16 Kasım 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
Haber Giriş: 16.11.2024 09:29 | Son Güncelleme: 16.11.2024 10:30

Ankara'da kültür-sanat: Ercan Arslan’ın İkilem ve Denge sergisi, Ankaralı sanatseverlerle buluştu

Sanatçı Ercan Arslan’ın insan ruhunun derinliklerine dokunan İkilem ve Denge sergisi, Burak Fidan küratörlüğünde, Ankara’nın en önemli sanat mekanlarından CerModern’de açıldı. 8 Aralık’a kadar devam eden sergide, farklı boyutlarda 52 eser yer alıyor
Hülya Çelik
Hülya Çelik
Ankara'da kültür-sanat: Ercan Arslan’ın İkilem ve Denge sergisi, Ankaralı sanatseverlerle buluştu

Türkiye’de sanatın kalbi her ne kadar İstanbul’da atıyor olsa da Ankara da bu konuda sessiz fakat emin adımlarla yürüyen bir şehir. Kendine has seyirci kitlesi ve mekanlarıyla, kültür-sanat alanında çok önemli işlerin yapıldığı başkentte devam eden tüm kültür-sanat olaylarını, bundan sonra her hafta “Ankara’da Kültür-Sanat” yazılarımda okuyabileceksiniz.

Ankara’da bu haftanın öne çıkan ve açılıştaki yoğunluktan da anlaşıldığı üzere en merakla beklenen sanat olayı, CerModern’de açılan Ercan Arslan sergisi oldu. Bu yıl 15. yaşını kutlamaya hazırlanan ve şehirde görsel sanatlardan müziğe, tiyatrodan tasarıma kadar sanatın pek çok dalıyla seyirciler arasında geniş bir köprü kuran CerModern’in ev sahipliği yaptığı İkilem ve Denge sergisi, Burak Fidan küratörlüğünde gerçekleşiyor.

9 Kasım akşamı sanatçı ve küratörün katılımıyla gerçekleşen açılışın, sanatçıyla eserlerine dair yakın diyalogda bulunmak ve tüm detayları sormak için çok istekli olduğunu bildiğim Ankara seyircisi için en güzel yanı Ercan Arslan’ın da Burak Fidan’ın da tek tek herkesle ilgilenmesi, tüm soruları yanıtlaması ve seyirciyle yakın temas içinde bulunması oldu. Sohbetimiz esnasında Ankara’daki ilk sergisi olduğunu, Ankaralı seyircinin kendine has bir yapısı olduğunu duyduğunu ve bu yüzden de heyecanlı olduğunu anlattı bana Arslan.

Küratör Burak Fidan’ın küratöryal metninde de söylediği gibi Ercan Arslan’ın İkilem ve Denge sergisindeki resimleri boşluk, kutuplaşma ve belirsizlik kavramları üzerinden insan doğasındaki çelişkileri sorguluyor. Farklı boyutlarda 52 eserin yer aldığı sergi, CerModern’in salonuna yerleştirilirken, salonun tam karşısındaki bomboş beyaz duvarla bakışıyor Ercan Arslan ve sergi kurulumu esnasında o duvara doğaçlama bir çizim yapıyor. Ve bu çizim de artık İkilem ve Denge’nin bir parçası olmuş durumda.

“Belirsizlik, resim dilini kelimelerle anlatamadığımız için var”

Arslan’ın tablolarını seyrederken insan figürlerindeki belirsizlik dikkatimi çekiyor ve soruyorum kendisine: “Tablolarınızdaki figürlerin insan olduğunu anlayabiliyoruz fakat yüzler, cinsiyetler, bedenlerin sınırları o kadar sınırsız ki figürlerinizin ne hissettiğini, nasıl bir insani durumu tasvir ettiklerini tam olarak anlayamıyoruz. Bununla ilgili neler söylemek isterseniz? Nasıl insanlar var Ercan Arslan’ın tuvallerinde?” Aslında tam da benim düşündüğüm gibi olmadığını anlatmaya başlıyor Arslan: “Belirsizlik, resim dilini kelimelerle anlatamadığımız için var. Yoksa  o figürler, o formlar belirsiz, sınırsız değiller. Resimlerimin kendi gerçekliği, kendi içinde bir dili var. Bildiğimiz, görünür dünyayla (istisnalar dışında) doğrudan bir alakası yok. Bir gazeteci gibi çalışmıyorum. Oturup günlük olayları resimlerimde yansıtmıyorum, yorumlamıyorum. İç dünyamın derinliklerine, oradaki birikmişliğe iniyorum. Gerçeküstücü değilim ama belki ‘gerçeğin üstünde’ bir dünya var resmimde. Şunu demek istiyorum: Bazen gerçeği anlatmak için gerçekten uzaklaşmak gerekiyor. Gerçekten kastım kendi gerçeğim. Resim yoluyla kendimden uzaklaştıkça daha çok kendimi buluyorum gibi. Resimlerimle en dibe, en saf duygulara inmek istiyorum. Bunu başardığımı sanmıyorum. Sonuçta (sadistçe bir duyguyla) resimlerime bakan kişiyi rahatsız etmek, sorular sordurtmak ve hırpalamak, dahası ben kendimle yüzleşirken izleyicide bu yarı soyut, yarı figüratif resimlere bakarak kendisiyle yüzleşsin istiyorum.”

Ercan Arslan’ın resimlerindeki renk kullanımları da oldukça dikkatimi çekiyor; canlı maviler, yeşiller, turuncular. Renklerle kurduğu ilişkiyi daha önceki röportajlarından bildiğim için bunu özellikle soruyorum kendisine. “Renkler her zaman önemli oldu benim için,” diye başlıyor sözlerine. “Yeni renk uyumları/uyumsuzlukları bulmak, renklerin içinde farklı renk arayışlarına girmek, renklerin dünyasında kaybolmak beni her zaman kamçıladı. Kullandığım renkler bana ait olsun istiyorum hep. Nasıl iyi  şairlerin kendine ait kelimeleri olur ya işte onun gibi. Ben ne renk kullanımında ne de biçimde sembollerle çalışmıyorum.” Kullandığı renkelerin arkasındaki mesajı merak ettiğimdeyse şöyle yanıtlıyor: “Resimde yansıttığım neyse odur. Arkasında başka bir anlam/mesaj saklı değil. Renklerde de öyle. Kırmızı sadece kırmızıdır. Mavi mavidir. Renklerin kendi aralarındaki uyumu/uyumsuzluğu, canlılığı/solukluluğu bakanın gözünde (kişiden kişiye değişerek) o kişinin ruh haline, birikimine göre anlam kazanır. Yağlı boya veya akrilikle kompozisyonu, biçimleri oluştururken bazı renkler benim arzum dışında kendini belli zamanlarda ister istemez dayatıyor. Ben katman katman çalışıyorum. Uzun süren bir süreçten sonra biten resimde izleyici alt katmanda saklı olan üstü kapatılmış renkleri yer yer göremese de onların varlığını/ağırlığını hissediyor sanıyorum.”

“Her şey kalıcı olmak zorunda değil”

Yukarıda da bahsettiğim doğaçlama eserle ilgili de merak ettiğim detaylar var elbette. Çünkü bence serginin en ilgi çekici yanı o dev eser. Sonuçta sergi bitince üstü beyaz boyayla boyanacak ve eserden geriye sadece fotoğrafları kalacak… Sanatın geçirdiği tarihsel süreçlere bakacak olursak, “Gerçek sanat kalıcı olandır,” anlayışı çok gerilerde kaldı artık. 21. yüzyılın sanatı ve sanatçısı, kalıcılığı eserin değeri için bir kriter olarak görmüyor. Kurulum esnasında ortaya çıkıp serginin neredeyse en dikkat çekici işi haline gelen; kuralsızlığı, sınırsızlığı ve geçiciliğiyle dikkatimi çeken bu eserin oluşumunu konuşuyoruz. “Ben resimlerimi yaparken somut bir şey düşünmüyorum. Çıkış noktam ya bir çizgidir, ya bir renktir ya da beynimin derinliklerinde dolaşan (benimde bilmediğim) belirsiz bir imgedir. Her zaman çok korkarım resme başlarken. Beyaz tuvalin, kağıdın karşısında altıma ederim korkudan. Beyaz boşluğun karşısında uzun süre elim ayağım titrer. Sergi açılışından bir gün öncesinde gerçekleştirdiğim bu büyük duvar deseninde de durum farklı değildi. Böyle büyük bir mekanın böyle büyük bir desene ihtiyacı olduğunu, mekanı ele geçirmem gerektiğini düşündüm. Her şey kalıcı olmak zorunda değil. Bazen bütün saygınlık, değer yok olmakta yatar. Bir tiyatro oyunu, bir müzik gibi. Füzenle yaptığım bu büyük duvar deseninin de sergi bittikten sonra yok olacağını, üstünün beyaz boyayla kapatılacağını bilmek huzur verici. Çalışmalarımda yok olmakla (sonsuz kalıcılık olmadığı için) en azından bir süreliğine kalıcı işler üretmeye, iki kutup arasında denge kurmaya özen gösteriyorum.”

Bir sanatçının eserinin kaybolacağını bilmesi sebebiyle yaşadığı huzur üstüne uzun uzun düşünmek istesem de bunu zihnimin bir köşesine not edip serginin teknik detaylarını soruyorum. Toplam 52 adet eser olduğunu söylüyor Arslan. “Yağlı boya tuvallerin yanı sıra kağıt üzerine akrilik resimlerle birlikte mürekkep ve hibrit kalemle yaptığım desenler  var. Ben, malzeme üzerinden düşünen, üreten, konusunu belirleyen bir ressamım. Her malzemenin kendine özgü karakteristik özellikleri var. Bu özellikler yaptığınız çalışmanın sınırlarını, içeriğini, anlamını belirliyor. Mürekkeple yaptığınız bir işi taş yontuyla yapamazsınız haliyle. Malzemenin belirlediği bu sınırlama beni aynı zamanda farklı anlatım yolları bulmaya zorluyor. Benim için malzeme çoğunlukla tekrardan kurtulmak için bir çıkış yolu aslında.”

Küratör Burak Fidan: “Gezegendeki insanlık deneyimimizi yeteri kadar yaşadığımız kanısında olanlarla hemfikirim”

Ercan Arslan’la sergi üstüne sohbetimiz sonlandığında, serginin temel meselesi olan “insan”ın varoluşunu, “ikilem ve denge” meselesini konuşmak üzere küratör Burak Fidan’la bir araya geliyoruz. “ Nedir insanı insan yapan? İkilemlerin içinde yaratmaya çalıştığımız denge mi yoksa?” diye soruyorum. “Bu soru bütün insanlık tarihini kapsıyor,” diye başlıyor yanıtlamaya Fidan. Ve şöyle devam ediyor:  “Bu soruya bir psikiyatrın vereceği yanıtla bir biyoloğun vereceği yanıt yahut bir romancının vereceği yanıtla bir ressamın vereceği yanıt, sorunun beklenilen yanıtına ayrı yorumlar kazandırabilir ancak. Dolayısıyla bu soru, serginin başlığındaki gibi, içinde bir belirsizlik taşıyor. Soru, Ercan Arslan’ın yaratım sürecindeki en önemli soru olabilir. İnsan nedir diye sorarken, aslında insana özgü olan nedir diye de soruyoruz, sadece insana özgü olan nedir? Soyut düşünebilmesi mi, somutlayabilmesi? Bilmiyoruz. Umudu ya da umutsuzluğu mu? Bilmiyoruz. Çelişik düşüncelerle yüklü olabilmesi mi? Köpeğim Portakal da çelişki içinde kalabiliyor bazı durumlarda. Bilmiyoruz. İnsana özgü olan nedir? Bazen bir şiir okuyoruz, bir müzik dinliyoruz, ya da bir resmin karşısında kalakaldığımızda insana dair olan şey, insanı yaşayan tüm canlılar arasında ululuyor. Ama sonra gene aynı insana özgü olan başka bir durumla karşı karşıya kalıyoruz, bebek öldürebilen bir insan örneğin, ya da insanları fırınlarda yakıp sabun yapabilen başka tür insanla karşılaştığımızda, insana özgü olan şey, yaşayan varlıklar arasında en aşağılık varlık olduğumuzu gösteriyor. Bilmiyoruz. Ferit Edgü insan olmak çok zor derdi hep. Bence onun vurguladığı zorluk insanın kendini yaratma uğraşı zorluğunda yatıyor. Gezegendeki insanlık deneyimimizi yeteri kadar yaşadığımız kanısında olanlarla hemfikirim. Biraz da insan gibi değil belki bir hayvan, bir bitki, insan olmayan başka bir bilinçli varlık gibi düşümemizin zamanı gelmiştir. Dolayısıyla, bu sorunun en iyi yanıtını, bir insan veremez kanısındayım, insan olamadığı için insan olmaktan vazgeçmiş bir varlık, belki…”

CerModern’de çağdaş sanatın sınırlarını genişleten bir diğer sergi

İkilem ve Denge 8 Aralık’a kadar devam ederken, CerModern’in yeni sergisi Yeni Dönem Sanatı: Astim Kolektifi ile Buluşma da seyircilerini ağırlamaya başladı. 15 Aralık’a kadar görülebilen sergide; Hakan Yılmaz, Süleyman Yılmaz, Kerem Meriç ve Volkan Babaotu tarafından kurulan ve Çanakkale Bienali’nde dikkat çeken Astim Kolektifi’nin üretimlerini yer alıyor. Hakan Yılmaz, Süleyman Yılmaz, Kerem Meriç, Volkan Babaotu, Mustafa Akkaya, Berkin Günsay ve Erdal Duman’ın eserlerini görebileceğiniz sergi, sanayi ve çevresel etkilerle biçimlenen bir çağdaş sanat anlayışını dijital medya, immersive teknolojiler ve ileri dönüşümle harmanlayarak ziyaretçilerle buluşturuyor. Sanat pratiğinde ileri dönüşümü yani endüstriyel atıkların sanatsal ifade haline gelmesini merkeze alan kolektif, çağdaş sanatın sınırlarını genişletiyor.

Hem birbirinden farklı tarzlardaki bu iki sergiyi görmek hem de CerModern’in gastronomi meraklılarına da hitap eden restoranında keyifli bir gün geçirmek isterseniz, İkilem ve Denge için 8 Aralık, Astim Kolektifi ile Buluşma için 15 Aralık son gün.