Kitaplarında siyasetten sofralara kadar pek çok konuya değinen Artun Ünsal, külliyatına yeni bir kitap ekledi. Ancak bu sefer konu ne sofra ne de siyaset; salt insan ve Boğaziçi... Artun Ünsal’ın yeni kitabı Boğaz’ın İnsanları (Boğaziçi’nde Tanıdık Yüzler), 44 insan portresinden oluşuyor. Her kesimden 44 insanın portrelerini okurken karşınıza bir Boğaz mozaiği de çıkıyor. Artun Ünsal’la hem kitabı hem de değişen, kaybolan ya da kaybolduğunu sandığımız Çengelköy’ü, Boğaz’ı ve onun güzel insanlarını konuştuk.
Sıradan insanlar
Kitabınız hayatınıza değmiş sıradan insanların daha önce yayımlanmış ve yayımlanmamış portrelerinden oluşuyor. Bu kitabın nasıl bir ihtiyaçtan doğduğuyla başlamak isterim söyleşimize. Nedense herkes “ünlü” insanların peşinde. Oysa görünürde “sıradan” insanların da ne denli değerli ve her birinin ne denli özel bir yaşam öyküsü olduğunu onları biraz yakından tanıyarak “keşfetmek”
hiç de zor değil. Ben evden işe işten eve arabasıyla gidip gelen yalnız insanlardan biri değil sürekli insan biriktiren bir sokak çocuğuyum. Nüfusu nerdeyse 20 milyona yaklaşan devasa bir metropolde, sadece mahallemde ya da Boğaz hattındaki günlük yaşamımda sıklıkla karşılaştığım kimi kişilerle giderek dost olmak kaçınılmazdı zaten. Özellikle, İstanbul’da giderek yitirilen mahalle hayatının neredeyse son demlerinde, her birinin anlatılacak bir öyküsü olan bu insanların barındırdıkları cevheri ve onlarla kurulan ilişkilerin içtenlik ve sıcaklığını okurlarımla da paylaşmak istedim sadece.
Çengelköy kimileri için popüler olduğundan “tüketilmiş” bir Boğaz güzelliği. Ne düşünüyorsunuz? Şükürler olsun ki birçoğu gece geç vakitlere kadar açık kalan yiyecek –içecek yerleri, özellikle hafta sonları ve bayramlarda sokaklara sığmayan kalabalığa rağmen Çengelköy henüz tüketilmedi. Doğru, İskele Meydanı ve kaldırımlar iş yerlerinin istilası altında, kıyıya köşeye park eden onlarca araba yüzünden insanlar caddelerde yürüyorlar artık, can güvenliği endişesiyle. Ama her gün gerek insan yapısı gerekse ekolojisiyle yıpranan orta halli ailelerin, yerli ve ağırlıkla Arap turistlerin vazgeçilmez uğrağına dönüşen Çengelköy’de, ister yalıda otursun ister mütevazı bir evde, gelip geçen bunca “tüketici” kalabalığa inat; yerli esnaf ve mahalle komşuları arasında yakın ilişkiler hâlâ sürüyor. Güneş ve mehtap ayrı bir güzellikte doğuyor ve batıyor. Birbiriyle aşina olanların muhabbeti ve doğaya saygısı gizliden devam ediyor.
Öyküsünü yazdığınız Behice Hanım, “Çengelköy zaten uygar bir yerdir; kimse kimseye nereden geldin demez, insanları bir tutar,” diyor ve bu durumu Eski Diyarbakır’a benzetiyor. Sizce Çengelköy’ün insanının farklılıklarının kaynağı neler? Çengelköy, yerlisi ve yeni yerleşenlerin uyum içinde yaşadığı eski İstanbul’un bir hatırasıdır. Ekonomik ve sosyal yönden farklı kesimlerden gelse bile, İstanbullu, ailesine ve çevresine saygılı, gerektiğinde biraz öfkeli ama her daim nazik, geleneklere sadık ancak yeniliğe açık, hoşgörülü ve yardımseverdir. Varlıklı olsa bile gösterişi sevmez; mütevazı, ayrımcı değil, kapsayıcıdır. Birlikte yaşam terbiyesi mi desek, güçlüdür. Aslında bu sadece Çengelköy’e has değil; İstanbul’un tüm eski, “güngörmüş” semtlerinin de mirasıdır. Gelgelelim, bu yerleşik kültür, kentin inanılmaz büyümesi karşısında daha ne kadar gücünü koruyabilir, bunu da biz yaşlılar değil gençler düşünsün asıl. İsmini vermediğiniz biri var. Boğaziçi mezunu ama şimdilerde Çengelköy esnafından ne gelirse onunla ama “özgürce, kendince” yaşıyor. Sizi ona çeken neydi?
Tornadan çıkma, tekdüze bir yaşama dahil olmayan, olanca entelektüel birikimine karşın aşamadığı çeşitli psikolojik sorunları yüzünden “sokağa düşse” de pek aldırmayan ve diyalog kurabileceğiniz biri olması. Tozunu toprağını kaldırdığınızda heba olmuş bir cevherle karşılaşıyorsunuz. Kuşkusuz, bir “kaybeden”, moda tabirle “loser” kişilik. Ama bizim Çengelköy’de kimse kimseyi yargılamaz ki. Dostum Hacı Bahattin Bey’in deyişiyle: “Yaradanın gücüne gider” çünkü.
Mesele Boğaz’ı yaşatmak
İstanbul’da Boğaz’ın “yerlisi” olanlarla başka şehirlerden gelip Boğaz’da yaşayanlar arasında sizin gözlemlerinize göre nasıl farklar var? Eğer amaçları Boğaz’ı “yaşatmak”, bu bağlamda Çengelköy’ü sahiplenmek ise yerlisi ya da sonradan gelenleri arasında hiçbir fark yok. Asıl fark ister yerlisi ister göçmeni olsun, Çengelköy’ü “kullanmak” isteyenler arasında var bence. Yine de bu eşsiz Boğaz’ın rantına gözlerini dayayanların çoğunun; çocukluklarında bu sahillerde yüzmedikleri, hakiki Çengelköy hıyarından ve kavak incirinden hiç tatmadıkları, yaz akşamları açık hava sinemalarına gitmedikleri, hele hele geceleri bülbül sesine alışkın olmadıklarını da söyleyebilirim. Peki ya İstanbul? Bugün İstanbul’a şöyle bir baktığınızda ne görüyorsunuz? Bezgin Martı ve Çılgın Kelebek adlı kitabımda yer alan bir denemede “Yağmurda rimelleri akan kent” demiştim İstanbul için. “Müsilaj” da bonusu artık. Heyhat! Ben hâlâ Boğaz’ı düşünüyorum,
Kanal İstanbul’u değil. Doğasını koruyamayan, maddi ve insani altyapısı olumsuz yönde değişen bu koca kentin her semti de doğasından ve kültürel özünden uzaklaşmıyor mu? Boğaz’ın İnsanları (Boğaziçi’nde Tanıdık Yüzler) / Artun Ünsal / Kırmızı Kedi Yayınevi / Anı – Biyografi / 288 Sayfa.