İki sanatçı, aynı mekânda üretmenin dışında aynı galeriyi de sergileri boyunca paylaşıyorlar. Dahası Serdar ve Yılmaz, Marmara Üniversitesi Güzel Sanat Fakültesi’nde, Devabil Kara atölyesinden aynı yıl mezun olmuşlar.
Sanatçı atölyeleri, sanat üretiminin doğduğu yer olarak sanat yapıtı ve sanatçı arasında alfabesi olmayan bir dili sahiplenir. Düşünceler üretime dönüştüğünde bu dil çözülür ve yapıt atölyeden koparak kendini yeryüzünde bir yere fırlatır. Atölye tekil varlığıyla sanatçının adresi olarak hem bir mekândır hem de adressiz herhangi bir yer. Bu sergide atölye; yan yana çalışan iki sanatçıyı tekinsiz adreslerde buluşturuyor.
Aynı atölyeden
Öğrenciliklerinden beri aynı atölyelerde üreten sanatçılar, Pi Artworks’de açtıkları ikili sergilerinde, izleyiciyi apayrı anlatım biçimlerinin içinde, ahenk ve büyük bir naziklikle sarmalıyorlar. Serginin adını aldığı manzara resimleri ve katır başı heykellerinin içinde sakladığı derin yara, sözünü ettiğim ahenk ve nazikliğin sebebi. Kabuk bağlamış, lakin ufacık bir dokunuşla yeniden kanayan ve bir türlü iyileşmeyecek yaralarımız… Ölümün, korkunun, birbirine eklenen yasın, türlü arzunun zar kabuklu yarası, bu sergide renge, çizgiye ve heykele dönüşmüş.
Serdar Acar, sergiye Ölüm, Yas ve Diğer Tüm Arzular isimli yeni serisiyle katılıyor. Salgın boyunca yaptığı bu resimlerde ölüm bir metafor: Evden hiç çıkmadan geçirdiği bu süreçte çoğumuzun yaşadığı korku, kaygı ve tüm dünyada sayısı her gün çoğalan ölüm, Serdar’ın tuvalinde sakin görünen bir manzaranın arkasına saklanıyor. Serdar’ın duygu havuzundan akıp tuvale akan onca şeyin; sessiz pembe tepelere, yeşil bir ovaya, mavi bir göle dönüştüklerine, kendilerini ferah bir manzaraya bıraktıklarına bakılırsa, bir serüvenin içinde değil de büyük bir kaosun, kendini lime lime eden kötülüğün içinde olduklarının hâlâ farkında değiller. Serdar’ın birey olarak yaşadıklarının toplumsal olanla teması, manzaraya eşlik eden ve neredeyse küçük bir leke sanılan insan figürleri ve ağaçlarla gerçeküstü bir anlatıya dönüşüyor: Kaygı ve korkuyu iyileştirmeye, yasın yarasını dindirmeye çalışan bir masala… Sürrealist ressam Giorgio de Chirico’nun resimlerinin hem gerçek hem gerçekdışı sessizliğini anımsatan seslere… Yılmaz Bulut’un tel örgüden ölü iki katır başı; 2015’te ayağa kalkmaya çalışan yaralı katırın acısının, ölen katırların yasının, çabucak silinen hafızanın ve hakikatin tel örgüsüyle gizlenmiş varlığının tanığı. Sergide bu iki heykele eşlik eden kara kalem desenler de kalemin kâğıt üzerindeki devingen, durdurulamaz hareketi eşliğinde tükenmek bilmeyen ölümü, hiçliği, kayboluşu, kopuşu terk edişi ve buna mecbur bırakılışı tekrar ediyor. Bu kez tanık; evler, duvarlar ve derin boşluklar ile hayalete dönüşen canlılar. Yılmaz fragmanlar eşliğinde insan ve doğanın hafızasını, sosyo-politik bir okumayla insan oluş ve hayvan oluş üzerinden deşmekte.
Korku peşimizde
Ölümün türlüsüne tanığız. Yası arzular hale geldik. Korkunun ve kaygının en yenileri peşimizde. Doğal afetleri çoğaltan kötülüklerle, insanı yersiz yurtsuzluğa sürükleyen, birbirine düşüren kötülük aynı. Her ikisi de yaşa ve unut derken unutmamayı ve hatırlayarak yeşile bürünmeyi, tüm ayrımları reddederek yaşamayı öğrenmeli/öğretmeli.