7 yaşındayken okul önlerinde, 15 yaşındayken İstanbul’un en ünlü barlarından birinin kapısında midye satıyordu. “Kart dağıtır gibi” hızlı midye açarken sanatçılarla, şairlerle sohbeti de ihmal etmedi. Midyenin peşinden Yunanistan’a, oradan da başka Avrupa ülkelerine açılmayı hayal edecek vakti yoktu…
"90’lı yıllara damga vuranlar" diye liste yapılsa birçok kişinin sayacağı şeyler aynı olurdu. Walkman, Süper Baba dizisi, telefon kulübeleri diye uzayacak listeye o yıllarda üniversite eğitimi için İstanbul’a gelen binlerce gencin yazacağı şeyler arasında “Kemancı Bar” da olurdu. Şebnem Ferah, Teoman ve daha nice önemli sanatçının sahne aldığı bir konser mekanıydı Kemancı… Önünde uzun kuyruklar oluşturan ve sohbetiyle insanları kendine bağlayan bir isim de vardı: Bugün Beşiktaş trafiğinin kitlenmesine neden olan Midyeci Ahmet. Yakın zamanda Yunanistan’da açtığı fabrikayla gündeme gelen ve yurtdışına “Lord Of Mussels”, yani “Midyelerin Kralı” diye lanse edilen Ahmet Çiçek, Türkiye’nin ilk profesyonel midye fabrikatörü oldu... Daha çocuk yaşta tezgahta başlayan ve sıfırdan zirveye uzanan bu başarı öyküsü yazan Midyeci Ahmet, hayatının “yüzde 80’ini” ayırdığı markanın hikayesini anlattı… Kaç yaşından beri midye satıyorsunuz? 1977 yılında Mardin’de doğdum. Annem ve babam 1980’li yılların başında İzmir’e göç etmişler. İzmir’de bu işi yapan Mardinliler var, onlardan işi öğrenip bir süre midye satmışlar. Sonra İstanbul’a göç etmişler. Taksim’de de bu işi sürdürmüşler. Ben 7 yaşından okul önlerinde tezgahta midye satmaya başladım. Babam eğitimi pek önemseyen birisi değildi o dönemlerde. Annem önemsiyordu aslında. Arkadaşlarım okula giderken ben midye satıyordum. Gece gündüz çalışıyorduk. Sabah saat 11.00 gibi kalkıp çalışmaya başlıyorduk, eve uyumak için dönüyorduk. Ailenin ihtiyacı var, sen duygusal bir çocuksun, sorumluluk sahibisin. Ben o yükü almıştım üzerime. Ailemin güçlenmesi için kendimi işe vermiştim.
“Dokunan bırakamıyor”
Midye neden Türkiye’de bu kadar çok seviliyor ve tüketiliyor? Midye öyle bir şey ki yapan bırakamıyor, satan bırakamıyor, yiyen de bırakamıyor. Denizde kayalara yapışan bir şey, o yapışkan hayatı belki bize yansıyor, bilmiyorum ki. Dokunan bırakamıyor. Türkiye’de her gün 100 ton midye tüketiliyor. Markalaşma fikri ne zaman başladı? Hiç bugünleri hayal etmiş miydiniz? Samimi söyleyeyim, bugünleri hayal edecek bir halim olmuyordu benim. Gece gündüz çalışıyorsun… 15 yaşlarımda Kemancı Bar’ın önünde duruyordum. Orada birçok sanatçı, yazar, gazeteci ve şair vardı. Onlarla dakikalarca sohbet ediyorduk. Arkadaş oluyordum müşterilerimle. Onlar benim gelişmemde çok önemli bir yere sahip. Kemancı’da tanıştığım birçok ünlü isim “Yurt dışında satmaya ne dersin?” dediği zaman “Bir gün satacağım” diyordum. Müşterilerimin tavsiyesi ve yönlendirmeleriyle hayal kurmaya başladım aslında. O zamanlar 3-4 bin midye satabiliyordum ama bu bir tezgah için çok iyi bir rakam. Midyeciler de çılgına dönüyordu. Saniyede bir tane midye açıyordum. Yaklaşık 15 kişiye kart dağıtır gibi midye dağıtabiliyorum. İlk şubeyi nasıl açtınız? Önce Balık Pazarı’nda bir yer açtık. Tatsız bir zaman geçirdik. Beş yıl boyunca inatla çalıştık ama ailece bir sürü hata yaptık. Oradan çok ciddi bir borçla ayrıldım. Sonra evde küçük bir mutfak kurdum. Yemeksepeti’yle çalışarak sadece servis üzerine bir iş kurdum ve Midyeci Ahmet ismini orada sürdürmeye çalıştım. Ta ki bir dükkan bulana kadar… O sıralar gündüzleri midyeleri hazırlıyordum, gece de sabaha kadar servis yapıyordum. Beşiktaş’a servis getirirken önünden geçtiğim bir dükkan vardı. Üç ayda bir boşalıyordu ve hep gözüme takılıyordu. Buraya dükkan açarsam ne olur diye düşünmeye başladım.Her şey gözümün önünde canlanıyordu. Eşim Deniz Hanım sağ olsun, destek oldu. Sonunda dükkana girdik. İlk yıl çok iyi kazanamadık. Ama kazandığımız borca gidiyordu. Üç aylık kira birikmişti, emlakçı, “Ticarette inat olmaz, ısrar etmenize gerek yok” diyordu. “Haklısınız Serpil Hanım. Merak etmeyin! İnanın burası Türkiye’nin en popüler mekanı olacak, bütün sosyete buraya gelecek” diyorum. Kadın hayretle beni izliyordu. Mal sahibi de baskı yapıyor. Mal sahibimiz çok iyi bir insan, gerçekten sağ olsun. Bir midye yarışması düzenlemeye karar verdim. Müşterilerimiz hep birbirleriyle yarışarak yerdi çünkü. Yarışmayı yaptık, inanılmaz güzel bir tepki aldık. Sonra gazeteler yazmaya başladı. Bir anda “Midyeci Ahmet” gündeme oturdu.
Yunanistan’da fabrika
Avrupa’nın en önemli midye fabrikalarından birini Yunanistan’a kurdunuz. Neden Türkiye’de yatırım yapmadınız? Selanik’te fabrika kurmamızın önemli bir sebebi var. Maalesef bizim nehirlerimiz bittiği için, nehirlerden denize yeteri kadar plankton gelmediği için midyenin beslenmesi, büyümesi mümkün olmuyor. Bu yüzden artık midyenin eti ince. Dolayısıyla Ege’de Yunanistan’da bu işi 150 yıldır, 200 yıldır yapan insanlar çok. Biz bu üretimden faydalanmak istedik. Burada yapamayacağımız bir şeyi orada yapmaya çalışıyoruz. Çünkü başka çaremiz yok. Yunanistan’a midyenin peşinden gittik yani. Midye buradan bile daha uygun fiyataydı ve orası profesyonel koşullarda, tüm dünyaya hizmet edebileceğimiz bir yerdi bizim için. İki yıl boyunca AR-GE yaptık. Bütün dünyayı gezdim midye için. Şu an Amerika’da midye satsam, nerede midye bulacağımı, nerede yapacağımı çok iyi biliyorum. Bunlar hep AR-GE sayesinde oldu. “Lord of mussels” mottosu nasıl ortaya çıktı? Türkçesi, “Midyelerin Efendisi”. Yurt dışında biraz daha hızlı anlaşılmak adına çıktı. Sonuçta Midyeci Ahmet’i yine kullanıyoruz. Orada da kullanıyoruz. Şu an 16 şubemiz var. Bu sene sonuna kadar 30’a yakın şube açacağız. Avrupa’da beş şube için anlaşmaları yaptık. Almanya, Azerbaycan ve Yunanistan’da yeni şubeler olacak. Bundan sonrası için hayalleriniz nasıl şekilleniyor? Hayaller yolda şekilleniyor. Başta bunları düşünmek, planlamak çok zordu, hatta imkansızdı. Ancak artık daha büyük düşünebiliyoruz. Önümüzdeki dönemde yapacağımız çalışmalarla fast-food alanında dünya markası olmayı planlıyoruz. Ama bunu yaparken de bir hikâye yaratmaya çalışıyoruz. Menümüzdeki her ürünün bir hikâyesi var. Soslu midyeden uzay kokorecine kadar yaptığımız her adımın bir öyküsü var. Hepsinin hayatta bir karşılığı, bir dayanak noktası var. Gerçek olmak bence çok önemli. Dürüst olmanın önemi zaten tartışılmaz. Bunlar markanın gücüne güç katıyor. İşinizi ne kadar aşkla yaptığınızı hissettirmek zorundasınız. Midyeyi tüm dünyaya yedirdikten sonra ilk hedefim Midyeci Ahmet Akademisi kurmak. Benim gibi eğitim alamamış bir insanın böyle bir şey yapması çok anlamlı olur diye düşünüyorum, çok güzel olur. Bu akademide hiç para alınmayacak, hiçbir aşamada. İmkânı olmayan kardeşlerimize destek verilecek. İkincisi ise Türkiye’de, mesela Karadeniz’de veya başka ülkelerde insanların şehre inmediği yaşam alanları var. Bu insanlara dokunmak istiyorum. O insanlara çok tam donanımlı bir TIR’la midye, kokoreç ve pizza sunmak istiyorum.