Umudumuzu, neşemizi aldılar, kendimizi yaşlanmış hissediyoruz!

Ya mezun olmuşlar ya da olmak üzereler... Hepsi dert küpü, hepsi umutsuz. İş bulanı da öyle, bulamayanı da... Kimisi ailesine yük olmaktan utanıyor, kimisi destek olmak için gençliğini feda ediyor. Bir de iş bulma umudunu çoktan yitirmiş koskoca bir gençlik var

Bir ülkenin geleceği, umudu gençliktir. Yani öyle bilir, öyle söyleriz değil mi? İşte artık bu sözü söylerken bir durup düşünmek gerek. Bunu gözlemlemek de mümkün ama biz OECD’nin bir araştırmasına dayanalım. 36 ülkede yapılan araştırmada, gençlere “Ekonomik durumunuza dair az veya çok endişeniz var mı?” diye sorulmuş. En karamsar yanıtları veren ilk dört ülke arasında Türkiye de var. Diğerleri Şili, Meksika ve Slovenya... Dört gencimizden üçü “Evet, endişeliyim” demiş. Ve her geçen gün hayat biraz daha karamsar kılıyor gençleri. Zira aynı araştırmaya göre, Türkiye’de gençlerin yüzde 65’inin ailesinden bir kişi işini kaybetmiş. Türkiye bu alanda ilk üçte, Estonya ve Meksika’yla birlikte... Bir kötü haber daha var araştırmadan, Türkiye’deki gençlerin yüzde 30’u akıl ve ruh sağlığını kaybettiğini belirtiyor. Neyse ki bu alanda OECD ortalamasının biraz altındayız...

Pek çoğu konuşmak bile istemiyor...

Bu araştırmadan yola çıkarak, 18-29 yaş arası gençlerle konuşmak, daha doğrusu dertleşmek istedim. Fotoğrafçı arkadaşım Barış’la Karaköy İskelesi’nde buluştuk. En çok genci Kadıköy’de bulacağımızı düşündüğümüzden... Vapurla karşıya geçtik ve Kadıköy İskelesi’nden sahil boyu yürümeye başladık. İlk birkaç hamlem boşa çıktı, biraz da şaşırdım açıkçası. ‘Pandemi, ekonomik kriz, işsizlik’ kelimeleriyle başlayan sorularımı duyan gençler, çok net bir şekilde reddetti konuşmayı. Böylesine üst üste reddedilmeye alışkın değilim. Neyse ki bir çift konuştu, hem de uzun uzun, tam kendime güvenim gelmişti ki, sohbet boyunca kız arkadaşının elini hiç bırakmayan genç, “Ya, bu ülkede öyle şeyler duyuyoruz ki, ne olur bunu yayımlamayalım. Yeni iş buldum, hükümete ters düşmeyelim, bu yüzden işimden olmayayım” dedi. Ne diyebilirim ki! Tamam...

Kutuplaşmaya inat çarpıcı görüntüler

Yola devam... Karşıdan genç bir çift geliyor, hani tam da kutuplaşmaya inat! Erkeğin üzerinde Atatürk resimli ve imzalı bir siyah tişört... Sevgilisi de baştan aşağı siyah giyimli ama tesettürlü. Tam hamlemi yaptım, “Yok, hanımefendi” dediler, başka bir şey demediler. Oysa ne güzel sosyolojik analiz yapacaktım, yine boşa çıktı… Moralim bozuk, ama vazgeçmek yok. Böyle böyle Moda’ya kadar geldik. Sahilde kayaların üzerine oturmuş üç genç çarptı gözüme. Üçü de Kocaeli Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı’ndan arkadaş, ama sonradan içlerinden biri “Edebiyattan mezun olup iş bulamam, en iyisi işletmeye geçeyim” demiş. İşte 23 yaşındaki Ömer Müçteba Bağcı bölüm değiştiren genç, Müçteba’nın anlamını da söyleyeyim, ‘seçilmiş kişi’ demekmiş. “Mezun olunca ne yapacaksın? İş bulamamak konusunda endişeli misin?” diye soruyorum. “Birinci sınıftan beri endişeliyim. Hele pandemiden sonra iyice endişeliyim. Herhalde endişeli olmayan çok küçük bir kesim vardır, ki onlar da doğuştan avantajlı olan kesimdir. Ülkenin sıkıntıda olduğunu kimse inkar edemez herhalde” diye giriyor söze.

“Geleceğimi sürekli öteliyorum”

Geleceğe ilişkin umutlu değil... Hele bir mezun olayım, hele bir askerlik bitsin, hele bir şu pandemi bitsin... Böyle böyle öteliyor geleceğini. Devam ediyor: “Ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Her şey belirsiz. Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) bursu bitince, öğrenci evini bırakmak zorunda kaldım, aile evine geri döndüm. Bir kız kardeşim var, annem ev hanımı, babam oto çekici, geçinebiliyoruz. Geçinebiliyoruz derken, yani yeme-içmeyi hallediyoruz, bunun dışında bir harcamamız yok. Yine de çevremdeki sıkıntıları görünce şükrediyorum.”

“Dalga geçtiğimiz ülkeler gibi olduk”

Ömer KYK bursundan söz edince, diğer iki arkadaşının yarasına parmak basılıyor. Türk Dili ve Edebiyatı’ndan mezun, soyadının açıklanmasını istemeyen 24 yaşındaki Salih, bir ay önce mesleğiyle hiç ilgisi olmayan bir işte çalışmaya başlamış. Asgari ücretle… “Uzun süre iş aradım bulamadım. Tanıdık olmadan asgari ücrete bile iş bulmanız mümkün değil… Eskiden hep haberler çıkardı. Çin’de, Vietnam’da insanlar günde 5 dolara çalışıyor diye. Onlarla dalga geçerdik. Şimdi biz de o ülkeler gibi olduk. Aldığımız maaşlar 350-400 dolar” diyor.  Sabah 8.30, akşam 7 mesai yapıyor... Cumartesi de iş yoğunluğundan mesaiye kalıyor, neyse ki mesailer ödeniyor. “Beş kardeşiz. Bir kardeşim, annem, babam çalışıyor ama yine de zar zor geçiniyoruz” diyor. İlk maaşıyla 2 bin liraya bir cep telefonu almış, kalanıyla da eve destek olmuş... Bayramda memleketi Tokat’a gitmek istemiş ama gidememiş. Para yok! İstanbul’da ne yapmış? Sekiz gün evden çıkmamış, para harcamamak için! “Tatilin son günü arkadaşlarla buluştuk, bir yerde oturup bir bira bile içemedik. Bir kafeye otursak en ucuz bira 24 lira, hoş Tekel bayiinde de 15 lira... Kıydık paraya bayiden ikişer bira, bir de ekmek arası bir şeyler aldık. Geldik parka... Bunun için bile adam başı 100 lira gitti! Bu kadar zorluk içinde, insan ayda bir de olsa arkadaşlarıyla oturup bir kafa dağıtmak istiyor. Ama nerede? Biz ancak parkta buluşabiliriz, o da ayda bir. Öyle bir mekanda falan oturmak hayal. Aslında şu kayanın üzerinde bile oturmak bize lüks” diyor.

“Kız arkadaş bütçemi aşar!”

Dertli ama yüzünden gülümseme eksilmiyor. Biraz karamsarlık dağılsın diye, “E peki kız arkadaş, evlilik hayali?” diyorum. Soruyu duyunca üçü birden kahkahayı patlatıyor. Salih, “Mümkün değil. Vallahi ben cüzdana bakıyorum. Biriyle çıksam, haftada bir parkta bile otursam, bütçeyi aşar! Bırakın kız arkadaşı, biz üçümüz de KYK mağduruyuz. Sadece iki yıl burs aldım, şimdi 11 bin lira KYK borcum var. Gelecek yıl ödemeye başlamam lazım, da hangi parayla?” diyor Salih.

(Soldan sağa) Egemen Çilekçi (24), Salih (24), Ömer Müçteba Bağcı (23)

“Bu gidişle 60 yaşından önce evlenemeyiz!”

Diğer bir KYK mağduruna geldi sıra. Egemen Çilekçi de Türk Dili ve Edebiyatı’ndan yeni mezun, dört ay önce bir iş bulmuş. 3 bin 500 lira maaşla... Ama tıpkı arkadaşı Salih gibi, o da eğitimiyle ilgisiz bir işte çalışıyor. Tıbbi mümessillik yapıyor, yani ilaç satıyor... “KPSS’ye girecek misiniz?” diyorum. “Girmeyi hiç düşünmedim, zira kazanabileceğimden hiç umudum yok açıkçası. Bizim bölümden çok az insan alıyorlar bu bir... İkincisi, zaten ne kadar başarılı olursanız olun sınavda, mülakatta malum sebeplerle eleniyorsunuz. Bir arkadaşım sınavdan 89 aldı, mülakatta 50 alıp atanamadı. Bizim için vakit kaybı KPSS, para kazanmamız lazım, girmeyeceğiz” diyor. İki buçuk yıldır kız arkadaşı var. Yavaştan evliliği de konuşmaya başlamışlar, ama hangi parayla evlenecekler, işte o muamma. Egemen iyi senaryoyla giriyor söze: “Kız arkadaşım KPSS’yi kazanacak, hemen atanacak. Ben burada çalışmaya devam edeceğim. Onun da benim de KYK borcumuz var. Sadece benimki 27 bin lira... Herhalde beş yıl içinde borçlarımızı bitirebiliriz ve ev kurmayı düşünebiliriz.” Peki iyi senaryo buysa, kötü senaryo nedir? İşte cevap: “Hiç evlenemeyip, 60 yaşında izdivaç programlarının geri dönmesini ve oradan bir kısmet bulmayı beklemek.” Gülüyoruz ağlanacak halimize!

“Keşke 20-30 yıl önce genç olsaydık”

Egemen ailesiyle oturuyor. 12 yaşında bir kız kardeşi var, şimdiden onun daha iyi koşullarda üniversitede okuması için ne yapabileceğini düşünüyor. “Biz gençliğimizi yaşayamadık parasızlıktan. En büyük lüksümüz, dersten sonra bir kahvede okey oynamaktı. Birazcık para varsa eğer, bilardo işte... Bir de kitap okumak, o da ucuzundan, İş Bankası Kültür Yayınları iyi ki var. Umarım kız kardeşim bizim gibi gençliğini yaşamadan büyümez” diyor Egemen. Ben biraz iyimser olmaya çalışıp zorluyorum kendim de inanmadan, “Olur mu bu kadar umutsuzluk? Gençlik demek umut demek...” diyorum. Şöyle bir bakıyor gülümseyip, “O dediğinizi maalesef elimizden aldılar. Bütün arkadaşlarım, ‘Keşke 20-30 yıl önce yaşasaydık’ der oldu. Dedemle benim hayatım arasında hiçbir fark yok. O da gezemiyor. Ben de... Ama o biraz yaşlılıktan evde oturuyor. Ha ben 24 yaşındayım, peki genç miyim? Hepimiz dedem gibi yaşıyoruz işte” diyor. İçim cız ediyor...

“Hava kararınca çıkmaya korkuyoruz!”

Kalamış’a doğru yola devam... Biraz ileride çimenlere yayılmış ikisi kız, beş genç piknik yapıyor. Ben de aralarına katılıyorum. Hoş beşten sonra aynı soruları soruyorum ortaya... İlk sözü Piri Reis Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği 4. sınıf öğrencisi 23 yaşındaki Cansu Demirkıran alıyor. Tek çocuk Cansu, babası emekli polis, annesi öğretmen, İzmir’de oturuyorlar, ev kira, bin 500 lira. Cansu’nun oturduğu Tuzla’daki öğrenci evinin kirası ise bin 550 lira, kız arkadaşı Zeynep’le kirayı ve faturaları bölüşüyorlar. İkisi de ayda 650 lira burs alıyor devletten. Ama kiralarına bile yetmiyor... Cansu üniversitede tam burslu okuyor. Buna rağmen babası kızının masraflarını karşılamak için geceleri taksiye çıkıyor... “Eğitim online olduğu için İzmir’e gidip gelebiliyorum. Her gelişimde marketteki fiyatlar daha da artıyor. Her alışveriş en az 200-300 lira tutuyor ve poşette et falan da yok. Şimdiden nasıl iş bulabileceğimi kara kara düşünüyorum. Bırakın iş bulmayı, şu anda staj yapacak yer bile bulamıyorsunuz eğer bir tanıdığınız yoksa. Staj yapamazsanız iş bulmanız ise neredeyse imkansız” diyor Cansu ve ekliyor: “Hayat pahalılığı, işsizlik, umutsuzluk... Ülkede ağır bir tablo var, o ağırlık bizi de eziyor. Ekonomik dertlerle de bitmiyor ki, bakın kadın cinayetlerine... Her gün bir kadın vahşice öldürülüyor. Geceleri canavarlar çıkıyor sanki ortaya. Hava karardıktan sonra dışarı çıkmaya ürküyoruz.” İşte Cansu’nun sıraladığı bu sebeplerden ötürü, oradaki beş arkadaştan üçü geleceğini yurt dışında arıyor. Daha doğrusu hayalleri bu...

“Meğer biz genç değilmişiz!”

Cansu’nun ev arkadaşı Zeynep Şaşmaz, Piri Reis Üniversitesi Endüstri Mühendisliği öğrencisi. Ailesi Bartın’da, annesi ve babası öğretmen, bir de kardeşi var, bu yıl Bilkent Üniversitesi’ni kazanmış. Zeynep, 4.5 aylığına Erasmus’la Polonya’ya gitmiş. “O kadar çok kıyas yaptım ki Polonya ile ülkem arasında... Orada yemek içmek çok ucuz, gece dışarı çıkmak, toplanmak, eğlenmek çok kolay. Kısacası genç olmak çok kolay. Burada ise o kadar zor ki!.. Annem ve babam, kardeşimle beni okutmak için yaşıyor adeta. Yıllardır bir tatil bile yapamıyorlar” diyor Zeynep. Sonra kıyaslamaya devam ediyor: “Polonya’da bir parkta herhangi biriyle sohbet edebilirsiniz. Büyükler asla sizi yargılamaz. Türkiye’de ise geceleyin dışarı çıkmaya bile korkuyoruz. Polonya’da neşeliydim, umudum vardı. Döndüğümde, ‘Biz genç değilmişiz ki!’ diye düşündüm. Burada gençliğimizi yaşayamıyoruz. Hep bir kaygı, hep bir endişe...” Neyse ki Zeynep staj bulabilmiş, tabii ki ailesinin bir tanıdığı vasıtasıyla Bartın’da. Bu bile bir şans sayılıyor ya...

“Kendimi çok değersiz hissediyorum!”

Denizhan Bozkurt da Zeynep’le aynı bölümde son sınıf öğrencisi. Yüzde 75 bursla okuyor. “Bu ülkede yaşamak kendimi çok değersiz hissettiriyor. Hoşgörü yok. Hiç kimseye, hele gençlere hiç saygı duyulmuyor, hele ki yaşam biçimlerine” diye giriyor söze. Bu beş gencin ortak noktasının müzikle ilgilenmeleri olduğunu da bu anda öğreniyorum. İlgileniyorlar da, bu ilgi bile umutsuz. “Milli Eğitim Bakanı ‘Her genç bir enstrüman çalsın’ dedi. Dedi de, bir enstrümanın fiyatı en az 5 bin lira. Hadi diyelim ki herkes öğrendi. İşte müzisyenlerin durumu ortada, pandemide kaç tanesi intihar etti. Yasaklar kalktı, şimdi de gece 12.00’den sonra müziği yasakladılar. İşte bu ülkede yaşam tarzına müdahaleye bir örnek daha” diyor Denizhan.

23 yaşındayım, benden ne olacak bilemiyorum!

Konuşmaya devam ediyoruz... “Bu ülkede gençlerin yüzde 30’u akıl ve ruh sağlığını kaybettiğini söylemiş” diyorum. Gülüşüyorlar... Bu kez sözü Yıldız Teknik Üniversitesi Kontrol ve Otomasyon Mühendisliği’nden bu yıl mezun olan 23 yaşındaki Furkan Dipi alıyor, “Onlardan biri de benim” diye başlıyor anlatmaya: “Bu yıl mezun oldum. Bir yandan pandemi, diğer yandan iş bulma stresi derken sonunda psikiyatra gittim. Teşhisi anksiyete bozukluğu oldu. Yani depresyondayım, hala doktora gidiyorum ve ilaç tedavisi görüyorum.”

Geçim derdi derken gençlik bitiyor

Furkan’ın babası uçak mühendisi, annesi eczacı... Ailenin maddi durumu ortanın üzerinde. Dört erkek kardeşler, biri avukat, biri eczacı çıkmış, diğeri de bu yıl mezun olacak. Eczacı olan, annesinin yanında çalışıyor. Yani, Furkan’ın pek çok yaşıtına göre dert sahibi olmaması gerekir sanki. Sebebini deşmeye çalışıyoruz birlikte... “Bırakın iş bulmayı, staj yapacak yer bile bulamadım. Staj yapabilmek için üzerine para veren arkadaşlarım var! Diyelim staj yaptım, hadi iş de buldum. 4 bin lira olacak maaşım. İş bulan arkadaşlarımın aldığı ücret bu... Bu maaşla ev tutsam, faturalardan sonra bana en fazla 1.500 lira kalır... Nasıl yaşanır bu gelirle? 23 yaşındayım ve benden ne olacak hala bilemiyorum” diyor Furkan. Sanırım neden dert sahibi olduğu son cümlede çok açık.     Bu beşlide durumu en iyi olan Sabahattin Zaim Üniversitesi Endüstri Mühendisliği mezunu Ömer İmzalı. Bir tekstil firmasında, 8 bin lira maaşla çalışıyor. Ailesiyle birlikte yaşıyor. Ev kira, ama ev sahibi çıkmalarını istiyor. Şu an 2 bin liraya oturuyorlar. Ama benzer bir eve çıktıklarında verecekleri kira en az 4 bin lira. Annesi ev kadını, babası muhasebeci. İki kardeşi var, büyüğü üniversitede, küçüğü 8. sınıfta. “İyi bir iş bulursam kendi evime çıkacağım diye düşünürdüm” diye başlıyor anlatmaya. “Ama ailemi nasıl bırakacağım? Yaşamak o kadar pahalı ki, onlara destek olmam lazım. Babam bazen takılıyor. ‘Eve çıkamıyorsun diye üzülme, bak ben de çıkamıyorum’ diyor. O şaka yapıyor ama işin en acı tarafı da bu ya...” Ömer devam ediyor: “En çok canımı sıkan da, Avrupalı yaşıtlarımızın çok kolay ulaşabildiği şeylere ulaşabilmek için aylar boyunca para biriktirmek zorunda kalmak. Bilgisayar, cep telefonu gibi... Mesela bir gitar almak istiyorum, iyi bir gitar tam 30 bin lira. Araba, evden geçtim, bize iyi bir gitar bile almak hayal bu ülkede... Gençliğimizi yaşayamıyoruz. Ancak geçinmekle uğraşıyoruz. Tabii eğer bir iş sahibi olabilirsek...”

Bu ülkede her dört gençten biri işsiz

Bu beş arkadaş hayallerini gerçeğe dönüştürmek için bir araya gelmiş, tüm bu umutsuzluk içinde. Hepsi bir enstrüman çalıyor, bir müzik grubu kurma hayalini paylaşıyor. Hala bir hayalleri var, kaybetmemek için direniyorlar. Bu ülkede her dört gençten birinin işsiz olduğunu hatırlatalım. Şu anda bu beşliden sadece biri iş sahibi, ikisi tanıdık vasıtasıyla staj bulmuş, kalan ikisi de staj arıyor... Varın siz bir de diploması olmayan, iş bulma umudunu çoktan yitirmiş gençlerin halini düşünün...

Nisa Korkut (20) ve Esra Yıldırım (20)

Haliç kıyısında iki kız rahat oturamıyoruz!

Gaziosmanpaşa’dan Kalamış’a gelmişler, parkta biraz nefes almaya... İkisi de henüz 20’lerinde... Nisa Korkut, Biruni Üniversitesi’nde yüzde 75 bursla okul öncesi öğretmenlik okuyor, Esra Yıldırım ise üniversite sınavına ikinci kez girmiş ve sonuçları bekliyor. Onun amacı da öğretmen olmak, tıpkı babası ve ablası gibi... İkisi de hayat pahalılığından dertliler. “Sevdiğim bir sanatçının konserine gideyim diyorum, gidemiyorum. Bir bilet 150 lira. Bırakın konseri, kitap almakta bile çok zorlanıyoruz. Her şey çok pahalı” diyor Esra. Bu yüzden de bir film izleyip, bir ders çalışmakla geçiyor evde ömürleri... Nisa, “Her gün aynı döngüyü tekrarla dur. İnsanın aklına kötü kötü şeyler geliyor. Pandemi bizde ne umut ne neşe bıraktı” diyor. Esra devam ediyor: “Biz gençlerden çok şey bekliyorlar tamam beklensinler ama bizim için hiçbir şey yapmıyorlar. Geleceğimiz çok belirsiz.” İkisinin de ailesi orta halli, evlerinde işini kaybeden yok ama buna rağmen alım güçleri çok düşmüş... İşte bu sebeple bir nefes almaya çıkmışlar. Peki ta Gaziosmanpaşa’dan Kalamış’a gelmek niye? Rahat bir nefes almak da zor ya bu ülkede hele ki genç bir kızsan, işte o sebeple... “Haliç kıyısında pek rahat edemiyoruz” diyorlar, fazla da bir şey demek istemiyorlar! 

Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Sakarya'daki makarna fabrikasındaki patlama anı güvenlik kamerasına yansıdı Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Hepsi akraba bile olsa bu işten vazgeçmem