06 Ocak 2025, Pazartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 04.01.2025 09:30 | Son Güncelleme: 04.01.2025 09:34

Haaretz yazarı Nechin yazdı: Netanyahu kendine Churchill diyor, tarih onu Miloseviç olarak hatırlayacak

Haaretz yazarı Etan Nechin, Netanyahu’nun Churchill ile kıyaslanmayı istemesine rağmen iktidara tutunmak için milliyetçilere sarılmasıyla, savaştan paye çıkarmasıyla ve UCM’nin hakkında çıkardığı tutuklama kararıyla Sırp lider Miloseviç’i hatırlattığını belirtti
Haaretz yazarı Nechin yazdı: Netanyahu kendine Churchill diyor, tarih onu Miloseviç olarak hatırlayacak

Temmuz ayında İsrail bir Gazze ateşkes ve tutsak anlaşmasının daha başarısız olmasının ardından protestolarla sallanırken Başbakan Binyamin Netanyahu, ABD Kongresi’ne konuşma yapmaya gidiyordu.

Ziyaret Netanyahu için sadece bir güç gösterisi olarak değil, aynı zamanda tarihi bir an olarak sergileniyordu. Yorumcular, Winston Churchill’in Kongre’ye en çok davet edilem rekorunu kırmasını kutluyordu. 4. kez gittiği Kongre’deki konuşması sırasında Netanyahu Churcill’e atıfta bulundu: "Bize gerekli araçları verin bir de işi bitirelim."

Bu tesadüf değil. Bir tarihçinin oğlu olan Netanyahu hep mirası ve imajı konusunda takıntılı oldu. Savaş dönemi görev yapan bir başbakan, yazar, usta konuşmacı olarak kendini sık sık Churchill’le kıyasladı. Kongre’deki konuşmasını bitirdikten sonra kimsenin kıyası anlamamasına mahal vermemek için Churchill büstüyle fotoğraf çekti.

Medyadaki hayranları da bu benzetmeyi desteklemeyi seviyor. Daha geçen hafta sağcı radyo sunucusu Naveh Dromi, Netanyahu'yu Churchill ile kıyaslayan dört dakikalık bir monolog yayınladı ve “Churchill Nazileri ABD'nin desteğiyle yendi; Netanyahu ise ABD'ye rağmen İran eksenini ortadan kaldırdı” iddiasında bulundu.

Ancak bir yıldır devam eden savaş, ölüm ve yerinden olmaya ek olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle hakkında çıkardığı yakalama kararına bakarsak, Netanyahu’nun yolu Churchill’den çok Slobodan Miloseviç’inkiyle örtüşüyor.

Tıpkı Netanyahu gibi Miloseviç de ilk yıllarında aşırıcı bir lider olarak görülmüyordu. Kariyerine pek de dikkat çekmeyen bir komünist memur olarak başladı. Ancak Netanyahu gibi o da Sırbistan'daki aşırı milliyetçi hareketleri sinik bir şekilde etkinleştirdi ve güçlendirdi, aşırılıklarını kendi amaçları için kullandı. Onların sadakatini sağlayabileceğine inanarak kurduğu anlaşma, bu kontrol edilemeyen güçler elinden kurtuldukça çözüldü ve nihayetinde ulusunu uçuruma sürükledi.

Hem Netanyahu hem de Miloseviç devletlerinin İkinci Dünya Savaşı sonrası kurucu değerlerinden uzaklaştılar: İsrail örneğinde mamlachtiut, özel çıkar grupları yerine tüm ulusun iyiliği için yönetim; Yugoslavya örneğinde ise “kardeşlik ve birlik”. Toplumsal gerilimlerden yararlanarak bölmek ve fethetmek, grupları birbirine düşürmek suretiyle elde edilebilecek gücün farkına vardılar.

Miloseviç ilk başta Sırp aşırıcılarla arasına mesafe koydu, hatta onları açık bir biçimde kınadı. Benzer şekilde Netanyahu bir zamanlar asla aşırı sağcı provokatör Itamar Ben-Gvir ve yerleşimci hareketiyle bir araya gelmeyeceğini söylüyordu. Netanyahu açıkça Ben-Gvir’in hükümetinde bakan olarak yer almayacağını söylemişti ve kampanya sırasında onunla sahne paylaşmayı bile kabul etmedi.

Siyasi talihleri döndüğünde duruşları değişti ve şiddet yanlısı milliyetçilerle ittifak kurmak iktidarı korumanın tek yolu haline geldi. Netanyahu, Ben-Gvir'i iç güvenlik bakanı olarak atama kararını NPR'ye “Görüşlerinin çoğunu değiştirdi” diyerek savundu ve bu hamleyi küçümseyerek ekledi: “Onlar bana katılıyor. Ben onlara katılmıyorum.”

Dayton Barış Anlaşması'nın ardından Slobodan Miloseviç başlangıçta Batı'nın bir miktar teveccühünü kazanmış olsa da ülke içinde giderek artan zorluklarla karşılaştı. Partisi, usulsüzlüklerle gölgelenen seçimlerde önemli kayıplar yaşadı. Buna karşılık olarak, Kosova'da vahşet uygulayan güçleri serbest bıraktı. Bunlar nihayetinde NATO müdahalesi ve bombardımanına giden yolları döşedi.

Netanyahu'ya gelince, yasal sıkıntıları ortaya çıktıktan sonra aşırı sağcılara yöneldi, onların potansiyel bir iktidar koalisyonunun parçası olarak ana akım siyasete girmelerine ebelik etti ve sonunda Ben-Gvir ile bir kampanya fotoğrafında gülümserken görüldü.

Her ikisi de kendi yönetimlerine yöneltilen suçlamaları ustalıkla saptırarak medya, muhalifler, milletvekilleri, yabancı provokatörler ve Müslümanlar gibi hedeflere yöneltti.

(1995’te) Rabin'in öldürülmesinin ardından kazandığı beklenmedik zaferden sonra Netanyahu derhal devlet başkanlığından Yahudi kimliğinin kendinden menkul savunuculuğuna geçiş yaptı. Güç sahibi bir hahama söylediği meşhur “Sol, Yahudi olmanın ne demek olduğunu unuttu” sözü, bırakın İsrailli Arapları, sokaklarda protesto eden milyonları bile kendi seçmen kitlesinin bir parçası olarak görmediğini açıkça ortaya koydu. Onun için mesele sadece İsrail'e karşı Hamas değil, aynı zamanda destekçilerine karşı ana akım liberal toplumdur.

Netanyahu'nun milliyetçiliği, Miloseviç'inki gibi ister içten gelen bir inançtan isterse gözü dönmüş bir oportünizmden kaynaklansın, Filistinlilere ve Araplara karşı duyduğu gerçek küçümseme aşikar. Miloseviç gibi o da kendisini İslam'a karşı savaşın ön saflarında yer alan bir lider olarak görüyor ve “Batı”nın savunucusu olarak konumlandırıyor. Netanyahu gibi Miloseviç de eylemlerini Avrupa'yı Müslüman “ordulardan” korumak olarak gerekçelendirmişti.

Miloseviç gibi Netanyahu da destekçilerinin yenilgileri zafer olarak algılamasını sağlayacak şekilde manipüle etti. Kaybettiği savaşlara rağmen, başarısızlıkları zafer olarak yeniden çerçeveleyerek siyasi olarak hayatta kalmayı başardı.

Miloseviç'in Kosova'nın kaybını Batı'ya karşı bir zafere dönüştürmesi gibi - Kosova'nın 1999'da fiilen kontrolü kaybederken teknik olarak Yugoslavya'nın bir parçası olarak kaldığını vurgulayarak - Netanyahu da benzer taktikler uyguladı. Sinvar ve Nasrallah suikastları, İran'daki bombalama operasyonları ve diğer askeri eylemler gibi eylemleri vurgulayarak 7 Ekim felaketini ve bunu takip eden bombardımanlar, yerinden edilmeler ve İsrail'in parya devlet haline gelmesiyle geçen bir yılı unutturmaya çalıştı.

Miloseviç’in iktidarı sırasında Sırp halkı, askeri başarılar ve Müslümanların oluşturduğu varsayılan tehdit hakkında sürekli bir medya anlatısı akışıyla beslendi. Savaşa yönelik her türlü eleştiri ya da zulmün kabulü katı yasalarla susturuldu; vatan düşmanı, moral bozucu ya da hainlik olarak nitelendirildi. Onu eleştirmeye cesaret eden birkaç medya kuruluşu kapatıldı ve hatta editörler hedef alındı.

Netanyahu'nun İsrail medyasını yeniden şekillendirmeye çalışması, gazetecilere ve eleştirel yayın organlarına yönelik saldırıları, tıpkı Miloseviç'in yaptığı gibi, muhalif sesleri ve güvenilir incelemeleri susturmak için özgür basını yok etmek anlamına gelse bile, anlatıyı kontrol etmenin iktidarı sürdürmek için gerekli olduğuna dair bir inancı yansıtıyor.

Her iki liderin rejimleri de adam kayırma ve yolsuzlukla anılıyordu/anılıyor. Slobodan'ın eşi Mira Marcovic, tıpkı bugün Sara Netanyahu'nun yaptığı gibi sert politikaların ve tavizlere karşı direncin arkasındaki sürücü güç olarak görülüyordu.

Ancak belki de en önemli ders, UCM tarafından çıkarılan bir tutuklama emrinin popülist demagogları alaşağı edecek sihirli bir hap olmadığı. Miloseviç'in düşüşü 1999'da çıkarılan tutuklama emrinin doğrudan bir sonucu olarak değil, Sırp halkının direnci ve yıllar süren zorluklar ve protestoların ardından ortaya çıkan birleşik muhalefeti sayesinde gerçekleşti.

Miloaeviç'in yenilgisinden sonra bile yeni lider Vojislav Koštunica, onu Lahey'e teslim etmekte tereddüt etti. Yolsuzluk, özellikle de Miloseviç'in devlet hazinesini 300 milyon dolar dolandırdığının ortaya çıkması, tutuklanması için dönüm noktası oldu. Netanyahu'nun rüşvet, dolandırıcılık ve güven ihlali suçlamalarının benzer şekilde liderliğine gölge düşürdüğü ceza davasında da bir paralellik ortaya çıkıyor. Her iki dava da siyasi hayatta kalma dürtüsü ile iktidarı elde tutmak için ülke halkını tehlikeye atma ve kurumlarını dağıtma isteği arasındaki tehlikeli kesişimi gösteriyor.

Bazıları UCM kararlarının uygulanamayacağı için anlamsız olduğunu savunuyor ancak burada konu Netanyahu'nun Londra'da tutuklanabileceği fikri değil. Sırbistan'da ve başka yerlerde olduğu gibi, liderini iktidardan uzaklaştırmak halkın elinde, yurtdışındaki mahkemelerin değil. Sırplar oylarıyla Miloseviç’i gönderdi. UCM bunun İsrail'de de gerçekleşmesi için ahlaki ve siyasi ivme sağlamalıdır. Bu karar İsrail'i desteklemenin Netanyahu'yu desteklemek anlamına gelmediğini, hatta ona karşı çıkmayı gerektirdiğini hatırlatıyor.