Şöyle bir problem var. İzlediğiniz atmosfer beğeniyi etkiliyor. O yüzden önce bunu ‘ayıklamak’ lazım. Vesile, Başka Sinema Ayvalık Film Festivali. Harika bir sonbahar öğleni. Mekan, eski Ayvalık kokan bir bina. Pandemi falan yok... Yani büyülü bir atmosfer. Film de bu romantizme uygun olarak içli ve şaşırtıcı. Üstelik animasyon. Hem de büyüklere! Vurulmamak zor. Bunu hesaptan düşerek okuyun. ‘Büyüklere animasyon’ demişken… İngilizce konuşan dünyanın bu ‘fenomeni’ keşfi, görece yeni. Komik ya da fantastik olmayan türden bahsediyoruz tabii. Yoksa Finding Nemo, Shrek, Miyakazi külliyatı falan amenna. Ama mevzumuz kitaplaşmış haline “grafik roman” denilen, içli içli, zeki, estetik ve yaratıcı eserler. Batı Avrupa, hele de Fransa çoktan keşfetmiş, evet. Daha 60’larda Jica’yı (Animasyoncular Birliği gibi bir şey) kuruyorlar, on yıllardır Annecy Film Festivali var vs. Ama İngilizce keşfedince dünyanın geri kalanı da keşfetmiş sayılıyor ya, bu yüzden 2000’ler bir dönüm noktası. Böylece animasyonun sihirli dünyası 0-5 yaş grubunun tekelinden çıkıyor. Zaten Oscar’da animasyon başlığının açılması da 2000’lerin başı.
El’in vuslat arayışı
Orijinal ismi (ve dahi İngilizcesi) daha fiyakalı J’ai Perdu Mon Corps / I Lost My Body. “Aklım başından gitti”ye gönderme gibi. İsmi çeviride anlam kaybetse de ‘cismi’ çabuk içine alıyor. Çizimler hem yaratıcı hem etkileyici. Bazı sahneleri poster yap as. O kadar şık. Gerçi hikâye biraz beylik. Aşık Veysel misali, oğlan kıza varamıyor ve aşk oluyor. Ama ortada bir ‘el koyma’ hadisesi var, çünkü kesilmiş bir el başrolde. Heyecanla ‘nasıl oldu da oldu’yu bekliyorsun. İşte bu yüzden asıl çekiciliği polisiyesi. Sadece nereye bağlanacağı meselesi değil, el’in vuslat arayışını takip etmek de çekici. Yönetmeni/Yazarı Jérémy Caplin’in de ilk uzun metraj filmi bu. Uyarlandığı kitabın ismi Happy Hand. Yazarı Amelie’ye imza atan Guillaume Laurant. Bu senaryoda da parmağı var zaten. Bir şey daha söylemek spoiler’a girer, uzatmıyorum, ayıptır. Peki neden izleyelim? Bir kere ölçme biçmeden sınıfı geçmiş. IMDB Metascore’u 81, Rotten Tomatometer 96. Hem SİYAD’ın En İyiler Seçkisi’ne de girmiş. Şöyle havalı bir tanıtım cümlesi var: “Kendini keşif yolunda sıra dışı bir yolculuk.” Daha ne olsun!
Animasyonda dönüm noktası
Milenyumla birlikte art arda animasyon aparkatları geldi. Linklater’ın 2001’de ‘tıfıllık’ dönemi filmi Waking Life (Hayata Uyanmak). Sonra Chomet harikası acıklı Les Triplettes de Belleville (Belleville’de Randevu, 2003). Gene Linklater’ın Keanue Reeves’li, Winona Ryder’lı ama animasyon olan A Scanner Darkly (Karanlığı Taramak, 2006). Hemen sonrasında tozu dumana katan Satrapi’den Persepolis (2007). 2008’de asla çocuklara izletilmemesi gereken Orta Doğu üzerine harika psiko-drama Vals Im Bashir (Beşir’le Vals, 2008). İşte Netflix’e nihayet gelen Bedenimi Kaybettim de bu yeni dönemin örneklerinden biri.