TÜBİTAK şemsiyesi altında, tamamen yerli kaynaklarla ve 20 kişilik bir ekiple virüsü alt edecek aşı çalışmasını tamamladılar. İnsanlar üzerinde denenmesi için onay da aldılar. Prof. Mayda Gürsel ve Prof. İhsan Gürsel çifti, “Her şey yolunda giderse aşı 10 ay içinde iki doz olarak uygulanabilir” diyor
Mine Şenocaklı
minesenocakli@gmail.com Görünen o ki ne Çin aşısı yetecek bizlere ne de Amerikan ya da Alman... 50’li yaşlarını sürenler ve daha gençler için yurt dışından aşı temini biraz hayal. Zaten yetkililer de artık “Kaç doz aşı gelecek?” sorusuna, “17 yerli aşı çalışmamız var” diye cevap veriyor. İşte bu aşı çalışmalarından birini yürüten Prof. Mayda Gürsel ve eşi Prof. İhsan Gürsel, umutlunun ötesinde emin bu yerli aşının tutacağından... Peki nasıl bu kadar eminler? Wuhan’da kabus başladıktan hemen sonra, henüz Dünya Sağlık Örgütü epidemi tanımından pandemiye geçmemişken, virüsün gen haritasını kullanarak projelerinin tasarımını yapmışlar. Mayda Hoca ODTÜ’deki, İhsan Hoca Bilkent’teki laboratuvarlarında öğrencileriyle çalışmaya başlamışlar. Daha da önemlisi her ikisi de yıllardır bağışıklık ve kanser aşıları üzerinde araştırmalar yaptıkları için bu konuya hiç yabancı değiller. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da saygın bir yerleri var.
Nobel İlaç’la çalışıyorlar
Tıpkı BioNTech-Pfizer aşısının yaratıcıları gibi onlar da çift olarak bu çalışmayı yürütüyor. Bir farkla, onlar yüzde 100 yerli ve TÜBİTAK’ın başını çektiği, Covid-19 Türkiye Aşı ve İlaç Platformu bünyesinde aşılarını Nobel İlaç’la birlikte geliştiriyorlar. Peki bu nasıl bir aşı? RNA temelli mi, bildik klasik aşı mı, farklı mı? Farklı... VLP (Virus Like Particle) yani virüs benzeri parçacıklar temelli. Prof. İhsan Gürsel bunu şöyle açıklıyor: “Bizimkisi rekombinant DNA teknolojisini kullanan bir aşı, Çin aşısı gibi klasik bir aşı değil. Biz dublör virüsler üretiyoruz, bunlar sentetik. Virüs benzeri ama virüs gibi değil. Çünkü virüs başka hücreleri enfekte edebilir, bu parçacıklar ise virüse ait genetik şifreyi okuyan hücreler tarafından üretilip bir araya geliyorlar. mRNA aşısından temel farkı ise protein yapıda olması. Virüsün yapısını taklit etmemiz, aşının bağışıklık sistemini daha etkili uyarmasını sağlıyor.”
“Varyantlara başladık”
Bu tarz aşılar bugüne kadar çok denenmiş ve binlerce hayat kurtarmış. HPV, Hepatit B ve sıtma için başarılı olmuş. Şimdi Ebola ve Zika için de geliştiriliyor. Gürsel çifti her şey yolunda giderse 10 ay içinde aşının kullanılabileceğini ve varyantlar üzerine de çalışmalara başladıklarını söylüyor. Yani biraz daha dişimizi sıkacağız.
Türkiye’nin aşı hafızası silinip yok oldu
Siz sanırım aşıda en zor kısmı atlattınız. Peki bu aşamaya gelinceye kadar neler yaşadınız? İhsan Gürsel: Aşı emperyalizmi dünyanın başına çöreklenmiş çok büyük bir sorun. Bu az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin aşıya ulaşmasını çok zora sokuyor. Biliyorsunuz, Kanada nüfusunun 9 katı aşıyı ısmarlamış durumda. Birçok zengin ülke de önceden para yatırdı. Şu anda aşı üretiminde kullanılan cihazlara ve ana girdi maddelerine ulaşımda çok ciddi sıkıntı var. Bu malzemeleri üreten firmalar talepleri yetiştiremiyor. Nasıl? Mesela, Yeni Zelanda’da üretilen bir cihaz var. Biz onunla virüs benzeri parçacıkları sayabiliyoruz. Bir parçası bozuldu, 2.5 aydır bu cihazı düzgün randımanlı kullanamıyoruz. Yaptıramıyoruz da… Elimiz kolumuz bağlı bekliyoruz. Bu sorunlarla cebelleşiyoruz. Mayda Gürsel: Türkiye’nin şu anda aşı üretmek gibi doğru bir stratejisi var ama hammadde üretiminin de ülke içinde oluşturulması çok önemli. Yoksa doğal olarak böyle bir pandemi durumunda her ülke önce kendi insanını aşılamak için plan yapacaktır. Siz de elinizde belli bir aşı platformunuz da olsa aşıyı üretmekte sıkıntı yaşayacaksınız.
BioNTech için 1700 kişi çalışıyor
Peki BioNTech’in imkanları sizde olsa işleriniz daha kolaylaşır mıydı? Çünkü Alman hükümetinin 350 milyon euro, Pfizer’in ise 1 .2 milyar euro katkı sağladığı söyleniyor… İ.G: Onların bir aşı hafızası olduğu için hızlı yol aldılar. Mesela, “Sars ve Covid’e benzer platformlarda daha önce yaptığınız çalışmalarınız varsa, biz sizin daha erken insan deneylerine başlamanızı sağlayacağız” dedi denetçi kurumlar. Tamam da, ülkemizde böyle bir geçmiş yok ki! Dolayısıyla sizin doğal olarak sıfırdan başlamanız lazım. Peki bu hafıza olsaydı? İki ay daha hızlı olur muydu, olurdu. Daha önce de bu tip aşılar üretmek için çalıştığınız için ekipleriniz daha fazla olurdu. BioNTech’i, Uğur Şahin ve Özlem Türeci’yi örnek vereceğim, ikisi de yıllardır tanıdığımız, çok sevdiğimiz arkadaşlarımız, BioNTech’te 1700 kişi çalışıyor. Siz kaç kişisiniz? Bizim grubumuz 20 kişi. TÜBİTAK’ın bu platform içindeki tüm gruplarını katsanız işin içine, 400’e yakın öğrenci var, 200 de hoca olsa, toplam 600 kişiyiz. Keşke daha önceden virolojiye, immünolojiye, moleküler biyolojiye yatırım yapılabilseydi ve bu yetişmiş insan gücüyle çalışabilseydik. Hıfzısıhha döneminde bu aşı hafızası vardı sanırım. Kapatılması herhalde çok yanlış oldu? M.G: Çok! Tabii ki bu ekonomik zorunluluklardan ötürü alınmış bir karar. Ama çok yanlış bir karar. Tam bir öngörüsüzlük, plansızlık. Dünyadaki iyi üretim teknolojilerinin Türkiye’ye de getirilmesi gerekiyordu. Ama dediler ki, “Biz bu aşılara, teknolojiye para yatıracağımıza yurt dışından alalım.” Ve böyle yaparak bu ülkenin aşı hafızasını silip attılar. Tabii çok üzücü. Şu anda Türkiye sıfırdan aşı üretmeye çalışıyor. İ.G: Bu yanlış 10 yıllardır sürüyordu. Ama pandemide ezberler bozuldu ve bu da bizim belli hızlara ulaşmamızı sağladı. Yoksa hammadde ve cihaz getirilmesinde çok daha büyük sıkıntılar yaşayacaktık. Az önceki sorunuza geleceğim, bizim milyar eurolarımız olsaydı daha mı hızlı üretecektik? Bence, hayır. Yani para tabii ki çok önemli ama bazı sorunları parayla da hemen çözemezsiniz. O kültür, o alt yapı, o hafıza gerekir…
Savunma sanayisi için ne yapıldıysa aşı için de yapılmalı
Aşı hafızamız silinmeseydi, bugün bu sıkıntılar yaşanır mıydı? M.G: Üretim hafızası kaybolunca tecrübeli üretim yerleri kapandı, şu anda yeniden oluşmaya başlıyor. Bu yüzden ben gelecekten ümitliyim. Yeniden aşı üreten bir ülke haline gelebiliriz.Ama bu çabaların devam ettirilmesi, savunma sanayi nasıl desteklendiyse, aşının da öyle desteklenmesi gerekiyor. Şimdi eğitilmiş kadrolar çıkıyor ortaya. Mesela bu süreçte bizimle çalışan öğrencilerimiz olmasa, kesinlikle buralara gelemezdik. İşte o gençlerin ülkemizde bir gelecek görmeleri için kalıcı şekilde desteklenmesi gerekiyor. Tabii en önemli konu liyakat, onun da bir an önce oturtulması gerekiyor. Yoksa başarılı öğrencilerin ülkeden kaçışları bitmez. Bütün bu sıkıntılara rağmen artılarımız var mı? M.G: Var tabii… TÜBİTAK, Sağlık Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı bu çalışmalara çok önem veriyor. Burada gerçekten bir samimiyet var. İ.G: Mesela bu aşı platformunda Kayseri Erciyes, Boğaziçi, Ankara ile Selçuk üniversitelerinin çalışmaları var. Herkes bu mücadeleye bir aşı daha kazandırmak için geceli gündüzlü çalışıyor. Her çalışma çok kıymetli. Rekabet yok mu aranızda? M.G: Yok. Gerçekten yok. Bu platformun ruhunda, birlikte çalışıp birlikte başaracağız var. İ.G: Diyelim ki, bizim bir eksiğimiz oluyor, başka bir hocadan alıyoruz. Fikir alışverişinde bulunuyoruz. Adeta İMECE usulüyle bir yere geliyoruz. Bu kadar işbirliği var aramızda.
Gerektiğinde en yüksek makam dahi devreye girdi
Bütçeniz ne kadardı? İ.G: Bize ayrı bir bütçe verilmedi, bu platformun bir bütçesi var. Ama Faz 1’e gelene kadar herhalde 2.5-3 milyon lirayı bulmuştur harcamalarımız. Bu azdır çoktur diye söylemiyorum. Burada önemli olan şu, gümrükte bir sıkıntı yaşadığımızda, bakanlar bile devreye girdi. Sürecin hızlanması için herkes elinden geleni yaptı. Gerektiğinde en yüksek makama dahi ulaşıldı. Aylarca bekleyeceğimiz malzemeler iki günde elimize geldi. Mesela laboratuvarda kullandığımız özel ACE2 transgenik fareler var. Haziran’da Amerika’daki firmadan istedik, “Size ancak 1 yıl sonra sıra gelir” dediler. Ama araya en yüksek makam girince, bir ay bile olmadan elimize ulaştı, üstelik de hepsini Türkiye’ye hibe ettiler. Biz ülkemizde gerçekten aşı üretimini bir yere getirme iradesi olduğunu gördük. M.G: Ama bu iradenin sürekliliğinin olması ve daha çok yatırım yapılması lazım. ODTÜ her zaman benim canım olmuştur. Çok iyi öğrencilerimiz, çok iyi hocalarımız var. Ama alt yapımız o kadar kötü bir hale gelmeye başladı ki, eğer yenilenmezse bilimin dışında kalırız. İ.G: Bilimin önemli kılınması orayı bir çekim merkezi yapmanızla alakalı. Bugün dünyada kullanılan en yaygın gen terapi virüs ajanlarından biri Ankara’da geliştirildi. MVA, açılımı Modified Vaccinia Virus Ankara’dır! Bu önemli buluş Hıfzısıhha’nın göbeğinden çıktı. 1950’lerde! Ama ne yazık ki biz sahiplenemedik. BioNTech’in kullandığı gibi bir gen terapiden mi bahsediyoruz? Ondan farklı. Ama şu anda gen terapi ajanı olarak tüm dünyada kullanılıyor.
Kübalılar akciğerkanseri aşısını buldu
Ama Aşı Üretim Enstitüsü 2004’te, Hıfzısıhha da 2011’de kapatıldı. Nerelerden nerelere geldik? O zaman orada çalışan bilim insanları, Meclis’teki milletvekillerinin iki katı maaş alıyorlardı. Böyle bir çekim merkezi oluşturduğunuz zaman tabii ki bilim insanları da orada çalışmaya can atıyordu. Bakın biz Hıfzısıhha’yı kapatırken, Küba tam tersini yaptı ve şu anda Kübalıların akciğer kanserine karşı aşısı var. Amerika ile Küba’nın ilişkilerinin düzelmesinin altında yatan tek neden de budur.
Sağlık Bakanı bile “Neden Türkiye’ye döndünüz?” dedi
Neden Amerika’daki işinizi bırakıp Türkiye’ye döndünüz? İ. G: Birkaç nedeni var. İlki, oğlumuzla ilgili… Bir Amerikalı olarak mı büyüsün, yoksa Türk olarak mı, diye düşündük. İkincisi ise 11 Eylül’den sonra, FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) içinde Ortadoğu’dan gelen çalışanlar olarak görülüyorduk. Sürekli saçma sapan telefonlar geliyordu, “Sizin güvenlik soruşturmanız yapıldı mı?” diye. Çünkü biz biyolojik ilaç teknolojisini denetleyen kurum olan FDA içinde en gizli bilgilere ulaşıyor, o bilgileri doğrudan elde ediyorduk. M.G: Ama üçüncü ve daha önemli bir neden daha var, bir yerde çalışırken bir bilgi birikiminiz oluyor. Onu ülkenize getirmek, ülkenizdeki gençlere aktarmak ve onların başarılarını görmek istiyorsunuz. İ.G: 2006’da Türkiye’ye döndük. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın yanına gittiğimizde o da, “Niye geldiniz?” diye sormuştu. Mayda her zamanki gibi çok güzel dile getirmiş ve “Bizim gibi insanlar Amerika’da çok var, ama biz burada birkaç gencin hayatına dokunabilirsek daha iyi olur” demişti.