Bret Stephens / The New York Times
Hepimizin yaşamında silinmez tarihler vardır. Çocuğumuzun doğduğu, anne-babamızın öldüğü veya 11 Eylül gibi ulusal felaketlerin yaşandığı günleri unutmayız. Benim için o günlerden biri 19 Eylül 1985.
11 yaşındaydım. Mexico City’de yaşıyorduk. Sabah saat yediye doğru arabayla okula gidiyordum. Bir anda yol gidip gelmeye başladı. Uçuyor gibiydik. Neredeyse üç dakika sürdü.
Okulda şehir merkezinin dümdüz olduğu lafı dolaşıyordu. Babam saat yedi gibi ofisine giderdi. Sabahı panik içinde geçirdim.
Deprem 8.0 büyüklüğündeydi. En az 5 bin kişi ölmüştü ama gerçek sayı muhtemelen çok daha yüksekti. Ertesi gün 7.5 büyüklüğünde korkunç bir artçı daha geldi.
Pazartesi günü Türkiye ve Suriye’yi sarsan depremin büyüklüğü 7.8'di. İdlib, Halep, Hatay, İskenderun ve yıkılan diğer şehirlerden gelen görüntüler korkunç. Kendisi de büyük deprem yaşamış olanların hisleri daha da yoğun.
Mexico City depreminden yirmi yıl sonra ABD’nin 2005 Keşmir depremindeki yardım çalışmalarına dair haber yapmak için Pakistan’a gittim. O sarsıntıda da 86 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor. İslamabad’daki ilk gecemde birkaç saniye süren küçük bir sarsıntıyla uyanıp yatağın altına sığındım. Meksika’daki hatıralarım zihnime akın etti.
Ertesi sabah helikoptere binip Kuzey Batı Sınır vilayetindeki Balakot adlı küçük kente gittik. Depremde 50 bin nüfusun 16 bini hayatını kaybetmişti. Dümdüz olmuş enkazlar ortasında ayakta duran sadece birkaç bina vardı.
Kalkınma odaklı diktatörlük
Depremlere “doğal” afet demek yanıltıcı. Gerçek afet hemen her zaman insan kaynaklıdır. Çoğu zaman kötü yapılmış ev ve binalar, yetersiz betonarme ve diğer yapısal destekler yüzünden olur. Faciadan sonra yetersiz kriz yönetimi gelir.
Pakistan’daki baştan savma inşaat büyük ölçüde yoksulluk yüzündendi. Daha zengin olan Meksika kağıt üzerinde önceki depremlerin sonrasında yapılmış sıkı inşaat yasalarına tabiydi. Oradaki yıkımın sebebi hükümetin yolsuzluk ve usulsüzlükleriydi.
Depremden sonra apaçık bir gerçek ortaya çıktı. Şahıslara ait özel iş kuleleri ve evlerin birçoğu hasarsızken devletin yaptığı ve işlettiği hastaneler, bakanlıklar ve okullar harabeye dönmüştü. Deprem Meksika’daki kalkınma odaklı diktatörlük benzeri rejimin yapısal ve ahlaki çürümüşlüğünü gösterdi.
Meksika hükümetinin felaket sonrası kritik olan ilk saatlerde dış yardım kabul etmemesi durumu daha da beter hale getirdi. Afet zamanı milliyetçiliğe ve sahte gurura yer yoktur. Hükümetin beceriksizliği geçmişte siyasete mesafeli duran birçok Meksikalıyı öfkelendirdi. Bu öfke sivil protesto hareketlerinin oluşmasına ve daha iyi bir yönetim için kampanyalara vesile oldu. Meksika’nın hakiki bir demokrasiye geçişinin başlangıcını saptamak zor ama o tarih 19 Eylül 1985 olabilir. Bazen en trajik şartlardan iyi şeyler doğabiliyor.
Türkiye seçimini etkiler mi?
Belki Türkiye için de aynısı geçerli olur. Özellikle de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mevcut acil duruma her zamanki hoyratlığı ve paranoyasıyla tepki verdiği düşünülürse. Baharda önünde kritik bir seçim var ve başında olduğu ülke halihazırda yaklaşık yüzde 60 enflasyonla mücadele ediyor. İlan ettiği üç aylık olağanüstü hali bir kez daha başa gelmek için kullanmaya kalkması şaşırtıcı olmaz. Türkiye hükümetinin yanıtı etkili ve verimli olmazsa, Erdoğan yetersiz görünürse, deprem onu da yıkabilir.
Suriye içinse daha da ümitsizim. Beşar Esad’ın iktidarda kalmak uğruna başvurabileceği zulmün sınırı yok. Suriye’nin ABD büyükelçisi bütün yardımların hükümet aracılığıyla yönlendirilmesi gerektiğini söyledi. Esad’ın yolsuzluk karnesi düşünülünce yardımların yerine ulaşması imkansız olur. Suriyelilere yardım için başka yollar lazım.
Son bir anı: Balakot’ta depremden kurtulmuş ama ailesini kaybetmiş bazı öğrencilerle konuşmuştum. Soğukkanlılıkları karşısında ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Şimdi bu hafta anne babasını kaybeden çocukları ve çocuklarını kaybeden ebeveynleri düşünmeden edemiyorum.
Ukrayna ve diğer faciaların yaşandığı bir çağda, önümüzdeki uzun toparlanma döneminde makul bir yardım sunmamızı sağlayacak kalıcı yardımseverlik ve şefkat duygusunu hala besleyebilir miyiz?
1985’teki o eylül gününün öğle vakitlerinde annem okuluma geldi ve beni alıp babamın kucağına götürdü. O günden beri hep ne kadar talihli olduğumuzu düşünüyor, bizim kadar şanslı olmayanların acısını duyuyorum.
© 2023 The New York Times Company