“Türkiye’de liderlik krizi olduğu aşikar”
Brand Week Istanbul Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde 9-11 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek. Time To Reset temasını taşıyan etkinlikte Oksijen yazarı Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu 'Değişen Toplum Değişen Kültürel İklim' oturumunda konuştu. Yaycıoğlu “Türkiye önüne bakmalı, geçmişe değil" diyor
Brand Week Istanbul, Time To Reset teması ile geri döndü. Bu yıl 10.’su gerçekleşen Brand Week Istanbul’da yaratıcı endüstriler ve markalar dünyası bir araya gelecek. Bununla birlikte 'Her Seçim Bir Başlangıçtır' başlığı altında Türkiye’nin siyasi ve sosyolojik panoraması masaya yatırılacak. 9-11 Kasım tarihlerinde Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde gerçekleşen etkinlik online olarak da izlenebiliyor. Etkinliğin ilk gününde Soli Özel’in moderatörlüğünü yaptığı “Değişen Toplum Değişen Kültürel İklim” başlıklı oturumda Oksijen yazarı ve Stanford Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu konuştu. Oturumun diğer konuşmacısı ise Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Şule Özsoy Boyunsuz'du.
Merkez-çevre teorisi sorunlu
Soli Özel: Ali Bey siz anti-tarihçi bir tarihçi olarak nam salmaya başladınız. Sizinle konuşmaya bütün Türkiye’de yazıp çizen sosyal bilimcilerin referans noktası olan bir makaleden yola çıkarak başlamak isterim. Rahmetle anıyorum kendisini, Şerif Mardin’in 1973’te yazmış olduğu klasik bir makalesi vardır. ‘Merkez-Çevre İlişkileri: Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar’ adıyla. Bu yazıya atıfta bulunmadan Türkiye hakkında yazılmış herhalde çok az sosyal bilim makalesi vardır. Peki bu kavramlar hala anahtar mı? Şöyle de bir gözlemim var kendimce: Devrimin en kısa ya da basit tanımı siyasal iktidarın sosyal tabanının değişmesidir. Eğer böyleyse biz son yirmi yıldır ağır çekimli bir devrim yaşadık. Siyasal iktidarın sosyal tabanı değişti. Kadroların geldikleri yerler değişti. AKP döneminde bu durumda çevre artık merkezi tümüyle fethetti mi? Biz bu ağır çekimli devrimi gerçekten yaşadık mı? Buradan bir sentez çıktı mı ya da çıkması için olanaklar yaratıldı mı? Eğer çıkmadıysa bunun ortak geleceğimiz ve kültürlerin birlikte yaşama pratikleri açısından anlamı nedir? Merkez bu duruma ne kadar uyum sağlayabildi? Siyaset bunu gererek ve daha fazla gererek engellemeye çalışıyor mu?
Ali Yaycıoğlu: Evet, beni tarihçiler loncasından yakında atacaklar herhalde. Şerif Hoca’nın meşhur makalesi... Ben de kendisini anayım. Ben anti-tarihçi olduğum kadar anti-merkez-çevre teorisi taraftarıyım. Bu teorinin Türkiye’ye maliyeti çok büyük oldu. Bir kere bu teorinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Türkiye tarihi boyunca, Osmanlı tarihi boyunca merkez-çevre dinamiği mekanik bir ilişki üzerinden anlaşılamaz. Osmanlı İmparatorluğu her zaman çok merkezlidir. Türkiye’de merkez her zaman bölünmüştür. Çevre her zaman bölünmüştür. Dolayısıyla bu teori çok sorunludur ve Türkiye siyasal tarihini, sosyal tarihini, kültür tarihini anlamamızda bizi perdelemiştir. Bu teori aynı zamanda bir siyasal hareketin doktrini haline gelmiştir.
Demografik dönüşüm dramatik
“Tarihsel derinlik içinde düşünmek lazım. Osmanlı’dan, Selçuklu’dan yola çıkıp AKP’yi tanımlamak saçma. Tarih ciddi bir şey. Tarihe ciddiyetle yaklaşılması lazım. Son yirmi yıldaki demografik dönüşüm öyle büyüktür, öyle dramatiktir ki hiçbir tarihsel devamlılık, hele lineer veya mekanik bir tarihsel devamlılık bunu bize anlatamaz. Ben iktidar bloğunun tabanının son 20 yılda oluşmuş bir taban olduğunu düşünüyorum. 70’lerin sosyal çatışmasının bununla alakası olmadığını düşünüyorum. Asıl yoğunlaşacağımız nokta Soğuk Savaş ve sonrası dönem olmalı. 90’lar, 2000’ler, yakın tarih ve küreselleşme... Bu yaşadığımız 20 yılın devrimsel bir yanı var mı? Kendileriyle özdeşleşmiş muhafazakar devrimci sıfatını kullanıyorlar. Herhalde evet. Çünkü çok yoğun bir değişim yaşandı. Kurumsal yapı bir anlamda değişti. O bakımdan var ama devrim kavramı da değerli bir kavramdır ve onu da çok hassas bir şekilde ele almak gerekir.”
Liderlik krizi var
S.Ö.: Türkiye’deki derin toplumsal değişim, hayatın sekülerleşmesi, her şeye rağmen bireyselleşme ve özgürlük arayışları neden sizce dönüştürücü bir siyasal kanal bulamıyor? Siyasetin neden böyle bir derdi yok? Biz siyaseti neden böyle bir derde sahip olmaya ikna edemiyoruz ya da zorlayamıyoruz? Neden zamanın akışına rağmen kökleşmiş sorunlara karşı yeni yaklaşımlar geliştiremiyoruz, devletin söylemini içselleştiriyoruz, dolayısıyla bir iktidar yapısını yeniden üretiyoruz ve neden korkuyoruz?
A.Y.: Siyaset liderlikle ilgili bir şey. Ve açıkça söylemek lazım: Türkiye’de, sadece Türkiye’de değil, dünyada bir liderlik krizi var. Bunu aşmak için çok ciddi bir cesaret gerekiyor. Farklı şeyler söyleme cesareti... Tarihe, dünyaya farklı şekilde bakabilme, farklı meseleleri, bakış açılarını test edebilme cesareti gerekiyor. Bu cesaret yok. Soruyu şöyle sorabiliriz: Niye öyle bir cesaret yok? Neden bu korkaklık? Bunun cevabını vermek gerçekten çok zor ama toplumsal örgütlenme çok önemlidir. Yerel demokratik taleplerin olgunlaşıp birbiriyle koordineli bir şekilde ortaya çıkması çok önemlidir. Ama liderlik gerçekten çok önemlidir ve şu anda Türkiye’de bir liderlik krizi olduğu aşikar. Benim bakışım biraz böyle. Şartlar çok elverişli. Bu şartlara uygun bir çerçeve seti oluşturmak gerekiyor ve cesaretli olmak için de çok neden var. Korkmamak için de çok neden var.
Tarih savaşları başladı
S.Ö.: Sizce Türkiye modernleşmesi neler başardı ya da başaramadı? 20 yıldır İslami tınıları en azından kültürel tahakküm açısından ağır basan, köklerini cumhuriyet deneyimine karşıtlık üzerinden şekillendirmiş olan bir partinin iktidarındayız. Fakat şöyle garip bir durum da var: Alt edilemeyen tek siyasetçi ya da popülaritesi artan tek siyasi ve tarihi kişilik de Atatürk oldu. Bu nasıl oluyor?
A.Y.: Evet, Türkiye modernleşmesi... Elitlerin ihaneti. Türkiye modernleşmesinin en büyük başarısı herhalde AKP. AKP’nin iktidara gelişi bir anlamda kendi antitezinin iktidara gelmesi. Bu aslında olumlu bir şeydi. Yani 2000’li yılların başında şahsen desteklememiştim ama destekleyenleri anlıyordum. İlginçti. İçeriği tartışılır ama ciddi bir cumhuriyet eleştirisi üzerinden bir iktidar değişimi yaşandı. Aslında Türkiye’nin asıl tarihi Soğuk Savaş’la başlar. AKP’nin gelişi Türkiye modernitesinin bir başarısıdır. İşler kötü gitti ve garip bir yerde tıkandı. Geçmişte yeni bir fantastik arayış içindeler. Farklı cumhuriyet telakkileri ortaya çıkıyor. Çok rahatsızlık verici derecede hesaplaşmalar, tarih savaşları başladı. Bir yandan da AKP’ye yapılan eleştiriler cumhuriyetin erken döneminin savunusuna dönüşmeye başladı bu tarih savaşlarının içinde. Bunların hiçbiri sağlıklı şeyler değil. Türkiye önüne bakmalı, geçmişine değil. Artık yeter. Bu tarih savaşları bir şey açıklamıyor ve debelenip duruyoruz. Tarih okuyup dolduruşa gelen bir toplumuz. Bu acayip bir şey. İnsanlar önüne bakmalı ve iktidara karşı savunu ve eleştiriyi de bir tarih savunusu üzerinden yapmamalı. Bunu tam tersi bir tarih eleştirisi içerisinden, AKP’nin de içerisinde bulunduğu daha büyük, daha geniş bir çerçeveden yapmalı diye düşünüyorum.