İnsanın bedenini değil, ruhunu incelemek istiyorum” diyor Dünyanın En Kötü İnsanı’nın kahramanı Julie, filmin başında. Tıp eğitimini bırakıp psikoloji okumaya; ondan da bıkıp fotoğrafçılık öğrenmeye karar veren aklı karışık bir genç kız Julie. Aslında hepimiz öyle değil miydik ilk gençlik çağlarında? Elbette Ankara’da yaşayan bir gençle, Oslo’da yaşayan Julie arasında minik bir fark var: Bizler girebildiğimiz üniversitede okumaya mecburuz (Konuyu nerelere getirdin diyen iç sesimi duyuyorum). Okul değişiklikleri, yaşanan minik flörtler derken Julie’nin hayatına tanınmış bir çizgi roman yazarı/çizeri Aksel girer. Aynı evde yaşamaya başlayan Julie ve Aksel’in yaşadıklarını, bölümler halinde izlemeye başlarız. Bir kitapçıda çalışan, arada küçük edebi metinler yazan Julie’yle eğlenip güleriz. Klasik bir romantik komedi formatında başlayıp ilerleyen film, aldığı virajlarla neredeyse bir drama dönüşüyor. Yaş aldıkça, yaşananlar çoğaldıkça o romantik komediden eser kalmıyor. Julie de olgunlaşıyor. Tıpkı gerçek hayat gibi! Reprise / Tekrar (2006) ile başladığı kariyerinde sinemaseverlerin radarına giren ve her filmi merakla beklenen Joachim Trier’in son projesi, ilk kez Cannes’da izlendi. İlk günden itibaren çok konuşuldu ve merakla beklenen filmler listesinde üst sıralara yerleşti. Tekrar ve 2011’de çektiği Oslo, 31 Ağustos’la birlikte Oslo Üçlemesi adını verdiği serinin sonuncusu olan Dünyanın En Kötü İnsanı, diğer iki film gibi Oslo’yu da karakterlerden birine dönüştürüyor. Kent de sokakları, meydanları, tepeleri ve mekanlarıyla birlikte hikayeye adeta eşlik ediyor.
Haber Giriş: 19.11.2021 04:30 | Son
Güncelleme: 16.02.2022 15:17
Kuzeyden gelen romantik bir anti-romantik komedi
Norveç’in Oscar adayı Dünyanın En Kötü İnsanı geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Renate Reinsve ile tanışmak için harika bir fırsat