Suat Başar Çağlan
15
Mayıs akşamı İzmir’de Göztepe’yi 1-2 yenen Beşiktaş Süper Lig’de zafere ulaşırken Sergen Yalçın kulüp tarihinde hem futbolcu hem teknik direktör olarak şampiyonluk yaşayan ilk isim oldu. Futbolu ve hayatı hafife alan tavrıyla bilinen Yalçın’ın maç sonundaki gözyaşları, Türk futbolundaki en “orijinal” karakterlerden birinin bu başarıyı ne kadar istediğinin beklenmedik ve samimi bir göstergesiydi.
Dönüşüm
Ali Rıza Sergen Yalçın, bir sabah uyandığında kendini teknik direktörlük yapmaya karar vermiş olarak buldu. Geçmişin müthiş yeteneği ve tembellik hakkı savunucusu uçup gitmiş, yerine kolektif çabaya inanan, yeterli olanla yetinmeyen biri gelmişti. Futbolcu Sergen’in üstün becerilerine rağmen çalışkanlık ve disiplin konusundaki sorunları – kendisi dâhil – herkesin malumu olduğu için, bu dönüşüm ve Gaziantepspor’daki ilk görevi çoğu kişide şaşkınlığa sebep oldu. Gerçi Beşiktaş A2 takımının başında iyi iş çıkarmıştı, ama Anadolu futbolunda eriyip gidebileceğini düşünenler vardı. Bu yönde sinyaller de oldu. Beşiktaş’a gelmeden önceki sekiz takımında ortalama 4 ay görevde kaldı. Ancak özellikle Alanya ve Malatya’da bugünkü futbola adapte olabileceğini gösterdi. Onun parıltısından her zaman emin olan Beşiktaş taraftarı, ışığı görür görmez efsanesiyle yeniden buluşmak için baskıya başladı.
Futbolda geri dönüş hikayeleri nadiren mutlu sonla biter. Fakat taraftarlık rasyonel ölçütlere değil hayatın diğer alanlarında mahrum kalınan duygulara dayandığından, çok değer verilen bir oyuncunun kulübe hoca olarak dönmesi bir tamamlanma hissi yaratır. Hele Yalçın gibi zekasıyla ünlü biri söz konusuysa, neler yapabileceğine dair merak, başarısızlık korkusunu bastırır. Nasıl bir hoca olacağını muhtemelen Sergen Yalçın da merak etmişti. Üstelik dönüşümdeki kararlılığını vurgulamak için, hoca olur olmaz futbolculuğuna yapılan referanslardan haz etmediğini açıkça söyledi.
Serpil Hoca’nın mirası
Sergen’i 10 yaşındayken Beşiktaş’a kazandıran Serpil Hamdi Tüzün 50 yıl önce bizzat kavramsallaştırıp geliştirdiği “öz kaynak düzeninden” bahsederken, “Beşiktaş Türk futbolunun geri kalmışlığına gerçekçi bir teşhis koymuştur” diyordu. Yalçın, hocası kadar idealist değilse bile onun kadar gerçekçiydi. Göreve doğru teşhisle başladı: “Zaten her şey güllük gülistanlık olsa niye biz gelelim.” 30 Ocak 2020’deki imza töreninde 30 bin taraftarı görünce motivasyonu pekişti: “Demek
kalplerinde bir yerde duruyormuşum.”
Tüzün, Yalçın’a hayal kurmayı (her gün Kilyos-Beşiktaş yolculuklarında defterine 10 farklı gol senaryosu çizme ödevi), oyun asimetrisini (“Atak sağ taraftan geliştiyse gol sol taraftan atılır”) ve stratejik düşünceye dayalı pozitif ve direkt oyunu (“Skor tabelasına paslar değil goller yazılıyor”) miras bırakmıştı. Gordon Milne, Fatih Terim ve Mircea Lucescu gibi figürlerin aktarımları da Yalçın’ı zihinsel sertlik ve oyuncu yönetimi bakımından güçlendirdi.
Oyuncu Sergen’in performans ön koşulu, yetenekleriyle hak ettiğini düşündüğü ayrıcalıklı muameleydi. O günlerde bencillik sayılabilecek bu tutum, hocalık kariyerine olumlu bir deneyim olarak yansıdı. Beşiktaş’ta kısıtlı becerilere sahip oyunculara kişiye özel roller biçerek hemen hepsinden ekstra verim almayı bildi. Başyardımcısı Murat Şahin, analist Murat Kaytaz ve ekibiyle birlikte somut sorunlara kestirme ve pratik çözümler üretti.
Beşiktaş ligin en iyi kadrosuna sahip değildi. Uluslararası seviyedeki birkaç oyuncu da genellikle ya müzmin sakatlıktan ya da performans istikrarsızlığından mustaripti. Pandemi yüzünden takım taraftarın sağlayacağı efordan mahrumdu. Borç içindeki kulüp sezon başında bonservis veya kiralama bedeli olarak sadece 1.7 milyon avro harcamıştı. Şikayet etmek yerine işe koyulan teknik ekip kaleyi 19’luk Ersin’e emanet etti; Vida, Atiba ve Aboubakar’dan oluşan omurgaya tutundu. Takımın en nitelikli isimlerinden olan Rosier üzerinden sağ kulvar ağırlıklı bir oyun geliştirdi. Rosier ve Ghezzal sağ taraftan üretecek, santrfor Aboubakar ve kanat forvet Larin merkezden ve soldan bitirecekti. Bu basit görünen şablon optimum fayda getirdi.
İki Beşiktaş
Ancak neoliberal dünyada kulüplerin köklerini hatırlaması için önce parasız kalmaları gerekiyor. Beşiktaş yönetimi de gereksiz harcamalar yüzünden elde avuçtaki tükenince Sergen Yalçın’a döndü.
Uzun zamandır iki farklı Beşiktaş vardı. Biri Süleyman Seba, Serpil Hamdi Tüzün, Adnan Dinçer, Gordon Milne, Metin-Ali-Feyyaz gibi isimlerle tanımını bulan, akla ve kolektif emeğe değer veren, oyuncular arası eşitliğe dayalı, pahalı transferler yerine yetiştiriciliği seçen Beşiktaş’tı. Diğeriyse “duruş” diye diye elindeki mirası tüketenlerin, sahte bir alt-kültür yaratanların, popülist söylemlerle mevki kovalayanların Beşiktaş’ıydı. Kulübün sadık taraftarları yıllarca ideal Beşiktaş’ı anlattı ve özledi. Sergen Yalçın’ın gelişiyle “hakikat sonrası” Beşiktaş’tan, siyah-beyazlı taraftarın gerçek bir aidiyet duyduğu ama epeydir ortalıkta görünmeyen “ideal” Beşiktaş’a geçiş için kendiliğinden bir köprü kurulmuş oldu. Yalçın’ın her şeyi olduğundan kolay gösterme becerisi, bu kez kulüp kimliğine varoluşsal bir katkı sağladı.
Rönesans’ın ilk günü
İlk tam sezonundaki şampiyonluk hem Yalçın hem de Beşiktaş için bir “yeniden doğuş” olabilir. Bu Rönesans kalıcı olur mu belli değil; post-endüstriyel futbolda öz kaynak düzeni ve devamlılık maalesef çoğu zaman bir tasarı olarak kalıyor. Ancak Sergen Yalçın’ı futbol dünyasında ikinci bir kariyer inşa etmek için motive eden sebepler, Beşiktaş formasıyla elde edemediği Avrupa başarılarını getirebilir. İradesini ortaya koyduğunda olabilecekleri herkes biliyor. 48 yaşındaki Yalçın teknik direktöre dönüşümünü her zamanki gibi kendine has bir biçimde gerçekleştirdi. Futbolseverler için yeni hayaller kurma zamanı…