Güldür Güldür Show 10. yılını kutluyor: Baskı olsa da zeka daima yolunu bulur
Büyük şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in dediği gibi, acıyı bal eylemesini bilen bir halkız. Müşkül şu ki bal eylenemeyecek kadar arttı son zamanlarda acılarımız. Hayat omuzlarımızda ve kalbimizde iyice ağırlaştı. Sadece son on yılda yaşadıklarımızı alt alta yazsak, güzelim Türkçemin bile sözcükleri kifayetsiz kalır.
Yine de yaşama sevincimiz büsbütün kaybolmasın diye uğraşan sanatçılar var. Sahnede mizahın bazen akını bazen de karasını yaparak bize nefes aldıranlar. Devekuşu Kabare’nin, Ortaoyuncular’ın, Ertem Eğilmez’in, Oğuz Aral’ın, Levent Kırca’nın, Haldun Taner’in mirasçıları.
Güldür Güldür Show’u tanıyorsunuz. Bu yıl onuncu yaşlarını kutluyorlar. Takdir edersiniz ki sürekliliğin zor, başarının aslanın midesinde olduğu gösteri dünyasında az buz süre değil. Mizahlarını hiçbir mahalleyi rencide etmeden ve duruşlarını bozmadan yapmaları da hayranlık verici.
Güldür Güldür Show’a ilk ne zaman kapıldığımı hatırlamaya çalışırken, aklıma yıllar önceki “Kaymakam Karşılama” skeci geldi. Hani köye kaymakam gelecektir ve karşılama merasimi için çalgıcılara ihtiyaç duyulur. Muhtar ve sivri zekâlı yancısı, köyün İstanbul’a gidip müzisyen olmuş çocuğunu çağırmayı uygun görürler. Ama grubuyla beraber geldiğinde elemanın Black Metal gitaristi olduğu ortaya çıkar. Grubu gotik sahne makyajlarıyla gören ahali onların üç harflilerden olduğunu zanneder ve olaylar çılgınca gelişir. Skeç öyle incelikli yazılmıştır ki Black Sabbath hayranlarını da Anadolu insanını da güldürecek kıvamdadır.
Hal böyle olunca insanın sosyolojik tespitler yapası, Kemal Tahir ya da Şerif Mardin’den alıntılar sıralayası geliyor ama telaşa mahal yok, yapmayacağım. Marifetin samimiyet olduğunu söyleyeceğim sadece.
Gazetemiz Güldür Güldür Show’u yazmamı istediğinde, basit bir plan yaptım: Bir polisiye yazarı olarak içlerine sızacak ve açıklarını kollayacaktım. Bakalım neydi on yıldır her şeye rağmen yola devam edebilmelerinin sırrı. İşin mutfağı yazarlık makamı olduğundan, önce onlara uzanayım dedim. Perde arkasındaki o yüzlerini görmediğimiz, seslerini duymadığımız gizemli şahıslara. Eşeğime ters binip vardım huzurlarına. Ayağımın tozuyla da sordum sorumu: “Ey mizah erbabı insanlar, bu skeçleri yazarken bizim seyrederken eğlendiğimiz kadar eğleniyor musunuz?”