Çiler İlhan
cilerilhan@gmail.com Tol, Har, Merhume ve Delibo romanlarıyla tanıdığımız Murat Uyurkulak, bu defa ikinci hikaye kitabıyla karşımıza çıktı. Hoca, Baba, Amca, Ben (Can Yayınları) üç ayrı bölümde toplanmış metinlerden oluşuyor: Kitaba adını da veren “Hoca, Baba, Amca, Ben”, “Tuhaf Şahıslar Albümü”, “Ve Diğerleri” adlı bölümlerde Uyurkulak’ın 2017-2020 arası yazdığı toplam 23 öykü var. Hoca, Baba, Amca, Ben’deki hikayeler kitaplarınıza göre bir tık daha “hafif”, dil de romanlarınıza kıyasla daha “basit.” Bilinçli bir tercih mi, teknik mi, yazarken girdiğiniz ruh hali mi? Önce şunu söylemek isterim: Şahane hikâyecilerin yaşadığı ve yazdığı bir memlekette ben kendime “hikâye talimcisi” demeyi tercih ediyorum. Çok seviyorum hikâye okumayı ve yazmayı. Fakat daha ziyade “sipariş üzerine”, çoğunlukla popüler kültür mecralarına yazıyorum hikâyeleri. Hem keyif alıyorum hem biraz para kazanıyorum. Hikâyeler birikince bir dosyada topluyorum, yayıncıma gönderiyorum, editörlerim yayınlamaya değer görürse yayınlıyorlar. Biraz para da o sayede kazanıyorum. Bazuka da böyleydi. Hikâyede mutluluk verici bir tür “ferahlık”, “rahatlık” ve hareket alanı buluyorum. Keyifle, severek yazıyorum ama yine de bu benim “hikâyeci” olduğum anlamına gelmiyor. Gerçi ne kadar “romancıyım” ondan da çok emin değilim. Zira edebiyat benim için kendimi bazen sakinleştirdiğim, bazen gaza getirdiğim, şu berbat dünyaya biraz olsun katlanmamı sağlayan bir imkân daha çok. Edebiyatla ilgili bir iddiam yok. Okurlarım var, beni okuyorlar, buna hâlâ şaşırıyorum, çok da seviniyorum.