Oscar'a damga vuran Oppenheimer'a yakın bakış

Yıla damga vuran Oppenheimer, 96. Akademi Ödülleri’nde aday olduğu 13 kategorinin 7’sinde Oscar’la dönme başarısı göstererek bir kere daha gündeme oturdu. Gelin Oksijen yazarlarının kaleminden Oppenheimer'a bir kere daha yakından bakalım

Christopher Nolan'ın gişe rekorları kıran biyografik filmi Oppenheimer bu yılki Oscar ödüllerinde En İyi Film, En İyi Yönetmen ve Cillian Murphy'nin En İyi Erkek Oyuncu dahil 7 ödülün sahibi oldu. Robert Downey Jr. da Oppenheimer'daki rolüyle En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu seçildi. Film ayrıca En İyi Kurgu, En İyi Sinematografi ve En İyi Film Müziği ödüllerini de kazandı. Film kesin favori olduğu kategorilerin arasında sadece En İyi Ses ödülünü İlgi Alanı’na (The Zone of Interest) kaptırdı. Peki ama 96. Akademi Ödülleri’nde damga vuran Oppenheimer nasıl bir film, konusu ne? Gelin Oksijen yazarlarından Burak Göral ve Gökay Sıra'nın kaleminden filme hatta filmin uyarlandığı kitaba daha yakından bakalım...

"Dikkatli izlemeyi gerektiren bir biyografi"


Oksijen yazarlarından Burak Göral Oscar öncesi köşesinde Christopher Nolan'ın filmini Dahi olmak yetmiyor bazen! başlığıyla kaleme almış ve "Gösterişli, bol diyaloglu, dikkatli izlemeyi gerektiren bir biyografi" olarak yorumlamış ve şu ifadeleri kullanmıştı:

Nolan, yazar/gazeteci Kai Bird ve yazar/akademisyen Martin Sherwin’in Pulitzer ödüllü kitabını sonundan başlatarak uyarlamayı tercih etmiş. Atomik Enerji Komisyonu’nun Başkanı Lewis Strauss hep fizik okumak istemiş olsa da ailesi onu bu dalda iyi bir okulda okutacak maddi güce sahip olmamış hiç. O da kendi kendisini yetiştirmiş. Washington koridorlarında dolaşarak kendisine önemli yerlerde yer açabilmiş. Savaş sonrasında Oppenheimer’a hayranlığını gösterip onu desteklemiş. Ancak Oppenheimer ile Strauss birbirlerine taban tabana zıt iki kişilik. Nolan bize Oppenheimer’ı tanıttıkça onun imkanları geniş bir ailenin okumuş çocuğu, gerçek bir deha, karizmatik kişilik ve yüksek bir ikna edicilik yeteneğiyle donatılmış olduğunu gösteriyor. Çok geçmeden de Strauss’un hayranlığı kıskançlığa ve gareze bırakıyor yerini.

Bir modern Prometheus: Oppenheimer başlığını tercih eden Gökay Sıra ise filmi izlemeden önce kitabının okunması gerektiği tasvisiden bulunmuştu. Sıra "Atom bombasını bulan, “komünistlik” suçlamasıyla hayatı mahvolan fizikçinin hikâyesi çok ilgi çekici" demiş ve şu ifadeleri kullanmıştı:

Julius Robert Oppenheimer, “dünyalar yok eden” biri olmadan önce “yeni dünyalara kapı aralayan” biri olmuştu. Bilimin kapısından içeri girmek için davet kovalayan bir bilim insanı değil, doğduğundan beri bilimin doğal davetlisi olan biriydi. Hem bir vatanseverdi hem de ABD hükümetinin gözünde muhtemel bir “kızıldı”. J. R. Oppenheimer hep gizemli biri olarak bilindi çünkü hayatının “atom bombasından sonrasını” içeren yapboz parçaları dağılmıştı ve birilerinin o parçaları birleştirip yapbozu tamamlaması gerekiyordu. İşte, Kai Bird ve Martin J. Sherwin, dilimize Uğur Gülsün tarafından çevrilen ve İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Amerikalı Prometheus kitabında tam olarak bunu yapıyorlar ve onlara Pulitzer Ödülü’nü kazandıran 25 yıllık yazım serüveninin sonunda, Oppenheimer mitini dağıtmak pahasına da olsa, ortaya dört başı mamur bir biyografi çıkıyor. Amerikalı Prometheus fiziği, Doğu metinlerini çok seven çekingen bir fizikçinin, dışa dönük bir idarecinin ve “komünistlik” suçlamasıyla hayatı mahvolan bir mahkeme sanığının hikâyesi.

Dehadan mustarip genç Oppenheimer

J. R. Oppenheimer, zengin bir kumaş ithalatçısı Almanya göçmeni babayla ressam bir annenin oğluydu. Soğuk ve kibirli bir gençti; bitmek bilmez bir merak ve onu mecburen “normal insanlardan” farklı bir kategoriye sokan inanılmaz bir kavrayış yeteneği olarak cisimlenen o deha denen şeye sahipti, belki de ondan mustaripti. Genç Oppenheimer; Niels Bohr, Albert Einstein, Enrico Fermi ve Hans Bethe gibi Nobel bilim ödüllerini tapulamış isimlerle çalışarak o dehayı katmanlandıran şeyin “tecrübe” olduğunu keşfedecek; kendi tecrübelerini, müstakbel dâhilerden Richard Feynman gibi isimlere aktaracaktı.

1904’te, çalkantılı bir çağın tam başında doğmuş ve fizik aşkıyla yanıp tutuşan, depresyonların rahat vermediği genç bir fizikçi olarak çağının problemleriyle yüzleşmek zorunda kaldı. “Bu savaşı ve tüm savaşları bitirecek” bir silah, bir atom bombası yapımına liderlik etmek üzere, General Leslie R. Groves tarafından Manhattan Projesi’nin başına getirildi. Artık savaşta Almanları alt etmek, gençliğinde Etik Kültür Okulu’nda kazandığı ahlaki duruştan çok daha önemliydi çünkü. “Barışı” getirecek bu silahın yapımından ve bütün o bürokratik gerginliklerin yumuşatılmasından sorumluydu.

Yenidoğan çetesi skandalı 4 ile daha sıçradı Kürtlere TC devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum Bakanlık satışını yasakladı İran'a verilecek yanıtı konuşmak için henüz çok erken Meteoroloji'den 8 il için sarı kodlu uyarı Üç virüslü bir salgının ortasındayız