Gülnar Önay
Bir buçuk yıldır ülkemizi de esir alan bir salgınla boğuşmaktayız. Her belanın bir de hayır tarafı da vardır; bu bela bize yeniden doğaya dönüş sağladı, bahçeler değer kazandı, büyük kentlerden sahil kasabalarına göç başladı…
Evet bunlar doğru, küçük bir azınlık bu uğraşın hakkını vermeye çalışıyor; çalışıyor; çalışıyor diyorum çünkü,
doğa dediğimiz içinde yaşadığımız sınırsız
evren yalnızca kendi koşullarını dayatır; oysa biz
İnsanoğlu ise bu koşulları kendi yararına döndürmeye uğraşır da uğraşır. Hangisi bu savaşımdan galip gelir? Görünürde insan, ne de olsa istediğini yapma gücü var, ama hayır kaybeden bizleriz.
İnsan tanıdığını, bildiğini sever ona saygı duyar onu korur. Bu kısa girişten gelelim konu başlığımıza, nefes almamızı sağlayan, dünyamızın tek oksijen kaynağı ağaçlardan ve onlara bakışımızdan söz edelim.
Bırakın uçsuz bucaksız ormanları, önce kendi kapımızın önü diyelim; çevremizdeki hatta yakın çevremizdeki ağaçları ne kadar tanıyoruz? Eve kapandığımız şu günler vakit geçirmek için en kolay çözüm televizyon bilgisayar ve elimizden düşmeyen telefonlarla zaman öldürmek. Dışarı çıkmakta özgür olduğumuz zaman eski alışkanlıklar bizi bekliyor olacak: Fast food zincirleri,
AVM’ler, belki sinema ve benzer oyalanmalar.
Şimdi soruya geliyorum.
Kaçımız ağaç isimlerini biliyor?
Hazır tüm ailenin kendi köşesine çekildiği şu günlerde ve de normal yaşamda, kaç aile çocuklarına çevrelerinde yaşayan ağaçlara bakmayı öğretiyor? Kaç ebeveyn çocuklarına dünyanın gün be gün yitirdiği doğal kaynaklar hakkında bilgi veriyor? Şimdi sıra en can alıcı soruda, kaç aile üyesi çevresindeki ağaçların özelliğini, bırakın özelliğini adlarını biliyor? Kaç anne çocuklarına
okul yolu üzerindeki ağaçların öyküsünü anlatıyor? Okullar çağdaş yöntemlerle dersler yapıyor, tüm çocuklar birer bilgisayar uzmanı oluyor da, buna karşın doğa sevgisi ve ilgisi börtü böcek edebiyatı ile savuşturulan işi gücü olmayan ya da emeklilere özel bir ilgi alanı olmakla eş değer tutuluyor. Bir ağaç ya da bitki söz konusu olduğunda çoğumuz, adını bilmediğimizden ’’Hani yapraklarını kışın döken ya da dalları yaz başı aşağıya doğru sarkan, canım çiçekleri ilkbaharda açan, hani halamın eski bahçesinde vardı ya’’diye tariflere gerek duymaz mıyız? Kim bilir kaç ağacın adını bilmeden bu dünyadan göçüp gideceğimizi hiç düşündünüz mü? Oysa
adını bilmemek ve
tanımakta bilinçsizce
ısrar ettiğimiz o değerli varlıklar biz olmadan da yaşacak ve dünyamıza
kucak açacak,
nefes verecek, serinletecek…. Kaç anne kaç baba çocuklarını karşılarına alıp ‘’biliyor musunuz bitkiler biz olmadan da yaşayabilir oysa bizler onlarsız yaşayamayız;
gelin bu tatil gününde birlikte ormana gidelim ve ağaçları, bitkileri inceleyelim diyor.
Neden okullarda fen ve, sosyal bilimlere
o kadar değer veriliyor da bu arada bir gingko bilobanın ( Mabet ağacı) ve benzer
nicelerinin 300 milyon yıldır hiçbir değişime uğramadan yaşayan dinozorlar olduğu öğretilmiyor. Oysa bir tık uzaklıkta sınırsız bilgi var. Benim bahçesinde kocaman ağaçların bulunduğu okuldan mezun olduğunda yaşamında ve seçtiği meslekte ona
yardımcı olmayacak kimya dersi için kafa patlatan oğlum,
neden okul bahçesindeki ağaçların adlarını öğrenmedi? Oysa okul bahçesindeki dev ıhlamurlar, gürgenler ve gökyüzüne dimdik uzanan servilerin ona anlatacakları ilerideki yaşamı boyunca onun için çok daha coşku verici olmaz mıydı?
Utanarak itiraf edeyim ben de bilmiyordum bana da öğretmemişlerdi.
Kış ışığını hiç gördünüz mü?
Kaç ebeveyn tatil gününde Fatih ormanlarına
(mangal için değil) ya da Nezahat Gökyiğit bahçesine çocuklarıyla gidip incelemelerde bulunuyor, kitaplığında bulunan kitaplara göz atıyor?
Şu sıralarda Karadeniz’de İkizdere ve geçtiğimiz yaz Kaz dağlarındaki bilinçli köylülerin feryatları yalnızca bir gazete haberi mi? Ne kadar acı, ne kadar büyük bir çaresizlik? Çiçekçilerin hazırladıkları çiçek buketlerini zenginleştirmek
için kesilen Karadeniz’in dev şimşir ağaçlarının hesabı neden sorulmuyor?*
Acaba ekonomik durumu yerinde olan kaç ailenin salonunun ortasında bulunan sehpanın üstünde
ya da kitaplığında ağaçları, yaban yaşamı, kuşları anlatan kaç tane
kitabı var? Var mı? Kaç anne, kaç baba, çocuklarına kışın yapraklarını döken ağaçların dalları arasından süzülen kış ışığının ne denli büyüleyici olabileceğini ve kendi yaşam ışıklarını bulabilmek için doğadan gelen gerçek ışığı izlemeleri gerektiğini söylüyor? Acaba kaç anne kaç baba bu ışığı görebildi? Sorunun en can alıcı noktası da burada olmalı...
*Şimşirlerin başına gelenler Yücel Çağlar. Önerilen kitaplar
- Ağaçlar, Tuğrul Mataracı Tema Vakfı Yayınları
- Türkiye’nin Ağaçları ve Çalıları, Necati Güvenç Mamukoğlu NTV ve Kımızı Kedi Yayınları.
- Anadolu Yeşillemesi Yücel Çağlar
- Ağaç Bilim (dendroloji ) ders notları Yücel Çağlar
- Ağaçların Gizli Yaşamı Peter Wohlleben Tema yay.
- Türkiye’nin Ağaçları/Genç Kaşifin Doğa rehberi 1 Gülnar Önay
- Dünyamızı Biçimlendiren Olağanüstü Bitkiler Helen &Wiliam Bynum Oğlak Güzel Kitaplar