Sahnedeki kadın pırıl pırıl parlıyor. Taşlı elbisesi, başının üzerinde atkuyruğu şeklinde toplanmış platin sarısı saçları ve bir lolipop’u andıran renklerdeki makyajıyla… Tam bir Barbie bebek. Daha söyleyeceği ilk şarkının introsu başlar başlamaz Jolly Joker Private’ın masalarında o saate kadar yemeklerini bitirmiş olan tüm kadınlar ayağa kalkıyor. Erkekler biraz çekimser. Şöyle bir ortama bakıyor ve hayranlarını selamlamak için özenle seçiyor sözlerini. “Hoş geldiniz. Bakıyorum da kadınlar yine hep en önde. Zaten kadınlar her zaman en önde.” Alkış kıyamet.
Sanat nedir klişesi
Bu yazı Gülşen’in poposuna, sahnedeki danslarına gelecek elbette ama önce basit iki soruya cevap vermek lazım: Sanat nedir, sanatçı kimdir? Çok mu klişe geldi? Kesinlikle öyle. Eskiler, çok eskiler şöyle yanıtlıyor bunu: “Sanat, hayal kurma eylemidir, sanatçı hayali kuran, sanat eseri ise kurulan hayal vasıtasıyla ortaya çıkandır.”
Vesilesi müzik, resim, görsel sanatlar, heykel… Ama hayal unsuru bakidir. Bu bir oyundur, dünyayı güzelleştirmek için kurgulanan bir oyun. Yine çok eskiler diyor ki, “Yaratma yeteneği tanrının kuluna verdiği özelliklerinden en güzelidir. Bir çeşit tezahürdür. Yaradanın yarattığı aracılığıyla tezahürü.”
Kendi kimliği ile mutlu olmayan birileri çıkıp da Gülşen’in sahnede giydiği, oldukça da estetik duran bir kıyafetine bakıp, “Bu kıyafeti sesi olmayan, şarkılarıyla gündeme gelemeyen giyer, sanatkar olan giymez.”
“Hadi giydi ama o dansı edemez.” demeseydi açıkçası Gülşen çoğumuzun aklına düşmeyecekti. Kitlesine şarkılarını ulaştırmayı sürdürecekti. Zihnimizde bizden uzakta bir yerlerde güzel şarkılar söyleyen, yetenekli bir popçu olarak yaşamaya devam edecekti.
Ama öyle olmadı.
Yorumların hepsi bizim toprakların hasletlerini içeriyordu. Yani “bana benzemeyen kötüdür”, “benim gibi düşünmen mümkün değildir” gibi. Ama yorumlar arasında biri vardı ki, orada Gülşen’de tansiyon yükseldi, okuyunca tüm kadınlarda da: “Evliliği yolunda değilse, boşanıyorsa ve yeni bir erkek peşindeyse giyer ama her şeyi yolunda giden bir evliliği varsa giymez.”
Artık Gülşen dayanamadı, “Bu kadarı fazla” dedi. Yukarıda kurulan cümlenin sığlığına aldırmadan alt yazısı ülkede yaşayan tüm kadınları ilgilendiren bir açıklama yaptı. Yazdıklarının en can alıcı kısmı şurasıydı: “Kadınlara ‘anne olma, evlat olma, eş olma’, erkeklere ‘erkek olma, hükmetme zorunluluğunda olma, aksi takdirde eksik olacağı’ üzerinden uygulanan tüm tahakkümün nasıl bir cehennem olduğunu ve bu tahakkümün en sonunda erk’lik taşımayanın ya da onun yasalarına uymayanın yaşamdan silinmesini meşrulaştırmaya hizmet etmekte olduğunu ne olur görelim artık hep birlikte.”
Hemen ardından 11 Mart’ta yeni albümü Lolipop’u çıkarttı. Malum yorumları yapanları daha da çıldırtacak bir albüm kapağı ve bir de kliple üstelik.
Profesyonel bir iş
Moda dünyasının en iyi fotoğrafçılarından Emre Doğru’ya ağzına doğru götürdüğü bir lolipopla poz verdi. Üzerinde yine gösteri dünyasının Avrupai stylist’lerinden Mahizer Aytaş’ın seçtiği minicik bir büstiyer ile. Nefis bir dünya kurguladılar Gülşen’e. Oldukça modern ve albenili. Klibinde de lolipop renkli bir dünyada, pırlantalarla süslü bir gönül hapishanesindeydi.
Hemen hatırlayalım, sanat neydi? “Hayal kurmak ve izleyenleri de buna dahil etmek.” Peki Gülşen bizi profesyonelce kurduğu dünyaya inandırdı mı? Kesinlikle evet. Tabii yine kıyamet koptu.
Ve Gülşen’i sahnede izlemek farz oldu.
Beklenenin aksine en önlerde erkekler yoktu
Gülşen’in o gece sahneye çıktığı Boğaz manzaralı Jolly Joker Private’ta masaların yüzde 80’inde kadınlar oturuyorlardı. Arap turistlerin yer aldığı bir masayı saymaz isek buna en öndekiler de dahildi.
Mesela hemen önümüzde 14 kişilik bir kız grubu vardı. Doğum günü kutluyorlardı. Her biri moda dergilerinden çıkmış gibiydiler. Bahar sezonunda hala kırmızı, pembe bol ceket- pantolon takımlarının ‘moda’ olacağının haberini Vogue ile aynı anda veriyorlardı. Gece boyunca bir dakika bile oturmadılar. Sahneye bir şişe şampanya yollayıp, birlikte kadeh de kaldırdılar. Belli ki sahnedeki kadın ile dertleri aynıydı.
Kadınların dertleri sahnedekiyle aynı olunca...
Hemen onların yanında cuma akşamı ofisten çıkıp geldikleri muhtemel yönetici kadınlar dikkat çekiyordu. Başta oldukça sakin görünseler de Gülşen onların bam teline bir Bergen şarkısı ile dokundu: Sen Affetsen de Ben Affetmem. Muhtemelen vizyondaki Bergen filmi izlenmişti ve Bergen’e Saygı albümünde Gülşen’in bu şarkıyı seslendirdiğinden hepsinin haberi vardı. Tabii yine dertleri sahnedekiyle aynıydı.
Uzaktaki localardan birinde önünde korumalarıyla bir iş insanı da oturuyordu; 27. evlilik yıldönümünü kutlamak için gelen bir çift de vardı.
Gülşen durur mu, evliliğin ne kadar önemli olduğuna dair bir iki cümle de etti. Malum onu merkeze alıp eşi Ozan Çolakoğlu’na da epey yüklenmişlerdi kısa süre önce. O geceki sözlerinin alt yazıları yine haklı hatırlatıyordu: “Eş’im dediğiniz kişilerle gerçekten eş misiniz? Düşünün. Bir hayatı bir arada geçirmeye, bir arada ilerlemeye, yürümeye, el ele, yan yana söz verdiğimiz eşlerimiz bizim eşimizdir.”
Asıl büyük eğlence Gülşen sahneden inip masaların arasında dolaşmaya başlayınca yaşandı. Hiç acelesi yoktu. Tüm “kızlar”ın hatırını sordu. Sıkılmadan, yorulmadan fotoğraf çektirdi. İzleyiciler için sanatçının bu kadar süre şarkı söylememesi sıkıcı sayılabilirdi. “Düğün ortamı gibi” dedi şaşkınlıkla olanları izleyen bir arkadaşım.
1900 TL verip Gülşen dinlemeye gelenler gelin ve damada destek olmak için düğüne giden misafirler gibiydiler. O günü ölümsüzleştirmek için de fotoğraf çektirmek istemeleri doğaldı.
Gülşen hayaline herkesi ortak etti
Sonunda o da isyan etti, “Fotoğraf çektirmekten, şarkı söyleyemiyorum” deyip sahnesine döndü. O dakikadan sonra gelsin Sezen Aksu’lar gitsin Ajda’lar, hatta Müslüm Gürses’ler. Hepimizin gözü danslarında. Hani eleştirmişlerdi ya “öyle dans edemezsin sahnede” diye. Ufak ufak sallandı sadece. Gözlerini kapatıp müziğin ritmine kendisini bıraktı. Yani o seksi danslar sadece klibindeydi.
Ne demişti Gülşen, “Bana kıyafetim, yaşım, anneliğim, cinsiyetim, eşliğim ya da sanatkarlığım üzerinden kurulmaya çalışan tüm baskılar gibi, eğer çeşitli baskıların içine hapsedilmiş, nefessiz, umutsuz, çaresiz bırakılmaya çalışmış tek bir kişi dahi var ise okuyup nefes bulsun, küçük sandığı dünyada aslında yalnız olmadığını, kabul gördüğünü ve çok sevildiğini bilsin istedim.”
İşte salondaki her kadın bunu hissetmenin mutluluğu ile eve döndü. Gülşen kurduğu hayale, profesyonelce çizdiği tabloya herkesi inandırdı. Yani başardı.
P.S.: Eeee hani söz popoya gelecekti diye soranlara. Sanırım meselenin orada olmadığını birkaç paragraf önce anlamışsınızdır.