24 Nisan 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
Haber Giriş: 16.12.2022 04:30 | Son Güncelleme: 31.12.2022 10:17

“Biraz klasik olacak ama en güzel hediye kitap!”

Kulağa son derece klişe gibi gelmekle beraber kitap hayatımızda belki de en çok iz bırakan hediyelerden. Bunu biz değil, yazarlar, edebiyatçılar söylüyor. Üstelik aldıkları en güzel, tatlı hediyenin hikayesini de bizimle paylaşıyorlar
“Biraz klasik olacak ama en güzel hediye kitap!”

Esin Hamamcı

Nermin Yıldırım: Seri tamamlandı, biz evlendik

Birbirine kitap hediye etmenin çok özel yanları olduğuna inanıyorum. Hele de doğru kitabı, yani karşısındakine uygun olanı bulup verebiliyorsa insan. Bence bu onu ne kadar iyi tanıdığının bir nevi ispatı, sağlaması gibi. Hayatım boyunca çok kitap hediye ettim ve hediye aldım. Kişisel tarihimde aklıma gelen en özel kitap hediyeleri şöyle:

Üniversite yıllarımda arkadaşım Murat, bir Ahmet Hamdi Tanpınar hediye etmişti bana. İçinde yazarın imzası vardı. Kitabı Eskişehir Odun Pazarı Belediyesi’nin meyve, sebze, kıyafet ve arada bir iki tezgâhta da kitap satılan pazarından bulmuştu. Kitabın eşsiz bir mücevher ihtimamıyla kitaplığa yerleştirilişini hiç unutmuyorum. Diğer bir özel kitap hediyesi bir okurumdan gelmişti. Alice in Wonderland’in ilk basımı. Bulunması zor, nadir bir kitap. Ancak kitabı özel kılan sadece özel bir kopya olması değil, karşımdakinin bu eserle ayrı bir bağ kurduğumu bilecek, anlayacak kadar beni tanımış olması. Tüm hediyelerde esas olan bu değil midir zaten? Karşımızdakinin hediyesi üzerine kafa yorduğunu ve bizi düşündüğünü, hem de sahiden anlamaya çalışarak düşündüğünü bilmek... Ve son olarak eşim Joan bana çok sık kitap hediye eder. Sayesinde pek çok yazar ve kitapla tanışmışımdır. 15 sene kadar evvel –şimdi en sevdiklerimden olan- Corto Maltese ile de ilk kez onun sayesinde tanışmıştım. Bir Tuz Denizi Şarkısı’nı hediye etmişti bana ilk olarak. O zamanlar ayrı ülkelerde yaşıyorduk. Özlem çoktu, buluşmak zordu. Çok sık görüşemiyorduk. Her buluşmamızda bu çizgi roman serisinin bir kitabını daha getiriyordu bana. Biz görüştükçe tamamlanıyordu seri yavaş yavaş. Sonunda seri tamamlandı, biz de evlendik. Bence çok romantik bir hediyeydi.

Defne Suman: Saadet Halanın hediyesi ciltli kitabım benimle evden eve, ülkeden ülkeye gezdi

Büyük halam Saadet Gökberk, cumhuriyetin ilk yıllarında Arnavutköy Kız Koleji’nde okumuştu. Evinde muazzam bir Amerikan edebiyatı serisi vardı. Hepsi ciltli, 1910’lu yıllarda ilk baskısını yapmış İngiliz ve Amerikan klasikleri. Bu kitapları çiçek kakmalı, cevizden yapılma ahşap bir kütüphaneye dizmişti. Liseye geçip de iyi kötü İngilizce anlamaya başladığımda kütüphanenin önündeki halıda oturup kitapları elime alır, sayfalarını karıştırıp koklardım. Saadet hala kitapların değil onun evinden, salondan dahi çıkartılmasına izin vermezdi. 1992 yılbaşında, ben 17 yaşındayken bana, kilerinde sakladığı sedef rengi ince kağıtlara sardığı bir kitabı uzattı. Kâğıdı yırtmamak için müthiş bir çaba sarf ederek kitabı açtım: The Complete Works of William Shakespeare.

Shakespeare’in tüm eserlerini barındıran, Oxford Üniversitesi Press tarafından yayımlanmış dev bir cilt! Basım yılı 1919. Sevinçten dilim tutuldu. O sırada konservatuvara girip tiyatro okumak çok istiyordum. Okulun tiyatro kulübünde de Shakespeare’in On İkinci Gece’sini sahneye koyuyorduk. Tiyatrodan vazgeçtikten yıllar sonra edebiyata yöneldiğimde, insanlığın tüm hallerine dair Shakespeare’in bir şeyler yazmış olduğunu keşfettim. Saadet Halanın hediyesi ciltli kitabım benimle evden eve, ülkeden ülkeye gezdi. Bu satırları yazarken de elimin altında duruyor. Büyük halam yüz yaşına gelmesine iki sene kala, bir kış günü öldü. Çiçek oymalı kütüphanesini tüm kitaplarıyla beraber bana bıraktığını dünyanın uzak bir köşesinde, bir yılbaşı sabahı öğrendim.

Irmak Zileli: Meğer en çok iz bırakan hediyeymiş kitaplar

Lise yıllarımda dahil olduğum tiyatro grubundan arkadaşım Yankı, her doğum günümde bana kitap hediye ederdi. Herman Hesse’yi onunla tanıdım. Hesse’nin en sevdiğim kitabıdır Demian. Yankı’nın hediyesi olduğu için belki de. Bir kitabın bize gelişine vesile olan kişiyle özdeşleşmesi, kalbimizde onunla yakın yerlere konumlanması doğal olsa gerek. 1997 yılının ocak ayında, yine doğum günümde gelmiş bir hediye. Hediyenin sahibi şöyle yazmış ilk sayfasına, “İnsanın ve sevginin güzelliğine dair inancımı bir parça daha kuvvetlendirmişti Werther. Aşkıperver olmanın coşkusu ve gizemi bu denli yalın anlatılamazdı.” Notun notu da var: “Kitabın basıldığı yıllarda kendiliğinden moda olan Werther’in hırkasını hâlâ giyenler varmış. Aynı şekilde intihar sayılarında da bir artış olmuş.” Kurtlarla Koşan Kadınlar’ın da yeri bende ayrı.

30’lu yaşların armağanı bir dostumun hediyesi. Bengi’yle Kadıköy çarşıda gezerken, “Dur sana bir kitap alacağım” deyişini, Mephisto Kitabevi’ne girişimizi ve bu koca kitabı elime tutuşturuşunu (bu kez gözüm korkmamıştı neyse ki) ve sonraki günlerde kitabı elimden bırakamayışımı çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar yazmaya hazırlandığım Gözlerini Kaçırma’nın ve sonrasında da Gölgesinde’nin mayasında harcı olduğunu eminim Bengi de biliyordur. Bir kitap hediye ettiğinizde hesap etmezsiniz belki izleri nerelere kadar uzanacak, ne kadar uzun zaman kalacak o insanda, kitaplığında, zihninde, ruhunda… Meğer en çok iz bırakan hediye imiş kitaplar. Sayenizde ben de bunu fark ettim.

İsmail Güzelsoy: Sen böyle dalgalı şeylere meraklısın, senin olsun

Çıraklık yaptığım yıllarda, Cağaloğlu’ndaki o salaş kahvehanede bize hak ediş olarak verilen kitapları takaslardık. Çalıştığım matbaada o dönem seri halde fıkra kitapları basılıyordu ve ben bunları okumaya pek meraklı değildim. Bana verilen bütün kitapları takaslamaya karar vermiştim sonunda. Kahvehanede uzun pazarlıklar sonunda Orhan Kemal’in üç ve Poe’nun iki kitabını alıp eve dönmek üzereyken Poe’yu aldığım çırak arkadaş elime bir kitap tutuşturdu ve şöyle dedi: “Bunu kimse istemedi, hangi dilde olduğunu bilmiyorum, sen böyle dalgalı şeylere meraklısın, senin olsun.” Bir şey söylememe gerek kalmadan da savuşup gitti delikanlı.

O akşamdan başlayarak tam sekiz ay boyunca Tante Rosa’yla boğuştum. Anlamasam da hoşuma giden bir şey vardı orada. Anlamadığım şeyleri de sevmeyi öğrendim böylelikle. Bir insanın anladığı ve hoşlandığı şeyleri sevmesi kolay ama kendisine çok uzak hissettiği şeyleri hissedebilmesi, onlarla bağ kurabilmesi iyi bir edebiyatın başarabileceği bir tezgâh olsa gerek. Sevgi Soysal’a hep şükran duydum. Dönem dönem Tante Rosa’yı okurum hâlâ.

Mine Söğüt: İlk kez bana ait ama çocuklar için yazılmamış çok kalın bir romanım olmuştu

Dokuz yaşındayken doğum günümde annemin bir arkadaşı Victor Hugo’nun Sefiller romanını hediye olarak vermişti. İlk kez bana ait ama çocuklar için yazılmamış çok kalın bir romanım olmuştu. Çok heyecanlanmıştım. Kendimi “büyümüş” hissetmiştim. Romanı iştahla okumaya başlamış ve tabii ki hiçbir şey anlamamıştım. Sefiller’de yoksulluk ve adalet üzerine bir mesele anlatılıyordu ama ben okuduklarımı kavramakta zorlanıyordum. Kitap okumaya tutkuyla bağlı bir çocuk olarak büyüyordum ve okuduğumu anlamamak benim için büyük bir hayal kırıklığıydı. İnat ettim. Defalarca baştan sona ısrarla okudum o romanı.

Anlayana kadar… Ortaokula başladığımda Sefiller’i neredeyse ezbere biliyordum ve henüz 12 yaşında olmama rağmen yoksulluk ve adalet kavramlarına dair yaşıtlarımdan çok daha fazla ve farklı düşünüyor, dünyanın bütün yükünü omuzlarımda hissediyordum. Bana, yaşımı gözetmeden erkenden hediye edilen bu roman, aklımın ve vicdanımın şekillenmesinde Behrengi’nin masalları kadar etkilidir.

Menekşe Toprak: Gerçek yaşamdaki karanlığın en çok kitaplarla silindiğini biliyorum

12 yaşımdayım, üç yıldan beridir ailemin yanında Köln’de yaşıyorum. Kitap okumayı sevmemi ilgiyle takip eden ama elimdeki kitapların Türkçe olduğunu bilen sınıf öğretmenim yılbaşı bahanesiyle Almanca bir kitap hediye ediyor bana. Michael Ende’nin Bitmeyen Öykü romanı bu. Bu boyuttaki Almanca bir roman gözümü korkutmuyor değil hani. Ama okulların tatil olduğu o uzun kış günlerinde kendime dair en çarpıcı keşiflere vesile oluyor roman.

Kitap okumayı çok seven romanın kahramanı Bastian, onun bir antika dükkânından gizlice aldığı bir kitabı bir tavan arasında heyecanla okuması öyle tanıdık ki, Bastian büyülüyor beni. Okuduğu kitabın içine girip karanlığın karşısına aydınlığı getiren, dünyanın kurtarıcısı, hayalperest bir çocuk bu. Büyülüyor beni çünkü onda kendimi buluyorum: Bastian şişman bir oğlan, bense ufak tefek, cılız bir kızım. İkimiz de içinde bulunduğu ortamla uyumsuz, kitapların içine kaçan çocuklarız. O okuduğu romanın dünyasına girip karanlığa savaş açıyor, bense gerçek yaşamdaki karanlığın en çok kitaplarla silindiğini biliyor, okumayı bu yüzden seviyorum.

Bihter Sabanoğlu: 500 sayfayı gözümü kırpmadan hatmettim

Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’ne başladığım sene, doğum günümde, annemin yakın bir arkadaşı bana Choderlos de Laclos’nun Tehlikeli İlişkiler kitabını hediye etmişti. Kapağının Paris’te sosyal yaşamdan bir kesit yansıttığını, Monet resimlerini andırdığını, beyazlar giymiş şapkalı iki genç kadını sohbet ederken betimlediğini hatırlıyorum. Hediyeyi veren hanımefendi içeriğini soruşturmadan, sadece Fransızca öğrenmeye başladığım için hediye ettiği bu kitabı ertesi günü aklına takılıp da biraz araştırınca yaşım için pek uygun bulmamış, hatta pişman olmuş ve başka bir kitapla değiştirme sözüyle geri istemişti. Ben ise hediyeyi aldığım gece 500 sayfayı gözümü kırpmadan çoktan hatmetmiştim. İlk romanımda mektupların bu denli yer tutmasını Laclos’nun bu epistoler romanının bana verdiği heyecan, şaşkınlık ve keyfe bağlıyorum.

Hakan Bıçakcı: Benim için bir şeyleri değiştiren kitap, Sessiz Ev oldu

Etkilendiğim kitapların hemen hepsini kendim satın aldım. Kitapçılardan, sahaflardan, listeler yapıp kitap fuarlarından. Bu kitapları kendim keşfettim diyemem tabii ki. Çoğunu bir yerlerden, birilerinden duymuştum ama fiziksel olarak gidip alma kısmı bana düşmüştü. Hediye olarak aldığım kitaplar da oldu mutlaka ancak bunlar arasından özellikle hatırladığım çok fazla örnek yok. Yine de bu soruyla birlikte hafızamı yokladığımda net bir an geliyor aklıma. Lise yıllarında, bir arkadaşım Orhan Pamuk’un Sessiz Ev (1983) romanını hediye etmişti bana. Turuncu kapaklı bir baskıydı. Aslında o ara yazarın Yeni Hayat (1994) romanı çıkmıştı ve büyük ilgi görmüştü. Tabii ben o zamanlar (metalci bir ergen olduğumdan) ilgi gören, çoğunluğun beğendiği, çok satan eserlerle asla ilgilenmiyorum. Arkadaşım da muhtemelen dönemin en çok konuşulan kitabı olan Yeni Hayat yerine, yazarın yıllar önce çıkan başka bir kitabını almıştı bana yanlışlıkla. Böyle bir karışıklık olduğundan emin gibiyim.

Beğenmeyeceğimi, bir noktada sıkılıp o sever diye anneme vereceğimi düşünerek başladığım romanı hayranlıkla okudum. Son bölümünde gözlerimin dolduğunu da çok net hatırlıyorum. O zamanlar okuduklarımdan ne açıdan farklıydı tam olarak bilemiyorum ama farklı bakış açılarıyla ilerleyen bu sade romanın benim için fazlasıyla ilham verici olduğunu hatırlıyorum. O dönemin çok konuşulan romanı Yeni Hayat’ın ünlü cümlesi aklıma geliyor bunları düşününce: “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.” Benim için bir şeyleri değiştiren kitap, Sessiz Ev oldu.

Gündüz Vassaf: Hediye dediğin sürpriz olmalı

Yıllardır buluşmamıştık. Elif’le (Tanrıyar) sofraya oturduk. Tam sohbete koyulacağız telefonu çaldı. Rahat konuşabilsin diye kalkmalıyım… Hareketlenirken konuştuğu kişiye “O da zaten karşımda,” dedi. Konuşması bitmeden tanıdığım birkaç yazarın adı geçti. Yemek siparişi verildi. Artık hâl hatır sorabiliriz diye düşünürken, birden “En son size hangi kitap hediye edildi?” sorusuna ne diyeceğimi bilemedim. Kaç zamandır Caravaggio kitabımın inzivasında kimseyle ilişkim olmadı havasındayım. Gazete için hazırladıkları bir yazı için soruyorlarmış.

“Bana kimse kitap hediye etmedi,” dersem soruyu pas geçmiş olacağım. Dediğime ben de şaştım: “Bari siz bana bir kitap hediye edin.” Yemeğimiz bitti. Yakınlarda bir kitapçı var: Kohen Books & Coffee. Elif bana vereceği kitabı seçerken arkamı dönmemi istedi. Hediye dediğin sürpriz olmalı. Ayrıldıktan sonra itinayla paketlenmiş hediyemi açtım. İçinden bir kitap çıktı: Suat Aray’dan Bir Galatasaraylının Hatıraları.

Yaprak Öz: En güzel hediyenin kitap olduğuna inananlardanım

Hayatımda pek çok güzel hediye aldım. Fakat hiçbirisi, ilk kitabımın yerini tutamaz. Okumayı çok çabuk öğrendiğim için ilkokul öğretmenim tarafından hediye edilen bir kitaptı. Yetmişli yıllarda doğup büyüyenlerin aşina olduğu, Altın Çocuk Kitapları‘nın ofset kapaklı, ciltli, içi kurdele ayraçlı çocuk klasiklerinden biriydi kitap: Comtesse de Segur‘un Küçük Sophie adlı romanı. Annemle babam bana elbette o güne dek resimli kitaplar hediye etmişlerdi ama hayran olduğum, büyüyünce “o” olmak istediğim öğretmenimin bana hediye kitap vermesi, hem de “Ayşegül” serisinden, “Cin Ali”lerden farklı, kalın ve “gerçek” bir kitap hediye etmesi bambaşka bir mutluluktu. O mutluluğu hayatım boyunca unutmadım. Küçük Sophie’nin yaramazlık maceralarını okumayı, o okumanın tadını da. Kitap hediye almak, hediye vermek dünyanın en güzel duygularından birine sarıp sarmaladı beni hep ve en sevdiğim insanlara her fırsatta kitap hediye ettim çünkü en güzel hediyenin kitap olduğuna inananlardanım.