Sibel Can’lı bir gazino gecesinin renkli öyküsü

Altı yıl aradan sonra Sibel Can, İstanbul’da sahneye çıkmaya başladı. Mekan İzzet Çapa’nın Cahide Palazzo’suydu. Hayranlar ön sıralardaki masalar için kişi başı 7 bin TL ödedi. En çok Ahmet Kaya, Müslüm Gürses ve Sezen Aksu şarkıları alkış aldı

"Akşama Sibel Can’a gidiyoruz. Cahide’nin yeni yeri Palazzo’da çıkıyormuş. Gelir misin?” dedi telefonun diğer ucundaki arkadaşım Sibel. Hiç düşünmeden “Tamam geliyorum,” dedim.  O noktada önemli bir mevzu önümüzde dikildi:  “Ne giyeceğiz?” Aklım bizden önceki kuşağa gitti. Çok hikayeler dinlemiştim gazino geceleriyle ilgili. Albümlerdeki siyah-beyaz fotoğraflara bakıp. “Burası neresi? Bunlar kim?” diye sorardım anneme. O da, “O, Güzide Hanım’larla Maksim’de ya da Sevim’lerle Çakıl’da” diye anlatırdı tek tek. Fotoğraflardaki kadınlar da sahnedeki yıldız kadar alımlı görünürlerdi. Sibel’in bu konudaki hafızası da benden farklı değildi. “Annemin elbiselerinin Ankara gazinolarından aldığı isimleri vardı. Bu Bülent Ersoy, bu Muazzez Abacı diye. Onları dinlemeye gittiğinde giymiş, isimleri de öyle kalmış,” dedi. Gülüştük. Telefonu kapatırken söylemeden edemedim, “Sibel’ciğim ne giyersek giyelim, herkesin gözü sahnedeki Sibel’de olacak.”

35 yılı Sibel Can’la birlikte yaşadık

Düşünsenize Sibel Can ile ilgili ne çok şey biliyoruz. Sevgilileri, çocukları, ayrılıkları, hayal kırıklıkları… Bir ömrü birlikte yaşadık. Eeee daha gitmeden benim de aklıma, “Acaba Emir Sarıgül de gelir mi izlemeye?” sorusu düştü. Söylentiler malum. Romantik bir enstantaneye tanık olur muyduk acaba? Açtım spotify’dan bir Sibel Can playlist’i ile ruhumu hazırladım birkaç saat. O sırada da Sibel ve kız kardeşi Sinem beni almaya gelmişlerdi. Hedef Maslak. Şehirde aradığı geniş mekanı bulamayınca İzzet Çapa’nın meşhur Cahide’si pek çok başka eğlence mekanı gibi Maslak’a taşındı bir süre önce. 1453 isimli kompleksin içinde Esnaf’la, Yeni Gazino ile komşular. Gün içinde önünden geçmeniz zor. Ama maksat eğlence olunca “uzak” dinlememişti kimse. Arabalar art arda duruyordu kapıda. Bizim gibi Sibel Can ile aşık atamayacağını bilen ama yine de süslenmekten kendini alamayan kadınlar indiler içlerinden. Ve tabii ön sıraların kişi başı 7 bin TL olmasını önemsemeyip 4’lü, 6’lı masa ayırtan adamlar takip etti onları. Koyu renk takımları, iki düğmesi açık beyaz gömlekleriyle. Ki o gömleklerin kolları düzeltirken en yeni Rolex’lerini göstermek zorunda kaldılar. Mecburen. Art arda kapıya yanaşan şoförlü arabalardan gecenin ilk dersini çıkardım: “Cahide’ye taksiyle ya da kendi arabanla değil, şoförle gelmek gerek.” Daha girişte mekanın görkemi hissediliyordu. Kırmızı halının yanında dizilmiş dev heykeller Cahide misafirleri için ilk selfie alanıydı. HES kodu sorgulaması kısa sürdü. Kimse maske takmamıştı. Yürüyen merdivenlerle yerin 2 kat altına inildi. Bu kısa yolculuk bile dekorasyonla bir masal dünyasına çevrilmişti. Kanatlı at Pegasus, pırıltılı heykeller, ışık oyunları ve aynalar… İzzet Çapa diyordu ki, “Ben seni alıp bambaşka bir dünyaya götüreceğim.” Böyle bir ortama giriş yapanlar, ben dahil, ayrı bir havayla yürümeye başlıyor. Asıl kızın o gece Sibel Can olduğunu birkaç dakika bile olsa unutarak. O zaman 7 bin’lik giriş ücretinin en az 2 bin’ini daha ilk dakikalarda size hissi yaşattığı için verdiğinizi düşünebilirsiniz.  Gecenin ikinci dersi buradan geldi: “İyi hissetmek için uzaklara gitmene gerek yok.” Ana kapının perdeleri arasından girdiğimizde yüksek tavanlı, balkonlu, kırmızı-beyazın ağırlıklı olduğu bir salon karşıladı bizi. Toplamda mekan 3 bin 500 metrekare. Sanki o gece daha çok kişi sığsın diye saflar sıklaştırılmıştı. Her bir masanın üzerinde dev şamdanlar... Az sonra sahneye çıkacakmış gibi görünen pırıltılı garsonumuz yerimizi gösterdi. Sonra garsonlarımızın sayısı ikiye çıktı. 7 bin TL’nin 500’ünün de bu hizmet için verdiğiniz bahşiş olduğunu varsayabilirsiniz. Kaşla göz arasında mezelerle kuruldu sofranız. Bildik mezelere modern yorumlar. Humus hem pancarlı hem sade geldi mesela. Atom’un üzerinde ince ince patates çöpleri var. Balık kokoreç, minik börekler, patlıcanlı pilav, soslu anne patatesi içkinin eşlikçileri. Sonrası için somon, tavuk ya da et seçenekleri vardı. Bir de 50’lik rakı. Sofra hazırdı. Saat 21.00.  Şimdilerdeki restoran fiyatlarını duyuyorsunuzdur. Böyle bir masaya oturmanın kişi başı maliyetini bin 500 TL sayın ve düşün ödediğiniz 7 bin TL’den.

Drag queen’ler de zamanla değişti

Malum Cahide uzun yıllardır İstanbul’un önde gelen drag queen kabaresi. Mekanları arada değiştirse de bu özelliği hiç ortadan kaybolmadı. Şimdi sahnede kimi günler Sibel Can, Özcan Deniz ya da Gülşen olsa da gelenek devam ediyor. Cahide Show ekibi ile açılıyor sahne. Yıllar geçtikçe ekip kendini öyle bir yenilemiş ki, “bayatladı artık bu numaralar” diyemiyorsunuz. Cirque du Soleil’den gelen dansçılar çıtayı epey yükseğe çekmiş. Bu arada Cirque du Soleil bugün İstanbul’da sahneye çıksa, biletine 500 TL verirsiniz. Haydi bunu da düşün 7 bin TL’den. İster istemez gözlerim yan masalarda oturanlara da kaymaya başladı. Elbette ki tüm gece izledim. Yan masamızda iki kadın oturuyordu. Payetli elbiseleri, özenli makyajları ve YSL çantalarıyla. Ortam biraz serin olduğu için kadınlardan biri deri ceketini omzuna almıştı. Neredeyse hiç konuşmadılar. Zorla mı gelmişlerdi acaba? Diğer yanımızda beş erkek vardı. İçki içtiler ama tavırlarını gecenin sonuna kadar bozmadılar. Tam karşı locada ise kadınlı erkekli bir iş yemeği vardı. Sanki bir ihale kazanılmış da kutlamaya gelinmiş gibi. Ön masalara baktığımda neredeyse hepsinde kel kafalar göze çarpıyordu önce. Yanlarında da suratları birbirine benzeyen sarışın kadınlar... Zaten gecenin sunucusu ağzı bozuk ama tespitleri yerinde drag queen en çok bu masalarla kafa buldu. “Az mı zenginsin yoksa çok mu?” sorularını yönettiği misafirler durumun şovun bir parçası olduğunu bildikleri için cevap verirken gülüyorlardı. “Az zenginim,” diyene, “Yalan söyleme. Az zenginsen ne işin var 7 binlik masada?” deyiverdi bizim dilbaz drag queen. Tüm salondan kahkahalar yükseldi. Belli ki şovun bir parçası olma ihtimali de 7 bine dahildi. Geceden çıkardığım üçüncü ders: “Hayatı ön sıralarda yaşayacaksan eleştirilere de açık olmak şart,” idi.

Güller geldi ama sarı değillerdi

22.30 olmuştu. Ama Sibel Can’dan ses yoktu. Yanımızdaki koridordan habire çiçekler gidiyordu sahne arkasına. Güllerden sarı olanı var mı diye kolacan ettim. Göremedim. Dikkatim parayla çağırdıklarını düşündüğüm iki genç kızla yan masada oturan genç oğlanlardaydı çünkü. Kızlar masaya ilk geldiklerinde isimlerini söyleyerek tanışmışlardı. İki arkadaş eğlenmek için bir oyun kurgulamışlardı kendilerine. 4 kişi için epey kabarık olacaktı hesapları belli ki. Tam filmlik bir hikayeydi. Ama gazino geceleri eminim alışıktı böyle durumlara. Ve ışıklar karardı; müzik yükseldi. Eski filmleri andıran sisli sahnede Sibel Can göründü. Hemen cep telefonları çıktı ve herkes kayda başladı. Sağdan solda duyduğum ilk cümleler şöyleydi: “Ah pek güzel, maşallah”,  “Televizyonda daha iri görünüyor, o kadar da değilmiş.” Hepsine katıldım. Daha ilk dakikalarda Kış Masalı’nı söyleyip içimizi dağladı Sibel Can. O sırada payetlerle süslü, neredeyse tamamen kapalı, siyah sahne kıyafetine bakıyordum. Bir önceki sahnesinde giydiği kırmızı elbise olay olmuştu. Ne göbeği kaldı kadının ne “Acaba hamile mi?” dedikoduları. Bu sefer daha az konuşulmak istiyordu belli ki. Aslında bir assolistin olabileceği en sade haldeydi. Ancak sahnede bir yandan bir yana yürürken bile bunu öyle bir kadınsılık ile yapıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi. Kafasını kameraya doğru çevirme, omuzlarını ‘bana ne’ dermiş gibi kaldırma ve dudaklarını büzme hareketleri ile bildiğimiz Sibel Can’dı. Güzel, seksi ve o gecenin yıldızı olduğunu bilerek, ince ince izleyenlere bunu hatırlatıyordu. Boşuna değildi altı yıl sonra İstanbul’da sahneye çıkmaya başladığında rezervasyonların günler öncesinden bitmiş olması. Bir video çekip Instagram’a koydum herkes gibi. Dakikasında mesajlar düşmeye başladı. “Seni şanslı seni,” dedi biri. “Biz de şu anda televizyonda izliyoruz Sibel Can’ı” diyordu bir diğeri. Cidden şanslı hissettim kendimi. İşte bir ders daha: “Şükretmesini bilecek ve fırsatları iyi değerlendireceksin.”

3 saat sahnede kaldı ve eğlendirdi

Yılların tecrübesiyle izleyiciyle hemen güzel bir iletişim kurdu. Ses tonundaki sakinliği ve ‘hanımefendi’ tavrını hiç bozmadı. Ön masalardan peçeteye yazılmış istekleri aldı. Tanıdığı dostlarına el salladı. Sezen Aksu’dan, Tarkan’dan, Müslüm Gürses’ten şarkılar söyledi. Üstü kapalı da olsa Sezen’e yanındayım dedi. En çok alkış aldığı şarkılar Ahmet Kaya’dan olanlardı.  Üç saatten fazla sahnede kaldı o gece Sibel Can. Hiç kıyafet değiştirmedi. Arada sahneyi çok yetenekli olduğunun altını çizdiği vokalisti Berna’ya bıraktı. Belki bir tek o aralarda dinlendi. Sonlara doğru ise ritmi iyice yükseltti. Herkes ayaktaydı. Elbette göbekler atılıyordu. Sahnedeki Sibel Can da, herkesin beklediği dans figürlerine başlamıştı. Minik bir hareketle her yeri ayrı oynuyordu. Tabii “hanımefendiliğinden” ödün vermeden. Kimse bitsin istemedi ama saat de 01.30’du. Eğlenmeyi unutturan bir dönemde yüzler gülüyordu. İşte 7 binin kalanı da bu an içindi. Aklınızda soru işareti bırakmak istemem. 7 binlik masa bizi aşar deyip 3 binlikten rezervasyon yaptırmış, bir de yüzde 10’luk indirimi kapmıştık. Yine de hesabı öderken, ekstra istediğimiz 35’lik rakı için 500 TL eklenmiş olması canımızı sıktı. Sibel Can sahneden indi diye eğlence tam bitmedi. Masaların yarısı boşalmıştı ama Cahide Palazzo için banttan Erik Dalı vaktiydi. Oynamaya doyamayanlar bir süre daha devam ettiler. Biz ayrılırken mekanda eğlence sürüyordu. 02.00 olmuştu. Yürüyen merdivenlerdeyken son duyduğum, “12 Şubat’ta yeniden çıkıyormuş, bir daha mı gelsek?” idi.
Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Üç virüslü bir salgının ortasındayız