Mine Şenocaklı
minesenocakli@gmail.com Doğarken ilk silleyi yemiş bu hayattan... Ebenin dalgınlığı ya da beceriksizliğinden bir bacağı 15 cm kısa. Şanlıurfa’da 10 çocuklu bir ailede gözünü açmış, dokuzuncu olarak. Kızların dördüncüsü. Hiç okula gitmemiş. Okuma yazması yok. 14 yaşında İstanbul’a göç etmişler, hep beraber. Eli ekmek tutmaya 17 yaşında başlamış. Bir tekstil atölyesinde katlamacı olarak... Tabii ki çok düşük bir ücrete. Yine de Emine Yuva, o tekstil atölyesindeki günleri anarken, “Hayat çok güzeldi. Tek başımaydım, ne düşünecek çocuk vardı, ne de başka bir şey” diyor.
Meğer gerçek hayat evlenince başlarmış
12 yıl çalışmış, sigortasız. Şaşırmayın, o civardaki pek çok atölyede hala üç kuruşa sigortasız çalışıyor insanlar, yevmiyeyle... Patronun tepesi mi attı, öbür gün işsizsiniz! İşte ‘en güzel günleri’ böyleymiş Emine’nin. E yaş da gelmiş 29’a, gönlü bir adama düşmüş, aynı iş yerinden bir ütücü ustasına. Severek evlenmiş Alparslan ile... Karı koca aynı atölyede çalışmaya devam etmişler. İki maaş bir arada karınca kararınca idare etmişler. İşte o sıralar ilk çocuğuna hamile kalmış. Doğum izni hak getire, mecbur işten ayrılmış. Kalmışlar Alparslan’ın maaşına.
Üç yıl idare etmişler. Derken ikinci çocuk gelmiş. Bakmışlar ki İstanbul’da iki çocuk ve tek maaşla olacak gibi değil. Sivas Zara’daki Alparslan’ın köyünün yolunu tutmuşlar... Alparslan çobanlık yapmaya başlamış. Dört yıl sonra, gittiklerinden daha beter geri dönmüşler. Elde avuçta yok, Güzeltepe’de bir gecekondu bulmuşlar. Sığınmışlar...
Köle pazarında Alparslan
Alparslan tekstil atölyelerinde iş buldukça çalışmış, kesimci, dikimci, katlamacı, ütücü, aklınıza ne gelirse. Tek maaş, daha doğrusu maaş falan yok, yevmiyeyle günü kurtarma derdinde koşturup durmuş. Yevmiye dört kişilik haneye yetmemiş tabii ki. Dert sahibi olmuş Alparslan, derdini alkole vurmuş. Durum böyleyken bir çocuk daha!.. Şimdi iki buçuk yaşında Defne... İlk göz ağrısı Vatan Ensar dokuz, Tufan ise altı yaşında. Pırıl pırıl üç çocuk.
Zaten tekstil sektörü zordaymış, zaten arada bir iş bulabiliyormuş, derken pandemiyle birlikte iş ara ki bulasın! Bir yıl boyunca hiç çalışamamış Alparslan, şimdi yavaş yavaş açılmaya başlamış işler. İşi de tarif edelim ki, bu dünyada köleliğin hala var olduğunu bilin. Gidiyor sabahın yedisinde amele pazarına, onun deyimiyle köle pazarına... Onun gibi 200-300 kişi birikiyor, minibüsle geliyor bir insan taciri, “Sen, sen, sen gel” diyor ve ekliyor, “Yevmiye 100 lira, işine gelirse!..” 100 lira karşılığı dokuz saat çalışacaksın, çeneni tutacaksın, sigorta falan aramayacaksın, o parti sipariş bitti mi aynen kapının önündesin. Bir dahaki sipariş için seni çağıracaklar mı, yok, işte o işçi tacirleri yine o 300 kişi arasından seçecek, şansın yaver giderse işe alınacaksın.
Hep aynı soru: Anne bizim dolabımız niye boş?
Sabahın yedisinde bekleyip sekizinde kös kös eve döndüğü günler, o ev bir azap. Sadece Alparslan için değil, Emine için de. Üç çocuk yemek bekler, o üç çocuktan biri okula gidecek! Artık bıçak kemiğe dayandığından, ne Emine’nin sabrı var ne de Alparslan’ın... Emine surat ediyor bazen, ‘Yine mi iş bulamadan döndün’ diye söyleniyor dayanamayıp, gerilip kavga ediyorlar böyle günlerde. Bu kadar zor bir hayatta, Alparslan belki kahrından kavga sonrası vurup kapıyı gidiyor, ama Emine’nin kaçacak hiçbir yeri yok. O üç çocuğu bir şekilde doyurmak zorunda, artık bulgur mu olur, makarna mı, bir yolunu bulacak. Evde tablet yok, internet yok. Mecbur yine okula giden Vatan Ensar’ı komşuya uğurlayacak ki, uzaktan eğitimden faydalanabilsin. Bu bile bir şans, zira iyi komşuları var. Ama Vatan sınıf arkadaşının evinden her dönüşünde, Emine’yi yıkan soruları sıralıyor: “Anne, Ahmet’in annesi bize köfte yaptı, patates kızarttı, kola da vardı. Bizde niye yok anne?” Ne desin ki şimdi Emine... “İçim kan ağlıyor, ona anlatıyorum, ‘Oğlum ne yapalım durumumuz yok’ diyorum. Susuyor, ama bir gün sonra yine soruyor, ‘Anne bizim dolabımız niye boş?’ Ne söyleyebilirim ki, ‘Baban işsiz oğlum, salgın var, çoğu insan bizimle aynı durumda’ diyorum. Öbür gün yine soracak onu da biliyorum. Hani küçükleri oyalamak, kandırmak daha kolay, bir şey istediklerinde ‘Tamam yarın alırız’ diyorum, inanıyorlar da, Vatan’ın artık aklı eriyor. Çocuk görüyor komşuda...” diyor Emine. “Neden bizde yok?” İşte bu soruya cevap verememek, herhalde bir anne için hayattaki en büyük acı!
Reklamlar başlayınca televizyonu kapatıyorlar!
Akşam evde televizyon bir açılıp bir kapanıyor. Yok, bozuk falan değil, reklamlara ya da yemek programlarına denk gelmesin diye... Çocuklar çikolata görmesin, çocuklar hamburger, pizza görmesin diye. “Canımız çekti, hadi anne biz de alalım” dediklerinde sadece yutkunabiliyor çünkü Emine. Bırakın televizyonu, pazara bile gitmiyor çocuklarla ki, mandalina, portakal, muz görmesinler!
Abartılı mı geldi? İnanın ki değil. Ben o buzdolabını gördüm, daha doğrusu Emine açtı gösterdi. Bir kavanoz reçel, yarım kavanoz zeytin, yarım paket margarin... Hepsi o! Anlatıyor Emine: “O dolaptaki reçeli sürecek ekmek yoktu evde, cebimde 2 lira da yok ki gidip ekmek alayım. Vatan’ı komşuya yolladım, 2 lira istesin de bir ekmek alayım. Geri geldi, ‘Onlarda da yokmuş para’ dedi. Doğrudur, bu mahallede evinde tencere kaynayan her gün azalıyor. Buralarda bakkallar çoktandır veresiyle vermiyor, yine de yolladım bakkala Vatan’ı, eli boş ağlamaklı döndü bu kez. Bakkal veresiye yok demiş, terslemiş herkesin içinde.”
Ya bir de ev sahibi halden anlamazsa!
Emine’yi zorluyorum, peki ama en zor günün hangisiydi? “İnanın en zor günümüz her günümüz. 30 gün gelin, 30 gün böyleyiz. Eğer İstanbul Büyükşehir ile Eyüp Belediyesi’nin yardımları olmasa açlıktan ölmüştük. Ama 650 lira olan kiramızı ödeyemiyoruz” diyor. Şimdi bu yüzden Vakıfbank’a 5 bin lira kredi borcu var ki, her gün SMS geliyor, “Kredi borcunuz gecikmiştir, ödeyin” diye. Çaresiz, biriken kiraları ödemek için alınmış bu kredi. Şimdi başlarında bir kabus... Ve hala iki aylık kira borçları var. Emine’nin en büyük korkusu da bu. Eğer ki ev sahibi halden anlamazsa sokakta kalacaklar.
Emine’ye bu hayat doğuştan takmış sanki! Derin yoksulluğun dibine savurup atmış sonra da. Üç çocuğuyla beraber... Alparslan deseniz, ona da hayat çok acımasız davranıyor. O mahalledeki pek çok kişiye nasıl hoyrat davranıyorsa, işte öyle... Bu pandemi döneminde bir acı daha vurmuş Emine’yi, yedi ay önce Covid 19 babasını almış! Alparslan’ın ailesinden de amcası, yengesi ve bir çocuklarını.. Acı üzerine acı, açlıkla yüzleşme, işsizlik, çaresizlik...
Ve sabır taşı çatlamış...
Sabır taşı olsa çatlar ya, Emine de tüm dirayetine rağmen bir gün pes etmiş. Alparslan’ın iş bulamadan döndüğü günlerden birinde çok kötü kavga etmişler. Hiç aklınıza başka bir şey getirmeyin, Alparslan’ın tek fiskesi yok Emine’ye... Ama karısının dedikleri ağır gelmiş, yine kapıyı vurup çıkmış, kendi derdiyle. Emine kalmış mı yine üç aç çocukla baş başa. “Ne yedireceğim çocuklara” diye düşüne düşüne akşamı zor etmiş. Aç aç uyutmuş çocukları. Sonra evdeki ilaçlardan ne var ne yoksa yutmuş. Ertesi gün gözünü hastanede açmış. Şimdi müthiş pişman yaptığına, utanıyor anlatırken, kendine lanet ediyor. “O an hiçbir şeyi düşünemedim. Çocuklar aç ağlıyor, kocam iş bulamamış, elde yok avuçta yok, buzdolabı tamtakır. Bunalıma girdim. O ağlama seslerine dayanamadım. Anlık bir şeydi” diyor. Ve hep aynı lafı tekrarlıyor: “Ben bunu nasıl yaptım çocuklarıma?..”
Hastane yatağında gözlerini açar açmaz, serumu, burnundaki hortumu çıkartıp eve koşmak istemiş. Doktoru çağırmışlar, Emine’ye “Ne yapıyorsun?” demiş. “Evde iki yaşında bebeğim, oğullarım var, beni beklerler” demiş Emine. Doktor, “Şimdi mi aklına geldi çocukların!” deyince kahrolmuş. Ne çektiğini doktor ne bilir, bir o biliyor... Ama artık tövbeli, bir daha intihara kalkışmak yok. Yine açlık var, yine işsizlik, yine her gün bankadan SMS ve yine evsiz kalma korkusu... Her ne olursa olsun, hayallerini elinden alamayacak her türlü çelmeyi takan bu hayat. Bir hayali var ki, kocası Alparslan’a sadece 3 bin lira maaşlık bir iş, bir de şimdi istemeden her gece rüyasına misafir olan, sofralar kurup çocuklarına yedirdiği dumanı tüten köfteler!