Misak Manuşyan 1 Eylül 1906’da Adıyaman’ın bir köyünde doğdu. Dört kardeşin en küçüğüydü. Babası Kevork ve iki kardeşi, 1914-15’te göçe zorlanan ve hayatını kaybeden yüz binlerce Ermeni arasındaydı. Kısa süre sonra anneleri Varduhi de ölünce Misak ve abisi Garabet öksüz ve yetim kaldı. İki kardeşe yöredeki bir Kürt aile sahip çıktı. Misak evin kızıyla çok iyi anlaşıyordu. Aile, Misak’ı damat yapmayı bile düşünmüştü. Bu sırada Ermeni Kilisesi temsilcileri, bölgede sağ kalan çocukları arıyordu. Misak ve Garabet’i de sığındıkları ailenin evinde buldular. Alıp, o dönem Suriye topraklarında bulunan Cünye kentindeki bir yetimhaneye götürdüler.
Yetimhanede Ermenice edebi eserler okuyarak dilini geliştirdi Misak. Şiire tutkundu. Kendisine haksız yere sert davranan bir öğretmeni için yazdığı hiciv dolu kısa metinler arkadaşlarının en büyük eğlencesiydi. İnatçı ama suskundu. Yalnızlığı seviyordu. Yetimhanede marangozluk öğrendi. Edebiyattan önce marangozluk hayatını değiştirdi. Abisi Garabet ile 1925’te gemiyle Fransa’nın Marsilya kentine geldiler. Göçmen statüsündeydiler artık.
Marsilya’nın ılıman havası çok hoşlarına gitmişti. Neredeyse hiç paraları yoktu. Misak, La Seyne-sur-Mer’de marangozluk yaptı. Ama şartlar iyi değildi. Bir süre sonra güneyde tutunamayacaklarına karar verip, Paris’e göçtüler. Vercingetorix Sokağı’nda küçük, izbe bir otele yerleştiler. Hemen iş bulmaları gerekiyordu ancak Garabet aniden hastalandı. Tüm yük Misak’a kalmıştı. Citroen fabrikasına tornacı olarak girmeyi başardı. Her gün iş çıkışı hastanede yatan ağabeyini ziyaret ediyor, ona yemek getirip moral vermeye çalışıyordu. O ziyaretlerinden birinde abisinin ölümünü öğrenip sinir krizi geçirdi. Yıl 1927’ydi.
1929’da ABD’de başlayan büyük ekonomik kriz kendini Avrupa’da hissettirmeye başladığında Misak da on binlercesi gibi işinden oldu. Artık günlük işlerde çalışarak hayatını kazanmak zorundaydı. Atletik bir vücudu vardı. Ressam arkadaşı Kirkor onu model olarak kullandı. Bir başka Ermeni ressam Carzou’nun da modeli oldu. Edebiyatla, özellikle şiirle ilgilenen Misak artık sanatçıların dünyasına girmişti. Fransa’nın en büyük işçi sendikası CGT’nin İşçi Üniversitesi’ne devam ediyor, Sainte-Genevieve’deki kütüphaneye sık sık uğruyordu.
Sorbonne günleri
Sanatçı arkadaşlarının teşviki ve referansıyla Sorbonne’a misafir öğrenci olarak kabul edildi. Sonunda diploma olmasa da edebiyat, felsefe, ekonomi-politik ve tarih derslerini takip etti. O günlerde arkadaşı Kegham Atmacıyan (Semma) ile Çaba ve Kültür adlı iki edebiyat dergisi çıkarttılar. Baudelaire, Verlaine ve Rimbaud’dan çeviriler yapıyor, Fransız ve Ermeni edebiyatından örnekler yayımlıyorlardı. Misak, Semma’ya yazdığı bir mektupta “Her şeyden önce benim için hayati önemi olan bir şey varsa, o da zihinsel faaliyettir” diyordu.
Fransa tarihine merak sardı. Barış yanlısı, o dönem için az bulunur bir özellik olan vejetaryenliği seçen Nobel ödüllü yazar Rolland’ın “Jean-Christophe” kitabından çok etkilendi. Ömrü boyunca bu kitaba atıfta bulundu. Misak Manuşyan parlamento karşıtı aşırı sağcıların çıkardığı, 10’dan fazla kişinin ölümüne ve hükümetin devrilmesine neden olan 6 Şubat 1934 olaylarının ardından Fransız Komünist Partisi üyesi oldu. Ayrıca Ermenistan’a Yardım Komitesi’ne (HOC) katıldı. HOC, Sovyet Komünist Partisi’nin desteklediği bir oluşumdu. HOC’ta hemen fark edildi. 1935’te örgütün iki numaralı ismi oldu. Yazıya karşı yeteneği ve ilgisi, onu örgütün gazetesi Zangou’nun genel yayın müdürlüğüne taşıdı. Zangou, Erivan yakınlarındaki bir nehrin adıydı.
Meline’yle tanışma
O günlerde Meline Soukemian ile tanıştı. Meline 1913 İstanbul doğumluydu. Osmanlı Posta İdaresi’nde çalışan babası, annesiyle birlikte 1914 olayları sırasında öldürülmüştü. Meline I. Dünya Savaşı sırasında Yunan işgali altındaki İzmir’e, mübadele döneminde ise Selanik’e götürüldü. 1926’da Marsilya’ya gitti. Göçmen kaydı sırasında soyadı Soukemian yerine yanlışlıkla Asaduryan olarak yazıldı.
Bir süre sonra Paris’e yerleşen Meline, Louvois Sokağı 8 numarada küçük bir odada yaşıyordu. Ev sahipleri ileride “Fransa’nın Frank Sinatra’sı” diye anılacak olan Charles Aznavour’un annesi Knar ve dayısı Mişa’ydı. Meline de Misak Manuşyan gibi HOC’ta çalışıyordu. Bir gün tanıştılar. İki sanatsever hemen kaynaştı. Beraber sinemaya, operaya gitmeye başladılar. Kısa sürede sevgili olmuşlardı. Paris’in 14. Mahallesi’nde Plantes Sokağı 79 numaraya yerleştiler.
1936’da İspanya İç Savaşı patlak verdiğinde, Misak Manuşyan İspanyol Cumhuriyetçilere katılmak istedi. Fakat izin alamadı. Andre Malraux’nun kurduğu yardım komitesine katılmakla yetindi. Yönettiği Zangou gazetesinde göçmen ve işçi sınıfının yaşadığı zorlukların yanı sıra İspanya’daki olaylara da geniş yer verdi. İspanyol faşistlere karşı savaşan Cumhuriyetçilerin mektupları Zangou’da yayımlanıyordu. Arles kentinde yapılan antifaşist kongreye Fransız Komünist Partisi delegesi olarak katılmıştı. Parti içinde de sivriliyordu.
1930’ların sonlarına doğru Avrupa’da faşizm, SSCB’de Stalinizm rüzgarları esiyordu. Stalinisitler 1937’de HOC’u kapattı. Zangou’nun yayınına son verildi. Ama Manuşyan ve arkadaşlarının pes etmeye niyeti yoktu. Dr. Haic Kalciyan’la birlikte Fransız-Ermeni Halk Birliği’ni kurdu.
İlk tutuklanışı…
1939’da savaş tamtamları çalmaya devam ederken Almanya ve SSCB saldırmazlık anlaşması yaptı. Bunun üzerine Fransa’da Edouard Dalladier hükümeti Fransız Komünist Partisi ve tüm uzantılarını yasaklama kararı aldı. Misak ve Haic’in kurduğu birlik de bu kapsamda kapatıldı. Hemen ardından polis art arda tutuklamalara başladı. Dr. Kalciyan ve Manuşyan da tutuklanıp Paris Sante Hapishanesi’ne konuldu.
Nazilere karşı savaşta işe yaramaz hissetmek Misak Manuşyan’a ağır geliyordu. Hapishane komutanı albaya bir mektup yazıp gönüllü olarak savaşa gitmek istediğini bildirdi. Birkaç gün sonra Batı Fransa’da Colpo kışlasına gönderildi. Alman sınırına uzak Colpo’daki işi, askerlere beden eğitimi dersi vermekten ibaretti.
Nazi Almanyası’nın Fransa’yı işgal harekatı 10 Mayıs 1940’ta kuzeyden başladı. Sadece 35 gün sonra, 14 Haziran 1940’ta Alman askerleri Paris’e girdi. 22 Haziran’da Fransa resmen teslim oldu. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’un ardından Fransa da neredeyse tek kurşun atmadan pes etmişti. (Bu garip duruma Fransızlar ‘komik savaş’ (drole de guerre), İngilizler ‘uyduruk savaş’ (phoney war), Almanlar ise ‘oturduğu yerden savaş’ (sitzkrieg) adını veriyordu.)
“Komik savaş” biter bitmez Misak Manuşyan’ın terhis edilmesi gerekiyordu. Öyle ya, Fransız ordusu tasfiye edilmişti. Ama öyle olmadı. Misak’ın tornacılık bildiğini öğrenen Almanlar onu Mans kenti yakınlarındaki bir fabrikaya gönderdi. Fabrika yerleşkesinden çıkması veya seyahat etmesi izne bağlıydı. Orada başka bir Ermeni’ye, Garabedyan’a rastladı.
Fabrikadan firar
O sırada Meline, Paris’te Nazi karşıtı yayınlarla ilgileniyordu. Üstelik hamileydi. Tutuklanmaktan korktuğu için Misak’la Garabedyan’ın eşi vasıtasıyla mektuplaşıyordu. Misak, Meline’nin Mans’a, yanına gelmesini istiyor, çocuğu aldırmasından korkuyordu. Ancak Meline umutsuzdu, komünist geçmişi olan bir yabancının seyahat izni alması imkansıza yakındı. Zor kararı verdi, kürtaj oldu.
Haberi alan Misak’ın canı çok sıkıldı. Fabrikadan kaçmaya karar verdi. Bisikletle gezmek üzere izin aldıkları bir gün Garabedyan ile bir kamyona atlayıp eşyaların arasına saklandılar. Ver elini Paris! 1941 başında döndüğü Paris’te ilk iş olarak Ermeni dostlarıyla bir araya geldi. Yaptıkları değerlendirmelere göre, saldırmazlık anlaşmasına rağmen Almanya-SSCB savaşı kaçınılmazdı. Ama Avrupa’nın kaderini değiştirecek olan bu savaşın başlamasını bekleyemezlerdi. Birkaç ay önce başlayan Direniş Hareketi’ne katılmaya karar verdiler. Misak, direnişçi Ermeniler arasında sorumluluklar üstlendi. Meline ise gündüzleri direnişte çalışıyor, geceleri ise muhasebe işi yaparak para kazanmaya çabalıyordu.
Yine tutuklandı…
Almanların SSCB topraklarına girdiği 22 Haziran 1941’de Fransa’da da komünist avı başladı. Bir gecede 7 bin kişi tutuklandı. Misak Manuşyan da aralarındaydı. Tutuklular at taşınan trenlerle Paris’in kuzeydoğusundaki Compiegne’ye götürüldü. Ancak kısa süre sonra işbirlikçi Fransız polisinin büyük bir işgüzarlık yaparak ihbar işini abarttığı ortaya çıktı. Komünist diye tutuklananlar arasında son Rus Çarı’nın eski subayları bile vardı. Almanlar işin içinden çıkamayıp herkese bir ifade formu dağıttı. “Komünist değilim” diyen, aleyhinde somut delil yoksa bırakıldı. Misak da 8 Eylül’de Paris’e döndü. Esaret üç ay sürmüştü. Döner dönmez Meline ile yeni bir eve taşındılar.
Misak savaş başlamadan önce Göçmen İşçi Örgütü’ne (MOI) üye olmuştu. Direnişe katılımı da bu örgüt üzerinden oldu. MOI’nin en tepedeki üç yöneticisinden biriydi. İlk eylemlerini Levallois Köprüsü’nün yanındaki SS kışlasında yaptılar. Alman askerleri her sabah “Deutschland Uber Alles” marşını söyleyerek uygun adım kışladan çıkıyordu. Birkaç partizanla kışlanın önüne gelen Misak el bombasını yürüyen askerlerin arasına fırlattı. Yedi-sekiz asker ölmüş, onlarcası da yaralanmıştı. Ekip, kayıp vermeden güvenli yere döndü. Misak’ın soğukkanlı davranışları büyük övgü toplamıştı. Kısa sürede yükseldi. Artık emrinde yüzlerce kişiden oluşan dört grup vardı: Özgürlük, Victor Hugo, Çapayev (Kızıl Ordu’nun savaş kahramanı komutanı Vasili Çapayev) ve Stalingrad grupları.
Misak ve ekibindeki partizanlar yüzlerce eyleme imza attı. Demiryolu sabotajı konusunda çok başarılıydılar. Paris-Reims, Paris-Cherbourg, Paris-Troyes gibi hatlarda onlarca treni ya havaya uçurdular ya da raydan çıkartıp tahrip ettiler. Ancak en etkili eylemleri Paris’teki Alman komutanlığının en tepesindeki iki isme yönelik oldu.
Generale suikast
General Ernst von Schaumburg, Paris ve çevresinin kumandanıydı. Gittikçe sıklaşan infazlar nedeniyle Paris halkı büyük bir kin besliyordu ona. Direniş infaz kararı aldı, görev Misak Manuşyan’ın ekibine verildi. Boulogne Ormanı’nda lüks bir malikanede kalan General, her sabah Rue de Rivoli’deki karargaha geliyordu. Arabasında şoförünün yanı sıra bir astsubay ile bir de yüksek rütbeli subay bulunuyordu.
Manuşyan eylemde bomba kullanılmasına karar verdi. Hepsinin işini tek seferde bitirmeliydi. Paul-Doumer Caddesi ile Nicolo Sokağı’nın köşesinde, arabanın dönüş için yavaşladığı noktada saldıracaklardı. Görevi üstlenen iki partizan planı harfiyen yerine getirdi. 28 Temmuz 1943 sabahı tam da belirlenen noktada generalin makam otosu havaya uçuruldu. İlk haberlere göre otomobildeki tüm Alman askerleri ölmüştü. Daha sonra Generalin arabada olmadığı iddia edildi. Yine de olaydan sonra Alman yönetiminde panik, Paris halkı arasında da sevinç havası vardı. (Bu olayın sırrı 22 yıl sonra çözüldü. Le Monde gazetesi 27 Şubat 1965’te verdiği bir haberde “General von Schaumburg Manuşyan’ın ekibince öldürülmedi. 4 Ekim 1947’de ağır hasta olarak yattığı Hamburg’daki bir hastanede öldü” ifadesini kullandı).
Her ne kadar kesinleşmese de von Schaumburg suikastı başarılı olunca yine önemli bir Alman görevlinin infaz işi Manuşyan’ın ekibine verildi: 600 bin kişinin Almanya’daki çalışma kamplarına gönderilmesini örgütleyen Julius Ritter’di bu kez hedef. 1942’de Hamburg’da yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu Ritter: “Ermeniler Ari ırktan değildir. Onları da Yahudi gibi kabul etmek gerekir.”
Ritter’e suikast
Partizan istihbaratı Ritter’in makamına gitmek için her sabah 8.45’te Trocadero’nun önünden geçtiğini tespit etti. Tarih belirlendi, 28 Ekim 1943. Dört kişilik Partizan ekibi o sabah tam vaktinde yerini aldı. Bu kez tabanca kullanılacaktı. Partizan Celestino Alfonso arabanın arka koltuğuna doğru art arda ateş etti. Ritter yaralanmıştı ama arabadan çıkıp silahını ateşlemeye çalıştı. Daha atik davranan partizan Marcel Rayman revolveriyle birkaç el ateş ederek işini bitirdi. Onlara eşlik eden Fontana ve Leon da dahil olmak üzere dört partizan olay yerinden kaçmayı başardı. Ritter suikastı çok ses getirdi. Yakın dostu Hitler, Almanya’da bir günlük yas ilan etti. Meline Manuşyan “Bir Özgürlük Tutsağı: Manuşyan” adlı kitabında bu büyük eylemlerin ardından eşinin halini şöyle anlatıyor:
“Böyle eylemlerden sonra derin bir tatmin duygusuyla dolardık daima. Geri kalan her şeyi unutmak ve kendimizi yeniden hatırlamak mümkünmüş gibi gelirdi. Manuş, tanıdığım o eski Manuş olurdu. Mütebessim, neşeli hatta… Mutlu olabilirmişim gibi gelirdi bana. Manuş gevşemiş olurdu, her anını zevkle paylaştığımız bir keyif yaşardık. Ne yazık ki hiçbir zaman bir günden fazla sürmezdi bu; zira vakit kaybetmeden hazıranacak başka eylemler, göğüs gerilecek başka tehlikeler ve ulaşılacak yeni hedefler olurdu.”
Manuşyan’ın nasıl bir lider olduğunu da Direniş’te onunla birlikte 18 ay geçiren Henry Karayan anlatıyor:
“İyi bir atlet, sporcuydu. İyi biriydi, insanları dinlerdi. Çok akıllı bir direniş vizyonuna sahipti. Çılgın kahramanlar istemiyordu. İntihar eylemlerine izin vermezdi. Bir operasyona sadece güvenliyse komuta ederdi. Haftada iki kez buluşurduk. Her görüşme planlanır, birimizin bir engeli varsa telafi randevusu verilirdi. Bir sokakta birbirimizin yanından geçer, takip edilmiyorsak arkamıza bakardık. Konuşmak için önceden belirlenmiş başka bir sokakta buluşurduk. Küçük eylemler için üç kişilik ekipler kurardı. Birinde el bombası, diğerinde ilkini korumak için tabanca. Üçüncü kişi olay yerinin yakınında bisikletiyle beklerdi.” Manuşyan liderliğinde Partizan’ın Göçmen İşgücü bölümü Paris’te günde bir veya iki saldırı yapar hale geldi. 1.500 ila 2 bin arasında Alman askeri, 200’den fazla Alman subayı öldürüldü. 13 tren sabotajı gerçekleştirildi.
Misak 1943 sonbaharında, Paris’teki Göçmen İşçi direnişinin askeri komiseri oldu. Hiyerarşik olarak üzerinde sadece Joseph Epstein vardı. Ekibinde Macar, Rumen ve Polonya Yahudileri, İspanyol ve İtalyan komünistleri, Fransızlar ve Ermeniler yer alıyordu.
Ama ne yazık ki işler Almanlar yenilene kadar üst üste başarılarla devam edemezdi. Direniş eylemleri Paris’teki Alman karargahının bir numaralı konusuydu. Sokaktaki Alman askerinin saldırı korkusunu yenmek zorundaydı Nazi komutanları. Alman karargahı Fransız polisinden yardım istedi. Almanya’nın en iyi polis müfettişleri Paris’e getirildi. Aralarında Polizei Führer SS Oberg Hoherer de vardı.
Hainler ele verdi…
Henry Karayan’ın anlatımına göre çember daralmaya başlamış ve idam korkusu bazı direnişçilerin Almanlarla işbirliği yapmasına yol açmıştı. Göçmenlerle irtibatlı çalışan Francs-tireurs de Paris grubunun siyasi şube başkanı Joseph Dawidowitz ve aynı grubun irtibat subayı Roger’in bazı belgeleri Almanlara verdiği öğrenildi. Alman müfettişler Manuşyan ve ekibinin göçmenlerden oluştuğunu tespit edip, savaş öncesi göç listelerini incelediler. Önce, herhangi bir işi olmayanları ve bekarları takibe aldılar. Mahallelerde iz sürdüler. Gündüzleri izleyip, geceleri tutuklama yaptılar.
Meline’nin anlatımıyla “İşinde şans faktörüne binde birlik dahi yer bırakmayan” Manuşyan da tedirgindi. Bazı direniş yöneticilerinin beklenenle pek uyuşmayan davranışlarının tuhaflığını sezmişti. Özellikle de Francs-tireurs de Paris’den Roger’in… Manuşyan takiplerin sıklaştığını, eylemlere ara vermek gerektiğini söylemişti Roger’e. Polonya asıllı Roger buna öfkelenmiş, bunu yaptıkları takdirde hain ilan edilecekleri cevabını vermişti. Dawidowitz’in Paris Emniyet Müdürlüğü’ne girerken görüldüğü iddiaları da iyice canını sıkmıştı.
Baskı nedeniyle eylemler durma noktasına gelmişti. Buna rağmen 26 Ekim’de bir otelde, 30 Ekim’de ise bir restoranda eylem gerçekleştirdiler. 1 Kasım’da ise tüm askeri faaliyetler durduruldu. Manuşyan, 3 Ermeni, 3 İtalyan ve 3 Fransız partizanı yanında tutup ekibin kalanını dağıttı.
L’Affiche Rouge…
Nazilerden korkan göçmen topluluklarının yardımları durdurması nedeniyle direnişçiler sıfırı tüketmişti, karınlarını dahi doyuramıyorlardı. Grubun kızağa çekilerek Paris dışına götürülmesi için para gerekiyordu. Misak Manuşyan 1943 Kasım ortasında Paris’in banliyösündeki bir işi için sokağa çıktı (Meline Manuşyan’a göre bir eylem için yoldaşlarıyla buluşacaktı ve günlerden 16 Kasım’dı. Yoldaşlarından Arsen Çakaryan ise 1986’da yayınlanan kitabında tarihin 15 Kasım olduğunu, Manuşyan’ın kod adı Gilles olan amiri Joseph Epstein ile partizanların tahliyesi için buluşacağını yazdı).
Evry Petit-Bourg istasyonunda trenden indiğinde saat 15.15’ti. Birkaç adım atar atmaz istasyonun dört bir yanına gizlenmiş bir düzine polis üzerine çullandı. Kelepçelenip bir arabaya konuldu. “Nazilerin bir numaralı düşmanı” doğruca Paris’e götürüldü (Çakaryan aynı anda Joseph Epstein’in de tutuklandığını yazdı. Meline’nin kitabına göre ise Joseph Dawidowitz Manuşyan’ı teşhis etmek için polislerle birlikte oradaydı).
Manuşyan ve 22 arkadaşı (23’ler) Paris’te bir süre sorgulandıktan sonra kentin güneyindeki banliyölerden Fresnes’deki bir hapishaneye götürüldü. Ağır işkence altında üç ay sorgulandılar. Ağızlarından pişman olduklarına dair tek kelime çıkmadı, sık sık kendilerine kucak açmış olan Fransa’ya karşı görevlerini yerine getirdiklerini söylüyorlardı.
O sırada Naziler, tamamı göçmen olan 23’lerin yakalanışını propaganda için kulandı. 23’ler için hazırlanan ünlü L’Affiche Rouge’da (Kızıl Afiş) Manuşyan’dan “çete lideri” diye söz edilirken, ekibi için de “suç ordusu” tabiri kullanıldı. “Fransızlar öldürüyor, yağmalıyor, çalıyor, sabote ediyorsa eğer, emirleri veren daima yabancılar, infazları gerçekleştiren daima işsizler ve profesyonel katiller, onlara bu fikirleri aşılayanlar daima Yahudiler” cümlesi de afişte yer alıyordu. Kızıl afişlerden 15 bin adet bastırılıp Paris merkezindeki tüm sokaklarda duvarlara yapıştırıldı. 23’lerin davası 19 Şubat 1944’te Rue de Rivoli Sokağı’ndaki Continental Oteli’nde başladı. Otel, Meline ile Misak’ın savaştan önce sık sık gidip dolaştıkları, bankta oturup sohbet ettikleri Tuileries Bahçeleri’nin tam karşısındaydı.
Almanlar mahkemeyi de bir propaganda aracı olarak kullanıp, Paris’in önemli isimlerini duruşmaya davet ettiler. Her oturumda, sanıklara ayrılan bölmeye ilk giren isim Manuşyan’dı. Her seferinde küfürlerle karşılandı: “Haydut, katil, utanmaz, hayasız”… İşbirlikçi Fransızlar üstlerine düşeni yapıyorlardı. Tüm gazeteler gibi işbirlikçi Le Matin gazetesi de duruşmayı üç gün boyunca manşetten verdi. Gazetenin birinci sayfasında, 23’lerden “Katil” olarak bahsedilip “Çoğu doğru dürüst Fransızca bile konuşamıyor. Bunlar mı Fransa’yı kurtaracaktı?” gibi aşağılayıcı ifadeler kullanılıp, Fransızca hatalarıyla dalga geçti Le Matin.
Duruşmanın son günü 21 Şubat 1944’te Manuşyan’a son sözleri soruldu. İrticalen konuştu Misak: “Alman halkına asla karşı değilim. (Duruşma heyetine dönerek) Size ise söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi rolünüzü oynama sırası sizde. Elinizdeyim. (Küfür eden Fransız izleyicilere dönerek) Fakat size gelince… Sizler Fransızsınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız. Siz Fransız uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik.” Bu sözler Cezayir Radyosu tarafından yayınlandı, BBC ise Manuşyan’ın tüm eylemlerini dinleyicilerine aktardı.
21 Şubat 1944’te açıklanan karar zaten baştan belliydi: 23’üne de idam. Mahkeme başkanının af dilemeyi düşünüp düşünmediklerini sormaları üzerine, 22 kişi Manuşyan’a doğru baktı ve hemen sonra cevap sanki tek bir ağızdan çıktı: “Hayır.” Alman yargılama prosedürüne göre infazlar karardan günler hatta haftalar sonra uygulanıyordu. Ancak bu kez Naziler işi sıkı tuttu. Aynı gün infaz için Boulogne Ormanı’nın kuzeybatısındaki Valerien Tepesi’ne götürüldüler. Papazlar ve Kızılhaç öğleden sonra mahkumları ziyaret etti. Hepsi yakınlarına birer mektup gönderme imkanı buldu bu sayede.
Ve 23’lerin infazı…
22 mahkum, 15.00 sularında direklere bağlandı. Hava güzel, güneşliydi. Celestino Alfonso ve Misak Manuşyan gözlerinin bağlanmasını istemedi. Birkaç dakika önce Meline’ye yazdığı mektupta dediği gibi “güneşe ve güzelim tabiata bakarak ölmek istiyordu”. O şekilde can verdi Adıyamanlı Misak, Valerien Tepesi’nde. Ölüme mahkum olan tek kadın Olga Bancic’in cezası o gün infaz edilmedi. Çünkü Fransız yasalarına göre kadınların kurşuna dizilmesi yasaktı. Bancic Stuttgart’a götürüldü. 10 Mayıs 1944’te başı baltayla kesilerek idam edildiği gün 32 yaşına basmıştı.
Louis Aragon’un unutulmaz şiiri ve Ferre’nin şarkısı…
1948’de Ermenistan’ın başkenti Erivan’a giden Meline Manuşyan, vatanında Fransızca ve edebiyat öğretmenliği yaptı. Misak’ın hatıraları ve vasiyetiyle de ilgileniyordu. Misak’ın şiirlerinden oluşan birkaç kitap yayımlatmayı başardı. 1954’te ünlü Fransız şair Louis Aragon’a bir mektup göndererek eşinin şiirlerine önsöz yazmasını rica etti. Misak’ın infaz öncesi kendisine yazdığı mektubun bir kopyasını Aragon’a yolladı. Savaş sırasında direniş hareketini destekleyen komünist yazar Louis Aragon, Misak Manuşyan’ın hikayesini biliyordu. Tekrar okuduğu mektuptan çok etkilendi ve “Strophes pour se souvenir” adlı şiiri yazdı. Bu şiir ünlü Fransız sanatçı Leo Ferre tarafından seslendirildi. Leo Ferre’nin “L’Affiche Rouge” adlı şarkısının videosunu alttaki QR kodu okutarak izleyebilirsiniz.
Kurşuna dizilmeden önce Meline’ye yazdığı mektup
Canım Meline’m, sevgili küçük yetimim, Birkaç saat içinde artık bu dünyada olmayacağım. Bugün öğleden sonra 15.00’te kurşuna dizileceğiz. Başıma gelen bir kaza gibi bu. İnanamıyorum ama yine de seni bir daha göremeyeceğimi biliyorum. Sana ne yazabilirim? Kafamda her şey karmakarışık, aynı zamanda da çok açık.
Gönüllü asker olarak Kurtuluş Ordusu’na girmiştim. Zafere ve hedefe iki adım kala ölüyorum. Bizden sonra yaşayacaklara ve yarının özgürlüğünün ve barışının güzelliklerini tadacaklara ne mutlu. Fransız halkının ve tüm özgürlük savaşçılarının hatıramıza saygı göstereceklerine eminim. Ölüme bunca yaklaşmışken ne Alman halkına ne de başka bir kimseye kin duymadığımı ilan ediyorum, herkes layık olduğu cezayı ve mükafatı bulacak. Alman halkı ve diğer bütün halklar çok sürmeyecek olan savaşın ardından barış içinde ve kardeşçe yaşayacaklar. Ne mutlu onlara…
Seni mutlu edemediğim için derin bir pişmanlık duyuyorum. Bir çocuğumuz olsun çok isterdim, senin de hep istediğin gibi. Onun için senden ricam savaştan sonra muhakkak evlenmen, beni mutlu etmek ve de son arzumu yerine getirmek için bir çocuk yapman. Seni mutlu edebilecek biriyle evlen. Neyim var neyim yok hepsini sana, ablana ve yeğenlerine bırakıyorum. Savaştan sonra karım olarak savaş dulu aylığı bağlatabilirsin, zira Fransız Kurtuluş Ordusu’nun nizami bir askeri olarak ölüyorum.
Hatıramı yaşatacak olan dostların yardımıyla, okunmaya değer şiirlerimi ve yazılarımı bastır. Anılarımı mümkünse Ermenistan’daki akrabalarıma ulaştırırsın. Birazdan yoldaşlarımla birlikte, vicdanı rahat bir insanın dinginliği ve cesaretiyle öleceğim; zira kişisel olarak kimseye kötülük etmedim, ettimse de kin ve nefret duymadan ettim. Bugün hava güneşli. Güneşe ve onca sevdiğim güzelim tabiata bakarak hayata ve sizlere, sen çok sevgili karıma ve sevgili dostlarıma veda edeceğim. Bana kötülük eden ve kötülük etmek istemiş olan herkesi affediyorum, kendi postunu kurtarmak için bize ihanet edenler ve bizi satanlar hariç! Seni ve ablanı, beni uzaktan veya yakından tanımış olan tüm dostları sıkıca kucaklıyor ve göğsüme bastırıyorum. Elveda. Dostun, yoldaşın, kocan. Manouchian Michel djanigıt
Not: Plaisance Sokağı’ndaki bavulda 15 bin frankım var. Alabilirsen borçlarımı öde, kalanını da Armen’e ver. M.M. (*) Misak Manuşyan, Fransa’da Michel ismini kullanıyordu. Mektuptaki imza Ermenice’de “cancağızın” anlamına gelen sözcükle bitiyor.
“23 partizanı ihbar edenler kimdi?” tartışması
1962’de Fransa’ya dönen Meline Manuşyan, Misak’ın hatıralarıyla yaşamını sürdürüyordu. Eşine ihanet edenler, kendi canlarını kurtarmak için onu ve 22 arkadaşını ölüme yollayanlar aklından çıkmıyordu.
Bunu bir film haline getirme projesi 1983’te sonuç verdi. Belgesel yönetmeni Mosco Boucault ile yaptığı çalışmalar sonucu “Emekli Teröristler” adlı belgesel ortaya çıktı. Filmde, Misak Manuşyan’ın beş yoldaşı hatıralarını anlatıyordu.
Film daha gösterime girmeden büyük tartışma yarattı. Çünkü beş tanığın anlatımına göre Manuşyan ve arkadaşlarını ele verenler o dönemin Fransız Komünist Partisi üst düzey yönetimiydi. Özellikle de FTP-MOI örgütünün siyasi komiseri Boris Holman ve Jean Jerome suçlanıyordu. Bu savı destekleyenlere göre, 1943 sonlarında Almanya’nın savaşı kaybedeceği belliydi ve Fransız Komünist Partisi, direniş sonundaki zaferi daha Fransız göstermek için göçmenleri “tarihten silmeyi seçmişti”. İşin ilginç yanı Fransız Komünist Partisi’nin yayın organı L’Humanite gazetesi 1945’ten sonraki 10 yıl Manuşyan isminden bir kez bile bahsetmemişti. Bunun üzerine Fransız kamuoyu bu olayı “Manuşyan Vakası” diye tartışmaya başladı.
Filmin gösterimine tam iki yıl izin verilmedi. Bu sansürün arkasında da Fransız Komünist Partisi’nin olduğu ortaya çıktı. Daha sonra filmin akıbeti için bir yüksek kurul oluşturuldu. Kurul, cevap hakkı tanınmadan filmin yayınına izin vermedi. Ancak Martin Karmitz adlı bir film dağıtıcısı, 14 Temmuz Bastille Günü’nde filmin pek çok salonda gösterimini sağladı.
Tartışmalar basında devam ediyordu. Film bir süre de 10 dakikaya yakın kısmı sansürlenerek oynatıldı. 1989’da üç önde gelen tarihçi Stephane Courtois, Denis Peschanski ve Adam Rayski direniş ve Fransız polisi arşivlerini inceleyerek filmde Fransız Komünist Partisi’ne yöneltilen suçlamaların geçersiz olduğu kanısına vardı. Heyet, Manuşyan’a ihanet eden ismin idamdan kurtulmak isteyen Joseph Dawidowitz olduğuna karar verdi. Fransa’nın sosyalist Cumhurbaşkanı Mitterand’ın kişisel kotasını kullanarak Meline Manuşyan’a Legion d’Honneur vermesi, Fransız Komünist Partisi’nin efsanevi ismi George Marchais’nin 1989’da Göçmen İşçiler Örgütü adına yapılan bir anıtın açılışına Meline’yi davet edip samimi görüntüler vermesi hâlâ mahcubiyetin ifadesi olarak yorumlanıyor.
Efsanelerle yan yana olacak
Misak Manuşyan’ın hayat hikayesinde Sainte-Genevieve’nin de bir yeri var. Citroen fabrikasından çıkartılıp işsiz kaldığında, kendini geliştirmek için sık sık gittiği kütüphane Paris’in 5. Mahallesi’nde yani Quartier Latin’deki kütüphane Sainte-Genevieve’de bulunuyordu. Sainte-Genevieve ünlü Pantheon’a da ev sahipliği yapıyor. Kral XV. Louis’nin emriyle Sainte-Genevieve’de 1758’de temeli atılan bir kilise, o dönemin savaşları nedeniyle ancak 1789’da tamamlandı. Tam da Fransız Devrimi sırasında… Başa gelen devrim hükümeti, yapının kilise olarak açılmasına izin vermeyip Fransa’ya hizmet eden kişilerin gömüleceği bir anıt mezara dönüştürmeye karar verdi. Voltaire 1791’de, Jean Jacques Rousseau 1794’te Pantheon’a gömüldü.
Pantheon’a defnedilecek kişiler veya nakledilecek mezarlar Fransa Cumhurbaşkanı tarafından belirleniyor.
Bugün bu görevde bulunan Emmanuel Macron, hafta sonu aldığı bir kararla Meline ve Misak Manuşyan’ın mezarlarının Pantheon’a nakledilmesine karar verdi. Meline ve Misak Manuşyan, sekiz direnişçi yoldaşlarıyla birlikte idamlarının 80’inci yılı olan 21 Şubat 2024’te törenle Pantheon’a defnedilecek.
İstanbullu Meline ve Adıyamanlı Misak, Pantheon’da aralarında Victor Hugo, Emile Zola, Marie ve Pierre Curie, Alexander Dumas, Antoine de Saint Exupery, Jean Jaures, Jean Moulin, Jean Monnet, Andre Malraux, Simone Veil, Josephine Baker gibi Fransız kahramanlarla beraber uyuyacak.