“Şafak operasyonuna mı gidiyoruz, okula mı belli değil!”
Eminönü İskelesi’nde lise son sınıfta okuyan iki genç kızla konuşuyorum. Nil Akdemir, “Kör karanlıkta, 6.30’da evden çıktım. Sokaklar hiç güvenli değil. Yeter artık, değiştirsinler şu uygulamayı” diyor. Ece Güzelsoy, devam ediyor: “Kargalar bile uyanmadan düşüyoruz yollara"
Beş yıldır Türk milletinin gecesi gündüzü birbirine girdi. Güneş doğması gereken saatten bir saat sonra doğuyor kışları. Sabah ay ışığında okula gidilir mi? Gidiliyor işte. 7.30-8’de iş başı yapanlar da aynı çileyi çekiyor çocuklar ve gençlerle birlikte. Her sabah küçük çocuklar anne-babalarına “Niye gece işe gidiyorsun?” diye soruyor, o saatte çocuklarını okula yollayan ebeveynlerin ise içi içini yiyor, “Ya o ıssız sokaklarda başına bir şey gelirse” diye… Milyonlarca insan güne kötü başlayıp, kötü devam ediyor… Yani belirsiz ve çok da inanılır olmayan bir elektrik tasarrufu amacıyla, milletin kimyası bozuluyor. Kimse kalkıp da zifiri karanlıkta işe giden birinin iş verimliliğinin ne kadar düştüğünü hesaplamıyor. Ama Enerji Bakanı Fatih Dönmez’e göre uygulama çok başarılı. Ve bu sayede 5 yılda 6 milyar TL tasarruf sağlanmış. Bu hesapta ne anne babaların endişeleri, ne çocukların psikolojisi var… Bakan’ın bu açıklamasından sonra gelen tepkilerden de anlaşılıyor ki, millet hiç de memnun değil yaz saati uygulamasından. Twitter’da TT olan yazsaatikaldırılsın hachtag’i de bunu açıkça ortaya koydu.
Sabah 6.30, taksi şoförü “İyi geceler” diyor
Ben de bu karanlığa hapsolanlarla birlikte bir gün geçirmek istedim. Saat 5.30’da uyandım. Saat 6.30’da foto muhabiri arkadaşımla Beşiktaş İskelesi’nde buluşmak üzere randevulaşmıştık. 6.00’da sokağa çıktım, ortalık o kadar ıssız ki, ayak sesiniz yankılanıyor karanlıkta. Kediler uyuyor, martılar da ortada yok! Tek güzel yanını söyleyeyim, hiç bu kadar kolay taksi bulmamıştım. Cihangir’den Beşiktaş'a ulaşmamız 10 dakika bile sürmedi. Parayı verdim, iniyordum ki, şoför, “İyi geceler” dedi! E doğru her yer zifiri karanlık… Ama insanlar yollarda. 10 dakika sonra sabah ezanı okundu. Ortalık biraz daha hareketlendi. İnsanlar Üsküdar motoruna koşturmaya başladı, biz de peşlerine takıldık. Böyle koşuştururken birilerini durdurup konuşmak riskli, zira daha kimse tam uyanmış değil, sinirler de pek sağlam değil. Motorda sohbet etmek en mantıklısı… Saat 6.30, 10 dakikalık güzergahta bile yolcuların çoğu uyuyor motorda. Uyanık olan bir yolcuya yanaştım, 36 yaşındaki Turgut Akgün uyanık, zira zaten gece çalışıyormuş. Bir başka uyanık yolcunun yanına gittim, özel bir şirkette şoförmüş Yüksel Bey, işe gidiyormuş. “Yaz saati uygulaması” deyince ben, “Enerji tasarrufu bakımından hangisi iyiyse o iyidir” diye başladı ama gerisi çelişkili geldi; “Bunun kararını ben veremem tabii. Benim çocuklar öğlen gidiyor okula, iyi ki de öğlen gidiyorlar. İstanbul’da yaşıyoruz, sabah gitseler can güvenliği için mecbur servise verecektim. O karanlıkta çocuğu sokağa bırakamazsınız.” Anlaşıldı ki kararsız…
Bedava çorbayı kapan motora koşturuyor
Üsküdar’da motordan iniyoruz, o da ne, herkes kahve tiryakisi sanki, ortalık New York gibi! Elinde kağıt bardakla koşturuyor millet. Ben böyle düşünürken, bir de bakıyorum ki kahve değil, bedava çorba. Üsküdar Belediyesi’nin standında çorba dağıtıyorlar erkencilere, bir de pankart var, ‘Aşımızı Paylaşıyoruz’ diye… Çorbayı kapan, motora koşuyor. Karaköy-Eminönü yolcusu biraz daha rahat, çünkü vapurun kalkmasına 10 dakika var. Vapuru bekleyen iki kız öğrenciyle sohbete başlıyoruz. Fransız Lisesi Saint-Benoit’da hazırlık sınıfında okuyorlar, Zeynep ve İdil… İkisi de 14 yaşında, İdil Üsküdar’da, Zeynep Çengelköy’de oturuyormuş. İdil, “6.35’te evden çıkıyorum. Karanlıkta, gün doğmadan okula gitmek biraz garip tabii… Ama alıştım, okula erken gitmek güzel bence” diyor. Zeynep alıyor sözü: “Çengelköy’den geldiğim için ben çok daha erken çıkıyorum evden. Arkadaşımla gittiğim için yol eğlenceli oluyor ama yaz gibi değil tabii. Yazın tam vapura bindiğimizde güneş doğuyor, o zaman çok güzel oluyor. Kışın her yer kapkaranlık, hiçbir yeri göremiyoruz. Ama bence de okula erken saatte gitmek güzel.” Onlar böyle diyor ama anneleri merak içinde. Karanlıkta kapıdan uğurladıkları kızlarında kalıyor akılları belli ki… O yüzden de sürekli bir telefon trafiği yaşanıyor, "Neredesiniz?" diye... Bizzat şahit oluyorum.
“Bu nasıl tasarruf, her yerde ışıklar yanıyor!”
Saat 6.55, hala ortalık karanlık. Eminönü vapurunun kalkmasına 5 dakika var. İskelenin önünde sigara içen 63 yaşındaki Hilmi Demirtaş, 43 yıldır aynı işte çalışıyormuş, özel bir şirkette… “Tabii işe gün ışığında gitmek isterim. Hem bu nasıl tasarruf ki? Baksanıza her yerde ışıklar yanıyor, evde uyanır uyanmaz ışıkları yakıyoruz. Yoksa benim için ne fark eder bu yaşta, ha karanlıkta gitmişim işe, ha aydınlıkta. Ama çocuklar için çok zor” diyor Hilmi Bey. Saat 7.00. Birlikte Karaköy-Eminönü vapuruna biniyoruz…
Karaköy vapuru yatakhane gibi
Vapur yatakhane gibi, yolcuların yarısı uyuyor. Üst güvertede, açık havada bir baba-oğul oturuyor karanlıkta. Daha “Yaz saati uygulaması…” dememe kalmıyor, “Anlamsız... Milletin namaz saatini düşüneceklerine, çocukların okula gidiş saatine bir baksınlar” diye başlıyor sözlerine Can Çetin ve devam ediyor: “Her gün annesi iskeleye kadar bırakıyor. Çünkü ara sokaklar çok karanlık oluyor. İstanbul gibi bir şehirde, kör karanlıkta çocukları sokağa bırakıyoruz. Kimin ne olduğu belli değil, her gün haberlerde görüyoruz işte...”
“Nasıl tasarruf ediyorlar rakamlarla açıklasınlar!”
Peki ya elektrik tasarrufu? Can Bey makine mühendisiymiş, “Bize rakamları göstersinler, şuradan şu kadar tasarruf ettik diye, anlarım o zaman. Öyle çıkıp, sözle ‘Tasarruf ettik’ demekle olmaz. Bu yüzden ‘Anlamsız’ diyorum ya işte” diyor. Sonra dönüp Boğaziçi Köprüsü’nü gösteriyor, ardından bütün sahili… Her yer şıkır şıkır, bütün ışıklar yanıyor. “Dolmabahçe Sarayı’nın bu kadar aydınlatılmasına gerek var mı sizce? Sadece güvenlik aydınlatması yeterli oysa. Nerede tasarruf? ‘Tasarruf, tasarruf’ diyenlerin önce kendilerinin tasarruf etmesi gerekiyor. Bize hesap vermeliler. Yaz saati uygulamasıyla nasıl tasarruf ediyorlar. Bu kadar net. Bakın saat 7.20, hala ortalık karanlık. Bu kadar eziyete değiyor mu?” sözleriyle noktayı koyuyor.
"Sabahları sürünerek kalkıyorum yataktan"
Dönüyorum bizi dinleyen oğluna, “Sabah kalkmak zor oluyor mu?” diye… “Sürünerek kalkıyorum yataktan. Zaten gece yatıyorum, gece kalkıyorum gibi hissediyorum” diyor bezgin bezgin. O da Saint-Benoit öğrencisi ve 14 yaşında... Devam ediyor: “Kışa girdiğimiz için, sabahları hava daha da soğuk oluyor, dışarı çıkmak istemiyorum hiç.” Sohbete devam edeceğiz ama vapur Karaköy İskelesi’ne yanaşıyor, baba-oğulla vedalaşıyoruz.
"Aklım hep Edirne’de okuyan kızımda"
Üst güvertede uyanık biri daha var, 45 yaşında İlker Alevekici. Çamlıca’da oturuyor, Beyazıt’ta çalışıyor. Bir ayakkabı imalatı atölyesinde… İlker Bey, “En azından ortalık biraz aydınlandığında gitmek isterdim işe. Aslında ben her şekilde giderim de, kızım Edirne’de üniversitede okuyor. Ara sokaklardan karanlıkta geçiyor, aklım sürekli onda. Baksanıza, her gün bir kadın öldürülüyor. Küçük çocuklara tecavüz ediliyor, failleri yakalanıp serbest bırakılıyor. Bakın saat 7.30’a geliyor, ortalık hala kapkaranlık” diyor. Canı sıkkın, ekliyor: “Benim içim nasıl rahat etsin?” Bu uygulamaya yönelik yorumu da şu: “Elektrik dağıtımını özelleştirdiler, belli ki onlar kazansın diye yapılıyor. Bakın her yer ışıl ışıl, neyin tasarrufu bu?”
"Sabah babam yaşında biri takıldı peşime"
Vapur Eminönü İskelesi’ne yanaşıyor. Hep birlikte iniyoruz. Sonunda hafiften hava aydınlanmaya başlıyor. Saat 7.35’te köprünün ışıkları sönüyor. Güneş henüz doğmadı, tan vakti diyelim. İki genç kız koştura koştura Cağaloğlu istikametine gidiyor. Durduruyorum. İkisi de 18 yaşında, biri Cağaloğlu Anadolu Lisesi’nde öğrenci, Nil Akdemir. Arkadaşı Ece Güzelsoy ise Kabataş Erkek Lisesi’nde okuyor. Bu sene üniversiteye hazırlandıkları için kütüphaneye gidiyorlar, orada çalışacaklar. Eyüp’te oturan Nil, “5.50’de uyandım, 6.30’da yola çıktım. Yeter artık, değiştirsinler şu uygulamayı. Üstelik sokaklar hiç güvenli değil” diyor. Bıraktığı yerden Ece devralıyor: “Gerçekten de sokaklar hiç güvenli değil. Geçen sabah babam yaşında biri peşime takıldı. Ne yapacağımı şaşırdım. Kargalar bile uyanmadan düşüyoruz yollara, yeter artık. Sesimize kulak versinler ve bu uygulamayı bıraksınlar. Şafak operasyonuna mı gidiyoruz, okula mı belli değil.” Ece’nin yaptığı benzetme tam da yerini buluyor. Sanki İstanbul kışla gibi oluyor her sabah! Saat 8.00, ortalık aydınlandı ama hala güneş doğmadı! Tam şafak vaktinin renkleri kaplamış durumda gökyüzünü. Kırmızı, pembe, mor, sarı… Şu an saat 7.00 olsa, gerçekten de insanların günü aydınlanacak. Taksi şoförü sabahın 6.30’unda “İyi geceler” demeyecek, millet motorda, vapurda uyuklamayacak ve o güzelim manzaraya bakacak. Kimsenin aklı kör karanlıkta okula giden çocuklarında kalmayacak, daha insanca bir hayat başlayacak her sabah.
"Niye okula gece gidiyorum?"
5. sınıf öğrencisi 10 yaşındaki Ceylin Civan, Bomonti’de oturuyor ve birkaç kilometre mesafedeki Şişli’deki okuluna servisle gidiyor. Sebep karanlıkta annesiyle bile yürüyerek okula gitmesinin güvenli olmaması. Servis meselesini bana babası Çetin Bey anlatıyor. Ben Ceylin’e soruyorum, “Ne hissediyorsun, sabah karanlıkta okula gitmek nasıl bir his?” Sanki şimdi çok büyümüş gibi, “Küçükken ‘Ben geceleri niye okula gidiyorum?’ diye soruyordum annemle babama… Aslında hala çok garip geliyor. Niye bu kadar karanlıkta gidiyoruz?” diyor. “Sabahları uyanmak zor oluyor mu?” diye soruyorum bu kez, gülüyor; “Annem 6.30’da, ‘Tatlım, yavrum hadi kalk’ diye başıma dikiliyor. ‘Ne olur anne biraz daha uyuyayım, 5 dakika daha’ diyorum. Bazen kıyamıyor kaldırmaya, ama bu kez de servise zar zor yetişiyorum.”