Sabahları yaklaşık her üç kişiden birinin izlediği Çalar Saat’in anchorman’i, gazeteci İsmail Küçükkaya: “Dokuz yılda yüzlerce defa sınava tabi tutuldum”
İlke Gürsoy
ilke@gazeteoksijen.com İsmail Küçükkaya yaklaşık iki buçuk saatlik canlı yayının ardından stüdyodan çıkmış. Ama sanki güne yeni başlıyormuş gibi enerjisi yerinde. Çıkışta kendisini bekleyenlerle muhabbet ediyor, onların aileleriyle telefonda görüntülü görüşme yapıyor, yaklaşık 20 dakika süren fotoğraf çekimine hazırlanıyor… Röportajı, Süleymaniye Camii yakınına yapılan bina tartışmasının patladığı sabah yapıyoruz. Yayında hem binanın yapılmasına karar verenlere (yani dolaylı yoldan da olsa Cumhurbaşkanı Erdoğan’a) hem de karşı çıkan kurumlara (yani dolaylı yoldan da İBB Başkanı İmamoğlu’na) tepki gösteriyor, çağrıda bulunuyor. Nitekim ilerleyen günlerde ısrarlı yayınına devam etti, nihayetinde de inşaatın durdurulacağı açıklandı, ardından da mühür vuruldu. Bu, Küçükkaya’nın üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu. “Her şeyi konuşabilmek ama bunu dengeli şekilde, konuyla ilgili herkesi anlayarak ve her şeyi sorgulayarak yapmak” diye özetleyebiliriz. Bu dikkatli tarz zaman zaman eleştiri de alıyor. Ama sabah haberleri denince akla ilk gelen program İsmail Küçükkaya ile Çalar Saat oluyor hep. Yüzde 30’lar civarında bir izlenme payınız var. Yani yayında olduğunuz saatte ekran başındaki her üç kişiden biri sizi izliyor. Neden? Ben yazılı basından geliyorum. O zamanlarda olduğu gibi, insanlar Türkiye’nin gerçek manşetini görsün istiyorum. Çünkü uzun süredir gazeteler ülkenin manşetini atmıyor, televizyonlar Türkiye’nin haberini vermiyor. Benim iddiam şu: Bir gün önce ülkede ne olmuş ve o gün ne olacak, bunu veriyoruz. Bir gazetenin birinci sayfasını tasarlar gibi. Çünkü ben başka bir şeyden anlamam. Televizyoncu değilim. Ama gazeteden anlarım, bütün hayatımı buna verdim. Kamera hareketleri, bakma, ses tonu ayarı… İnsanların duygularına hitap eden bir yayın yapıyorsunuz. Herhangi bir metin üzerinden, prompter okumasıyla çalışmıyoruz. Her şeyi hissediyorum. Bazen de korkuyorum çünkü normalde çok kontrollü bir insanımdır. Kendimi üslup mühendisi olarak tanımlarım. Ama bu söylediğiniz, benim aslında en büyük korkum. Hem bütün hislerimi dökmüş oluyorum ama fazla mı söyledim diye endişeleniyorum. Annem bana “Sana bir şey söylenmeye gelmiyor, hemen yayında söylüyorsun” diye uyarıyor. Ustanız olarak saydığınız Uğur Dündar, Mehmet Ali Birand, Ali Kırca ekolünden farklısınız. Benim televizyona giriş zamanım 2013. Gezi Parkı eylemlerinden sonra gazeteden ayrılmak zorunda kalmıştım. Teklif almamla ekrana çıkmam arasında 15 gün vardı ve ben ABD’deydim. Çuvallayabilirdim. O nedenle neyi iyi biliyorsam onu yapmaya başladım. Yoktu böyle bir format ama tuttu. Zamanla da tabii değişiklikler, eklemeler yaptık. Yerel basın okumaya başladık, kitap tanıtımlarına başladık… Benim kişiliğime uygun bir tarz oldu. Bahsettiğiniz ustalardan ayrıldığımız nokta, teknolojiyle çok daha haşır neşir olduğumuz bir dönemde olmamız. Yayındayken tweet’ler atılıyor, mesajlar geliyor. Seyirci bir mesaj atıyor, ben onu okuyabiliyorum, ekranda gösterebiliyorum. Çağımızın sunduğu bir imkan.
‘Muhalif’i kabul etmem
Bu format yenilenirken, eklemeler yapılırken haberin kapladığı alan küçülmüyor mu? Hayır. Bu uzun bir program. Hem benim nefeslenmem hem de Türkiye’nin zaten ağır gündeminden biraz başka şeyler göstermek gerekiyor. Fox Haber anılırken başına hep “muhalif” sıfatı eklenir oldu. Bunu onaylıyor musunuz? Bir: İyi ki Fox var. Çünkü gazetecilik krizde, şartlar ağırlaştı. Bir ülkede gazetecilik krizdeyse demokrasi krizdedir. Ve ekonomi de krizdedir. O yüzden Fox gibi editoryal bağımsızlığa saygı duyan bir kurumun varlığı büyük şans. Ama bunu söylerken, sınırsız özgürlükten bahsetmiyorum. Tabii ki Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulları unutmadan. Ama ben Fox’un muhalif olduğunu kabul etmiyorum. Çalar Saat kesinlikle değil, Fox da değil. Gazeteci aktivist değildir, bir siyasetçinin sözcüsü gibi davranamaz. Ben her görüşten gazeteyi izleyiciye sunuyorum ve diyorum ki “Bunlara inanmayın, bana da inanmayın. Kendiniz ne yaşıyorsunuz, ona bakın.” Ama bu tarzınız sizinle ilgili “gizli hükümetçi”, “kripto Reisçi” gibi yorumları getiriyor. Ne hissediyorsunuz bununla karşılaşınca? Çok doğru. Kimseye yaranma derdi olmadan gördüklerinizi söylerseniz bazen onu, bazen bunu kırıyorsunuz. Ama bu benim umurumda değil. Ben iki taraftan da farklı zamanlarda linç yemiş bir insanım. Benim ömrüm, yılda ortalama iki linç yiyerek geçiyor. Bu kadar kutuplaşmış bir toplumda iki taraftan birinin gönlüne girmek çok kolay. Ama buna kapılmamamız gerekiyor. Gazetecilik bedel ödemeyi gerektirir. Benim üzerimde hapis kararı var; birkaç tazminat davası, birkaç soruşturma var. Ama bunu göze almamız gerekiyor. Türkiye’de gazetecilik ateşten gömlek giymektir. Siz bir konuyu eleştirdiğinizde “Peki şu konuya neden tepki göstermedin?” deniyor. Ya da örneğin kadın haklarıyla ilgili haber verince, eski eşinizin şiddet iddiaları hatırlatılıyor. Bu sizin için yorucu mu? Hükümet medyanın büyük bölümünü kontrol ediyor. Dışarıda kalanlara da baskı yapılıyor. Hedef gösterirler, trollerle düğmeye basarlar. İşi bırakmanı isterler. Gitmezsen de seni etkisizleştirmek isterler. Yine de devam ediyorsan, seni yıpratmaya çalışırlar. Günümüzde imkanlar var, yasal veya yasa dışı. Normalde işler bu sistem ama artık işlemiyor çünkü o kadar hor kullandılar ki yalanlar artık ortaya çıktı, insanlar uyandı. Gazeteciye düşen, bunun etkisi altına girmemektir. Ben girmem. Halk da etkilenmiyor. Zaten kolektif akıl hepimizin üstündedir. İktidarın medyasını yönlendirenler bir sistem hatası yaptı. Şimdi gözlemliyorum ki, yanlış olduğunu gördüler ve bir değişiklik arayışındalar.
Konuğumu yaşarım
Bu kadar yılda Fox Haber çizgisiyle sizin çizginizin denk düşmediği noktalar olmuştur. Tabii ki dokuz yıl içinde oldu. Örneğin, Fatih Portakal’la yedi yıl geçirmiştik. Ama bir denge oturtmuştuk Fatih’le. Birbirimizin tarzına alan yaratmış olduk, besledik, bir denge oluştu. Aynı şeyleri düşünmek anlamında değil. O başka bir insan, ben başkayım. Hepimizin ortak paydası, Fox’un hazırladığı haberlerdir. Bu ortak paydanın üzerinde Selçuk Tepeli’nin yaptığı yorumlarla benim yaptığım yorumlar ayrışabilir. Sorun yok. Evet, Selçuk Tepeli size göre daha sert yorumlar yapıyor. Bu bir konu başlığı mıdır aranızda? Hayır, öyle bir iletişimimiz yok. Ben sadece Fox’a geleceği kesinleşince arayıp hayırlı olsun demiştim. O günden beri de sadece iki kere ayak üstü konuştuk. Çünkü saatlerimiz ayrı, bambaşka hayatlar sürüyoruz. Son Ekrem İmamoğlu yayınında konuğunuzun sözünü kesmekle ilgili eleştiri aldınız. Bu aslında size sıkça yöneltilen bir eleştiri. Burası monolog değil, diyalog yeri. Konuğuma saygısızlık yapmam; o konuşurken notlarıma, telefonuma falan bakmam. Konuğumla dalga geçmem. Ama konuğumu yaşarım. Tüm gücümle, varlığımla, ruhumla oradayım. Ve bir şey söylediğinde bende oluşanı söylemem gerek. Destekleyebilirim, eleştirebilirim. Ben de insanım, vatandaşım, 30 yıllık gazeteciyim. Kimse bana masal anlatamaz. İnsanlar buna alışacak. Ayrıca teknik olarak da şunu söyleyeyim. İzleyicinin dikkati sınırlıdır, kimseyi uzun uzun dinlemek istemez. Onu yapan kanallar var, bizimki öyle değil. Zaten o yayın da son dönemin en çok izlenen programı oldu.
“Sabah içimden biri doğuyor, ruhuma uygun gazetecilik yapıyorum”
Kendimi televizyonda izleyemiyorum. Hoşuma gitmiyor, dayanamıyorum. Çıktım, yayını yaptım, kendimi yaşadım ve yaşattım, bedelini ödedim, devam ediyorum. Yaşayacağım, bedelini ödeyeceğim. Türkiye’yi uyandıran insan olarak benim de enerjiye ihtiyacım var. Ben de enerjimi insanlardan alıyorum. Şöyle hayal ediyorum: Benimle birlikte uyanan, yüzünü yıkayan, kahvaltı eden insanlar var. Onlardan elektrik alayım, besleneyim istedim. Olaya duygu katmak istedim. Çalar Saat Ailesi gibi kavramlar, bazı kesimlere selam yollamak gibi başlangıçta yadırganan şeyler böyle doğdu. Ben sabah insanıyım, ruhuma uygun bir zaman diliminde gazetecilik yapıyorum. Bana “Sabah bu enerjiyi nereden buluyorsun” diye soruyorlar. Ben uyanınca içimden bir adam doğuyor. Sabahları Türkiye’nin zihin ve gönül dünyasına sesleniyorum. Bu benim için büyük şans, risk ve sorumluluk. Ama akşam vakti üç saatlik bülten olmaz, bu tarz bu saate uygun. Herkes izliyor, biliyorum. İktidarıyla, muhalefetiyle. Benim orada bir propaganda ve ajitasyon yapmadığımı biliyorlar. Eleştirsem bile bunu belli bir üslupla ve doğru biçimde yaptığımı biliyorlar. İnsanların güven duyması gerekir. Neyin söylendiği kadar, kimin söylediği de önemli. Dokuz yıl program yapınca yüzlerce kez sınava tabi tutuluyorsunuz. O sınavları geçe geçe bir algı oluşuyor. O algı da sana güvenilip güvenilmediğini gösteriyor. Bir profesyonel tenisçi gibi yaşıyorum. 05.00’te kalkarım, 22.00’de uyumam gerekir. Yoksa yüzün şişer, sesin çatallaşır. Sosyal hayatım yok, akşamları bir yere gitmem. Hafta sonları da bunu devam ettiririm mümkün olduğunca.