediliyor. Görüştüğüm kaynaklar, son dönemde bir tarikatın Hak-Yol grubundan biraz daha öne çıktığına dikkat çekiyor. Hatta bu yapılanma içinde bazı isimler de telaffuz ediliyor. Bağlantılar, kulislerde dillendiriliyor. Cemaatlerin, büyük şehirler çoğunluklu olmak üzere yurt genelinde adliyelerde oluşturdukları kontak noktasındaki isimler vasıtasıyla sistemi kontrol altına aldıkları biliniyor. Hatta kendi grupları adına WhatsApp üzerinden kurdukları özel gruplarla iletişim halinde oldukları dile getiriliyor. Bu konuyu meslektaşım İsmail Saymaz geçtiğimiz günlerdeki bir yazısında kamuoyuna duyurmuştu. HSK’daki tablo sadece gruplaşmalar değil elbette. Asli görevi Türk yargısını düzenlemek ve adil-hakkaniyetle kararların alınmasını sağlamak olan HSK’nın aldığı kimi tartışılan kararları, hem kurulu, hem de sistemi ayakta tutmakla görevli Adalet Bakanlığı’nı zor durumda bırakıyor kuşkusuz.
Hele ki FETÖ’yle mücadele sırasında ortaya atılan FETÖ borsası iddialarının, iddiadan öteye geçip belgelenmesi ve bunda HSK’nın da payının bulunduğunun anlaşılması adalete onarılması güç zararlar veriyor kuşkusuz. Yargıya intikal etmiş dosyalara yönelik HSK’dan girişimde bulunulduğu gerçeği, adaleti tartışılır hale getiriyor ne yazık ki.
Son olarak HSK’nın güçlü isimlerinden Hamit Kocabey’in istifasının ardından kamuoyuna yansıyan değerlendirmeler ve iddialar henüz sıcaklığını koruyor. MHP kontenjanından kurulda yer alan kıdemli üyelerden Kocabey hakkındaki iddialar, yargının siyasallaşmasının kötü örneği olarak karşımızda duruyor. Yanı sıra, kimi para ve makam-mevki karşılığında gerçekleşen uygulamalar ile alınan kararların sümen altından gün ışığına çıkması, yargıyı yönetenlerin istemediği durum oldu.
Kocabey’in merkezinde olduğu davanın ne şekilde sonuçlanacağını hep birlikte göreceğiz. HSK merkezli yeni gelişmelerin yaşanması muhtemel. Özellikle dini grupların HSK yönetiminde yaşayacağı rekabet veya çekişmenin ülkeye faturası çok ağır olacak.
3- İstanbul Cumhuriyeti’ne sahip olma çabası
Bu konudaki son durağımız adalet teşkilatındaki Ankara-İstanbul çekişmesi. Hemen her devlet kurumunda bu çekişme süregeldi hep. İstanbul siyasetinin ülke siyasetinde dominant olması, iş dünyasının İstanbul’da etkin olması ve siyasete yön vermesi, kentin gizli başkent biçiminde konumlanmasına neden oluyor. Özetle; bir nevi İstanbul Cumhuriyeti durumu! Adalet teşkilatında da durum aynı. Ankara ve İstanbul dışındaki teşkilat bakanlık kontrolünde. İstanbul ise yargıda ‘İstanbul Grubu’ olarak bilinen camia ile bağlantılı. İstanbul’a yapılacak atamalar ve görevlendirmeler söz konusu grubun elinde. Grubun sıcak bakmadığı isimlerin kente gelmesi mümkün değil. Bu grubun, İstanbul’un adalet sistemini yönettiğini artık Bağdat’taki sağır sultan bile biliyor. Bakan Gül’ün gücü İstanbul’a yetmiyor maalesef. Bu çerçevede kimi dava dosyaları hakkındaki yargılamalarda Ankara ile İstanbul arasındaki bakış ve uygulama farkı hemen göze çarpıyor. Bakanlık gerek teşkilat, gerekse kamuoyu nezdinde söz konusu farklılığı ortadan kaldırmaya çalışıyor. Orta yolu bulmak istiyor ama gelişmeler hiç de bakanlığın istediği gibi değil.
Ankara, İstanbul’u şimdilik kaybetmiş gözüküyor… *** Adalet-toplum-demokrasi üçlemesiyle ilgili çok klişeler vardır hayatımızda, bilirsiniz.
Adaletin olmadığı yerde demokrasinin olmayacağı, demokrasi olmazsa özgürlük ve fikir hürriyetinin oluşmayacağı, bunun sonucunda aydınlık bir toplumun yeşeremeyeceği tezi söylenegelir. Bu tez doğrudur. Geçmişte Türkiye ve dünya üzerinden çokça örneği görüldü.
Ülkede her şey bozulabilir, tamir edilebilir. Ancak bozulan adaletin tamiri hem güç, hem de faturası yüksek olur.